Türkiye’de sigortacılık neden gelişmiyor?
Sigortacılık sektörü 2000’li yılların başında bankacılık sektörü ile birlikte yabancı sermayeye en çekici gelen sektörlerdendi. O dönemde çok sayıda yabancı sigorta şirketi Türkiye’ye girdi.
Bunun sebebi, Avrupa’da pazar doymuşken Türkiye’de büyümenin yüksek olması ve bunun uzun süre devam edeceği beklentisiydi. Bunun altında ise, Türkiye’de sigorta primi pazarının çok küçük ve gelişmemiş olması yatıyordu. Kişi başına ya da GSYH içindeki pay gibi ölçütlerin çok düşük seviyelerde olması pazarın hızlı büyüyeceğini gösteriyordu. Bir başka deyişle Türkler sigorta yaptırmıyordu ama yaptıracaktı.
Trafik sigortaları sigorta sektörünün içindeki önemli segmentlerden. Burada zorunluluk olduğu için hazır bir pazar bulunuyor. Ancak, ortalama ailenin yatırım yaptığı önemli kalemlerden olduğu ve risk algısı yüksek olduğu için bu pazar bir dask örneğine oranla daha öne çıkan bir segment. Bu pazarda son on yılda hızlı büyüdü. Ancak yine de, dünya standartlarına göre bu piyasa da oldukça küçük. Neden? Kur hareketliliğinin etkisi bir yana bunun ana sebepleri şunlar:
1. Rekabet az: Herhangi bir sektörde hızlı fiyat artışı talebin arza göre daha hızlı arttığını ve güçlü olduğunu gösterir. Trafik sigortaları yukarıda bahsedilen sebeplerden güçlü talep görüyor. Arz tarafında da yeteri kadar hareketlilik olsa primler bu kadar hızlı artmazdı. Rekabet azlığı bir gazete yazısına sığdırılacak bir konu değil. Daha ciddi bir pazar araştırmasıyla teyit edilmesi gerekir. Ancak ön göstergeler bir rekabet eksikliği/aksaklığı sorununa işaret ediyor. Bu da sektördeki denetimlerin (hem sigorta sektörünü denetleyen Sigortacılık Genel Müdürlüğü hem de Rekabet Kurulu tarafından) güçlendirilmesi gerektiğini gösteriyor.
2. Ahlaki problem var: Araba satış ilanlarında, “arabamız tramerde ağır hasarlı görünüyor; ancak bu, sigortadan para alınması için hasarın “şişirilmesinden” kaynaklanıyor” şeklindeki ifadelere sık sık rastlanıyor. Bu toplumsal ahlaka ilişkin derin bir probleme işaret ettiği kadar sektördeki yapısal sorunları da gündeme getiriyor. Bu davranışlar ve sistemdeki hatalar sigorta şirketlerinin maliyetlerini artırıyor. Onlar da artan maliyetleri primlere yansıtıyor. Toplumsal ahlaki problemler ekonomik ceza olarak yine topluma dönüyor.
3. Hukuk sistemi hatalı kullanıcıyı haklı buluyor: Hukuk sistemimiz hakkında toplum içinde “kiracı haklı ev sahibi haksızdır”, “çalışan haklı işveren haksızdır” algısı çok yaygındır. Benzer şekilde, sigorta ile ilgili konularda verilen bazı kararlar bu tür algıları güçlendiriyor. Trafikte ters yönde seyreden bir araç kazaya sebebiyet verdiğinde mahkeme sürücüyü haklı bulup sigorta şirketine zararı tazmin ettirirse, sigorta şirketinin ayakta kalabilmesi için primleri artırmaktan başka çaresi kalmaz. Yani, bu kez hukuk sisteminin hatası topluma ekonomik maliyet olarak yansır. Bu konularda hukuk sisteminin doğru kararları vermesi gerekiyor.
4. Sigorta sistemindeki yapısal problemler: Trafik sigortaları Amerika Birleşik Devletleri’nde sürücü, Türkiye’de ise plaka üzerinden yürüyor. Yani, aynı emniyetsiz sürücü farklı araçları sürerek kaza yapıyor ve sistem prim ve tazminatları plakaya yüklüyor. Bu, sigortacılığın temel prensibine aykırıdır. Riskli olan sürücü ise, prim sürücüye yüklenmelidir. Bu gibi yapısal hatalar da sistemi daha maliyetli hale getiriyor.
5. Sigorta yaptırma eğilimi: Sigorta yaptırma eğiliminin genelde düşük olması toplam sigorta ölçeğini (ekonomisini) küçültüyor. “Operasyonel kaldıraçın” negatif işlemesi birim fiyatları yükseltiyor. Bu da halkın sigorta yapma eğilimini daha da düşürüyor. Yani bir kısır döngüye sebep oluyor.
Önemli bir finansal sektör olan sigortacılığın Türkiye’de zayıf kalmasının başka sebepleri de mutlaka var. Sektör üzerinde etkili olan regülatör kurumların bunları göz önüne alıp sektörü büyütecek ve daha verimli hale getirecek önlemleri alması gerekiyor. Ancak, açıkçası sektörün kamu kesiminde güçlü bir “sahibinin” olduğunu söylemek de güç. Sektör kamu politikası radarlarına giremiyor. Girse iyi olur; bizden hatırlatması.