Türk Lirası "değer" terazisinde
Türk Lirası dolar karşısında reel olarak değerlenmeye devam ediyor. İhracatçı mevcut enflasyona kıyasla TL’deki bu değeri “aşırı” olarak belirterek rekabette avantaj kaybına yol açacağını savunuyor. Ekonomistler ise talebin hâlâ canlı olduğu bir dönemde kur geçişkenliğinin enflasyon üzerindeki risklerine dikkati çekiyor. Çözüm önerileri birden fazla: TL’yi değerli kabul edenler ihracatta rekabetçi fiyat için kurun baskılanmamasını ve yeniden gözden geçirilmesini istiyor. TL’deki değerlenmeyi normal görenler ise rekabet avantajı için fiyat yerine katma değere, verimliliğe, markalaşmaya ve yeni pazarlara odaklanılmasını öneriyor.
Türk lirası, uzun bir aradan sonra yeniden reel değerlenme sürecine girdi. Merkez Bankası verilerine göre, TÜFE bazlı reel efektif döviz kuru Nisan'da 59,77'ye yükseldi. Böylece TL'nin reel değeri Eylül 2021'den beri en yüksek seviyeye çıktı. Ülkede faizlerin yüksek seyri ve yıl sonuna doğru enflasyona kıyasla pozitif reel faizlerin ortaya çıkacak olması, TL’ye talebi daha da artırması bekleniyor. 31 Mart yerel seçimlerinin ardından dövizde arz-talep dengesinin nispeten sağlandığı görülüyor. Kurdaki dalgalanma durgunlaşsa da, iç tüketimin gerileme sinyallerine rağmen henüz canlılığını koruması ekonomistlere göre hala bir risk unsuru. Bu ise olası kur geçişkenliğinin enflasyon üzerindeki olumsuz etkilerinin sürmesi anlamına gelebilir.
Diğer taraftan, TL’deki değerlenme süreci ile talepteki canlılık birleşince tüketim malı ithalatında da artışlar hızlanmış durumda. TÜİK verilerine göre, 2023’te bir önceki yıla göre yüzde 56,3 artarak 47,6 milyar dolar olarak gerçekleşen tüketim malları ithalatı, 2024 yılının ilk dört ayında 17,1 milyar dolara ulaştı. İlk dört aylık veri, bugünkü şartlarla öngörüldüğünde yılın tamamında 2023’ün üzerine çıkılacağına işaret ediyor.
Sürecinin bir sonraki ayağında ise TL'deki reel değerlenmenin tüketici ile üretici arasında benzer anlamı taşıyıp taşımadığı sorusu karşımıza çıkıyor. Zira, üretici yani sanayici için özellikle düşük ve orta segment teknolojili üretim, hem iç hem de dış rekabette önemli bir yere sahip. Sanayicilere göre, TL’nin aşırı değerlenmesi güçlü taleple birleştiğinde iç pazarda ithal malın yerli üretimden pay kapma gücünü de giderek artırıyor. Dış pazarlarda ise küresel enflasyondaki düşüşe paralel olarak daha ucuza ürün satan ülkelere karşı rekabette dezavantaj riskini doğuruyor.
İş dünyası TL’nin değerini nasıl görüyor?
Tüm bunların ışığında, kurun artması ihracatçı ve sanayici için salt kazanç anlamına geliyor mu; yoksa, sanayide katma değerli üretimi artırarak markalaşmaya yönelik çalışmalara odaklanmak rekabetçi kurun sağlayacağı katkının ötesinde bir avantaj sunabilir mi? Hem iş dünyası hem de akademi camiası konuya ilişkin görüşlerini Z Raporu’na açıkladı.
Döviz kuru ile enflasyon arasındaki korelasyonun bozulmaması gerektiğini dile getiren İstanbul Ticaret Odası Başkanı Şekib Avdagiç, bunun ithalatı artırıcı ihracatı baskılayıcı sonuçlar doğurabileceği yorumunda bulunuyor. Avdagiç bu nedenle, “Biz gerçekçi, istikrarlı, enflasyonla korelasyon içinde bir kur olmasını istiyoruz” açıklamasında bulunuyor. İstanbul iş dünyası olarak enflasyonda bu senenin yüzde 43-44 bandında tamamlanmasını öngördüklerini belirten Avdagiç, enflasyonun Temmuz ayı ile birlikte baz etkisinin de desteğiyle zirve seviyesinden hızla geri çekileceği tahminini paylaştı. Türkiye’nin bu tarihten itibaren dezenflasyonist sürece gireceğine işaret eden Avdagiç, “Enflasyonun baz etkisi ile yıllık bazda düşüyor olması önemli olmakla beraber, asıl takip edilmesi gereken veri aylık enflasyon oranlarıdır” ifadelerini de ekliyor.
"Döviz üzerindeki baskı azaltılmalı”
Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) Başkan Vekili ve Güneydoğu Anadolu İhracatcı Birlikleri Koordinatör Başkanı Ahmet Fikret Kileci de, kurun reel değerinin uzağında olduğu görüşünü savunanlar arasında. Kileci konuya, “Bugüne bir günde gelmediğimiz gibi bir günde de bu durumu tersine çevirmemiz mümkün olmayacak” sözleriyle dikkati çekiyor ve şöyle devam ediyor: “Piyasalar dünyanın her yerinde rasyoneldir. Faiz, enflasyon ve kurun kendi içinde birlikte hareket etmesi gerekiyor. Karar vericiler döviz üzerindeki baskıyı azaltmalı ve rasyonel politikaları yüzde 100 uygulamalıdırlar. Bizim düşük ya da yüksek kur talebimiz yok, bizim temel beklentimiz doğru belirlenmiş bir kur. Bunu da sağlamak için piyasanın serbest bırakılması gerekiyor. Ayrıca karar vericilerin biz sanayicilerle ve değerli ekonomistlerle daha sık görüş alış-verişinde bulunmaları büyük önem arz etmektedir. Bunlar için ortak çalışma platformları kurulabilir.”
TİM Başkan Vekili, kuru reel değerine ulaştırma beklentisinin yanı sıra ihracatçı için yapılabilecek önemli icraatlerden birinin de finansmana erişimin kolaylaştırılması olduğunu aktardı. Türkiye'nin kredi risk priminde gözlenen hızlı düşüşe vurgu yapan Kileci, “Bu durumu devam ettirip piyasada güveni tesis ettikten sonra kaynak artışı sağlanacaktır. Sonrasında faiz oranlarında iyileştirmeler ile birlikte ihracatçılarımızın finansmana erişimi konusunda gelişmeler sağlanacaktır. Buna paralel olarak da TCMB kaynaklarının sanayicilerle etkin biçimde paylaşılması temel beklentilerimiz arasında yer almaktadır.” yorumunda bulunuyor.
Sanayici ve ihracatçıyı hangi unsurlar zorluyor?
Kocaeli Sanayi Odası Başkanı Ayhan Zeytinoğlu da, kurun mevcut seviyesinin enflasyon karşısında yetersiz kaldığı tezini destekleyen sanayiciler arasında. Bunun yanı sıra Çin’den Avrupa’ya taşıma maliyetlerinin Çin lehine dönmesinin ihracat için diğer bir zorlayıcı unsur olduğunu söylüyor. Dünya ile rekabeti korumak için ihracatçılara verilen desteklerin bütçenin elverdiği ölçüde artırılması gerektiğini dile getiren Zeytinoğlu, şu kıyaslama ile durumu özetliyor: “Örneğin; Almanya, ABD, Çin, Güney Kore gibi gelişmiş ülkelerin ihracat bankaları, ağırlıklı olarak uzun vadeli yatırım kredilerini ve ihracatçılarının alıcılarına kredi vererek finansman desteği ile ihracat artışı sağlıyor. Almanya Hermes kredileri ile 1949’dan beri şirketlerinin yabancı ülkelere yönelik yatırım ve ihracatlarını garanti altına alıyor. Ülkemizde de Eximbank’ın son dönemde üç kez sermaye artışına gittiğini biliyoruz. Almanya ve Çin örneğindeki gibi bizde de Türk Eximbank’ın desteklerinin genişletilmesinin ihracatımıza ivme kazandıracağına inanıyoruz.” Öte yandan, "Enflasyonla mücadelede kurun baskılanması kadar bütçe açığının olmaması ve bütçe disiplini de önem arz ediyor” yorumunda bulunan Kocaeli Sanayi Odası Başkanı, kamudaki tasarruf tedbirlerinin buna olumlu etki yapacağının altını çizdi. Zeytinoğlu, bu konudaki görüşlerini de şu şekilde paylaştı: “Cumhurbaşkanı Yardımcımız Sayın Cevdet Yılmaz ve Hazine ve Maliye Bakanımız Sayın Mehmet Şimşek tarafından açıklanan Kamuda Tasarruf ve Verimlilik Paketi’ni olumlu buluyor ve doğru yönde atılan bir adım olduğunu düşünüyoruz. Önümüzdeki dönemlerde açıklanacağı ifade edilen reform adımlarının atılmasıyla paket daha da güçlendirilebilecektir.”
TL’nin değerinin düşmesi enflasyon için risk mi?
Beykent Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Volkan Öngel ise, TL’deki reel değerlenmenin henüz aşırı bir harekete işaret etmediğini belirtti; enflasyonla mücadelede kur geçişkenliği etkilerinin asgariye indirilmesinin hali hazırda öncelikli olduğuna dikkati çekti. Açıklamasında parasal değerin ticaretteki rolü hakkında bilgiler veren Öngel, bir para biriminin diğer ülke para birimleri karşısındaki değerinin özellikle uluslararası mal-hizmet ticareti üzerinde önemli etkileri olduğunu anlattı. Merkez Bankası’nın piyasa müdahalelerini ise esas olarak TÜFE bazlı reel efektif döviz kuruna (REK) göre yaptığına atıfta bulunan Öngel, “Türkiye’nin şu anda izlemekte olduğu enflasyonla mücadele politikalarını da göz önüne aldığımızda TL’nin değerinin ihracatı desteklemek amacı ile önemli oranda ya da hızla düşürülmesi durumunda özellikle fiyatlar genel seviyesi üzerinde kur geçişkenliğine bağlı olarak büyük baskı yaratacaktır” ifadesini kullanıyor. Öngel, bununla birlikte, “Böylesi bir senaryo 2023 yılı Haziran ayından beri sürdürülen mücadele ve yapılanların boşa gitmesine sebebiyet verebileceğinden bugün için kullanılması makul bir strateji olarak nitelendirilemez” diye ekliyor.
“Sanayici fiyat yerine kaliteye odaklanmalı”
Sanayicinin belirttiği dezavantajlı durumların uzun vadede ve kurda aşırı bir değerlenme ile etkileri olacağının altını çizen Öngel, bunu aşacak başlıca stratejinin ise yüksek katma değerli ve verimli üretime geçiş olduğunu belirtiyor. Bu doğrultuda sanayicinin rekabetçilikte fiyat yerine kalite unsurunu öne çıkaracak bir yatırım planlamasına geçmesi gerektiğinin altını çiziyor. Prof. Öngel, bu bağlamdaki değerlendirmesine şöyle devam ediyor: “Uluslararası rekabette nüfus-iş gücü sayısı bize göre çok daha fazla olan, iş gücü maliyetlerinin ülkemizden düşük olduğu çok sayıda Asya, Afrika ve hatta Latin Amerika ülkesi ile aynı pazarlarda mücadele etmek durumunda kalıyoruz. Uluslararası sınır ve kısıtlamaların önemli ölçüde azalmış olduğu modern ekonomi koşulları altında sadece ucuz iş gücü ile düşük kaliteli mal üretimi yaparak ve TL’nin değerini düşük tutup daha fazla miktarda mal satarak (günlük kullandığımız dilde sürümden kazanarak) uzun süre yol almak çok mümkün gözükmemekte. Kaçınılmaz olarak ülkenin üretim yapısının yüksek teknoloji ve katma değer üreten ürünlere doğru hızlıca evrilmesi zorunluluğu ortadadır. Değişimin başarılı olması orta vadede başat sektörlerin belirlenmesi ve desteklenmesi yanında üretilen ürünlerin satılacağı pazarların çeşitlendirilmesi ile mümkün gözükmektedir.”
“TL’de uzun süreli değerlenme büyümeyi olumsuz etkiler”
Türk lirasındaki olası değer kaybının mevcut tabloda enflasyona katkı sağlayacağı görüşünü dile getiren Topkapı Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Erhan Aslanoğlu da, talep yeterince kesilmeden kurda yaşanacak bir artışın enflasyona yansımasının geçmişe göre yüksek olabileceğini aktarıyor. Ancak TL’nin mevcut reel değerinin ekonomi yavaşlamaya başladığında ihracatta daha büyük sorunlar oluşturabileceği uyarısında da bulunuyor. Aslanoğlu, görüşlerini şöyle temellendiriyor:
Ekonomi yavaşlıyor ama yeterince yavaşlamadı henüz, fakat önümüzdeki aylarda yavaşlama daha netleştiğinde kurlar biraz ihracatçıya destek verecek şekilde yönetilirse bu kur geçişkenliği de çok yüksek olmayacaktır çünkü talep zayıfladığı zaman firmaların kur artışını fiyatlara yansıtması çok kolay olmayacak.
Bu açıdan ekonomi yönetiminin, özellikle talebin zayıfladığı ve diplere geldiği noktalarda -bu kısa bir süre içerisinde olabilir- bu noktaya gelindiğinde, kur politikasını bir daha düşünmesi ve yönetmesi gerekiyor. Şu andaki baskı zorluyor çünkü şu anda kurdaki hareketlenmenin enflasyona geçişkenliği artar. Fakat kuru yönetmek ekonomi yönetiminin elinde... Kur yönetimi, kurun düşmesini engellemek değil kontrollü bir değer kaybını da içermeli. İhracatçının bu anlamda desteklenmemesi durumunda bir süre sonra sanayinin zorlandığını, bazı sektörlerde kapanmaların artacağını, istihdam kayıplarının hızlanacağını düşünebiliriz. Bu durumda kaybettiğimiz ihracat pazarlarını tekrar almak kaybettiğimiz kadar kolay olmaz, rekabet çok yüksek. O açıdan eğer Türk lirasındaki değerlenme sürecini uzun süreye yayarsak Türkiye’nin büyümesini ve yapısal olarak sektörlerin rekabet gücünü olumsuz etkileyen bir tablo çıkabilir.”
“Kur politikası bir kez daha gözden geçirilmeli”
Rekabet gücü açısından TL’nin değerli hale gelmeye başladığını söyleyen Prof. Aslanoğlu, bu durumu ise şu verilerle ifade ediyor: “Burada özellikle ÜFE bazlı reel kur endeksine baktığımızda 91 civarlarında görüyoruz. Bu, endeksin tarihsel ortalamalarına yakın bir değer. 2021 yılı Aralık ayında endeksin dip noktası yani TL’nin değersizliğini gösteren noktası 67 gibi bir noktadaydı. Dolayısıyla 67 ila 91 arasında ciddi bir değerlenme olduğunu görüyoruz. Yüzde 30-40’ları bulan bir değerlenme anlamına geliyor. Her şeyden ötesi mevcut durumda 91 seviyesinin de üzerinde bir değerlenme olduğunu düşünüyorum; çünkü ÜFE, hizmet sektörlerini içermiyor. Hizmet sektöründeki enflasyon yüzde 100’lerde, ÜFE yüzde 50’lerde, TÜFE yüzde 70’lerde. Yani hizmet sektörü ile mal fiyatları arasındaki fark hiçbir zaman bu kadar açılmamıştı. İhracatçı yani aslında sanayici ciddi biçimde hizmetleri de kullanıyor. Artı, ücretler zaten yoktur. Maalesef yetersiz olmasına rağmen ücretler de dolar bazında oldukça yükselmiş durumda yani aslından geçmişten farklı olarak ÜFE bazlı reel kur endeksinin serisi şu anda geçmişle çok karşılaştırılacak noktada değil. Bugün değerli ama hizmetleri katsak ücretlerin ayrışmasını ilave etsek çok daha değerli gözüküyor. Dolayısıyla maalesef ülkemiz pahalı bir hale geldi. Bunu ihracatçı birçok sektör de dile getiriyor. Bunun gerçeklik payı olduğunu düşünüyorum.”