Siyah kuğuların resesyonu
Küresel ekonomi, Avrupa’nın 2010’da yaşadığı borç krizindeki gibi denge mücadelesini sürdürüyor.
Piyasa ekonomisi kavramı olan kararsız denge ekonomiye dışarıdan bir etki olduğu takdirde, piyasanın dengesini kaybetmesi anlamına geliyor. Ve ekonomiyi eski dengeye getirmek için çok büyük efor sarf edilmesi gerekiyor. Tüm dünyanın 2022’de yaşadığı bu kararsız dengeyi oluşturan dış etkiler ise siyah kuğular oluyor. Literatürde yönetilemeyen etkiler(şoklar) olarak adlandırılan bu kavram, günümüzde pandemi ve savaşla anlamlandırılıyor. Siyah kuğuların meydana getirdiği bu enflasyonist süreçle artık eski korelasyonlar da çalışmıyor. Örneğin, petrol ile altının güçlü korelasyonu, faiz ve fiyat artışlarının ilişkisi artık modası geçmiş metotlar olarak görülüyor. Enflasyonla mücadele etmeye çalışan FED ise mart ayından bu yana 225 baz puan faiz artırdı. Fakat enflasyon bu müdahaleye yanıt vermiyor, Avrupa yaklaşan enerji kriziyle boğuşuyor ve pandeminin istihdam üzerindeki etkileri devam ediyor. Tüm bu yaşananlar da olağan dışı bir döneme giriş yapıldığını gösteriyor.
Büyümede sert iniş uyarısı
Yüksek enflasyona karşı uygulanan daraltıcı politikalar hane halkının alım gücünü dolayısıyla reel gelirlerini düşürüyor. Bununla birlikte işverenin maliyetini artırıyor ve istihdamın düşüşüne sebep oluyor.
Bu durum da resesyon kavramını gündeme getiriyor. 1974’te ekonomist Julius Shiskin, durgunluğu tanımlamak için birkaç temel kural geliştirdi. En popüler olanıysa art arda iki çeyrek düşen GSYH oldu ve yıllar içinde ortak bir standart ölçümleme haline geldi. Günümüzün yeni riski bu durgunluk olarak konuşulurken, GSYH’daki ilk düşüşler görülmeye başlandı. İngiltere ekonomisi 2022’nin ilk çeyreğinde son bir yılın en düşük seviyesini kaydederek, yüzde 0.8 büyüdü.
Halbuki ülkenin bir önceki çeyrek büyümesi yüzde 1.3 olmuştu. ABD ekonomisi de milli gelirde düşüşten ziyade daralma kaydetti. 2021’in dördüncü çeyreğinde yüzde 6.9 büyüyen ABD ekonomisi, 2022’nin ilk çeyreğinde yüzde 1.6 daraldı.
İkinci daralma resesyon başlangıcı olarak anılırken, birçok ülkenin GSYH’da ilk düşüşü yaşadığı görülüyor. Ekonomik İş birliği ve Kalkınma Örgütü (OECD)’nün haziran ayında yayınladığı raporda ise ikinci daralmanın geleceği yer alıyor. Savaşın ve pandeminin küresel ekonomiye vurduğu darbeyi neden olarak gösteren OECD, 2022 yıl sonu küresel büyüme tahminlerini yüzde 3’e indirdi. Halbuki geçen yılın aralık ayı raporundaki büyüme tahmini yüzde 4,5 idi. Bunun yanında 2023 büyüme tahminlerini de düşüren OECD, küresel büyüme tahminini 2,8 olarak açıkladı. Bu da demek oluyor ki art arda iki çeyrek daralacak milli gelir sinyalleri veriliyor.
- Dünya Bankası da resesyon sinyalleri veren ‘Küresel Ekonomik Beklentiler’ raporunu yayınladı. 2022 için küresel büyüme tahminlerini yüzde 3.2’den 2.9’a düşürdü. Bu aşağı yönlü revizenin devam edeceğini tahmin eden Dünya Bankası, GSYH’daki sert iniş için ülkeleri uyardı.
Yüksek enflasyon ve ekonomik şoklar durgunluğun başlıca nedenleri
ABD’deki resesyon dönemlerini açıklayan otorite olarak tanımlanan Ulusal Ekonomik Araştırma Bürosu, haziran ayında durgunluğun yaklaştığını açıkladı. Açıklamasında reel gelir ve istihdamdaki düşüşün resesyonu tetiklediğini, bunun yanında ani ekonomik şokların da buna yol açtığını belirtti. Çünkü çok ısınmış bir ekonomide yaşanan ani ekonomik şoklar kontrolsüz büyüme düşüşü, dolayısıyla resesyonist bir süreçle son bulur. 2022’de küresel ekonominin çok ısındığı bir sürece şahit oluyoruz. Örneğin, Avrupa ekonomisinin önde gelen ülkelerinden Almanya’da mayıs ayı enflasyonu son 50 yılın zirvesini gördü. Yüzde 7,9 seviyesinde enflasyon açıklayan Almanya’da en yüksek fiyat artışı akaryakıt ve gıda fiyatlarında gerçekleşti. ABD ise haziran ayında yıllık yüzde 9,1 ile 1981’den bu yana en yüksek enflasyonu kaydetti. En büyük ekonomilerden biri olan İngiltere’de de durum farksız. Mayıs ayı enflasyonunun yüzde 9,1 seviyesinde gerçekleştiği İngiltere’de, son 40 yılın zirvesi görünüyor.
Sadece enflasyonla mücadele etmek ekonomiyi daraltır
Dünya Bankası’ndan IMF’ye kadar tüm kuruluşlar, bu fiyat artışlarını pandeminin ve savaşın birleşen etkileri olarak adlandırıyor. Çünkü karantina süreçleriyle ekonominin çarkları adeta durma noktasına geldi. Ve geleceğin belirsizliği endişesiyle hane halklarını tasarrufa yönlendirdi. Hükümetlerin açıkladığı destek paketleriyle ekonominin çarkları hızlandırılmaya çalışılsa da şu an bu teşviklerin gecikmeli etkileri görülüyor. Pandeminin etkilerini geride bırakırken, bireylerin harcamaya başladığı tasarrufları ve destek paketleri talepte çarpan etkisine yol açtı.
Bu yüzden şu an tarihi rakamlara şahitlik ettiğimiz enflasyonun bir kısmı, talep fazlasından kaynaklandı. Diğer yandan talep enflasyonunu kısmada en etkili silah olan faiz oranları kullanılmaya başlandı. Haziran ayında 75 baz puan politika faizi artışı gerçekleştiren FED, 1994’ten bu yana en yüksek seviyede tek seferlik artışı açıklamış oldu.
Yüksek faiz oranlarıyla borçlanmayı daha pahalı hale getirerek, tasarrufu teşvik etmeye çalışan FED, enflasyon düşüşü beklentisindeydi. Fakat beklentilerin üzerindeki faiz artırımına rağmen ABD’de haziran ayı enflasyonu yüzde 9,1 ile rekor tazeledi. Bu da demek oluyor ki, dünya artık ezberleri bozan bir enflasyonla karşı karşıya. Çünkü faiz artışlarıyla sadece enflasyon üzerindeki talepten kaynaklanan köpük alınırken, inatçı enflasyon geride kalıyor. İngiltere de enflasyon için daraltıcı politika kararları alan ülkelerden. İngiltere Merkez Bankası beşinci faiz artırımı olarak temmuz ayının ikinci haftası 25 baz puan artış gerçekleştirdi.
Avrupa Merkez Bankası da enflasyonu baskılamak adına 11 yıl sonra ilk kez faiz artırarak, 50 baz puan artış gerçekleştirdi. FED ve Avrupa Merkez Bankası’nın faiz kararını yorumlayan Chicago Üniversitesi Finans Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Luigi Zingales ise bu durum resesyon ihtimalini artırsa bile kurumların faiz oranlarını yükseltmek ‘zorunda’ olduğunu belirtiyor. Çünkü Batı ülkelerinde merkez bankalarının tatsız bir görevi olduğuna değinen Zingales, bu görevin daha çok enflasyonla başa çıkmaya çalışmak olduğunu söylüyor. Kısacası, bu inatçı enflasyonla çetin bir mücadeleye giren merkez bankaları resesyonu gözardı ediyor.
Avrupa Merkez Bankası’nın da tek hedefinin ‘fiyat istikrarı’ olduğuna değinen Zingales, FED’in ise ikili(tam istihdam ve fiyat istikrarı) yetkisi olduğunu vurguluyor. Sadece fiyat artışlarıyla mücadeleye yönelmenin reçetesiyse düşük büyümeyle sonuçlanıyor. Bu yüzden enflasyon yerine resesyonla karşı karşıya kalmayı seçiyorlar. Çünkü faizleri artırmak, tüketici talebini daraltmak ve ücret artışlarını baskılamak anlamına geliyor. Bu durum da ekonomiyi hızla daralma(resesyona) içine itme riskini getiriyor.
Farklı para politikaları uygulanıyor
Avrupa Merkez Bankası ve FED’in aksine Çin Merkez Bankası faizi indiriyor, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası ise faizi sabit tutuyor. Ülkelerin farklı politikalar uygulamasını değerlendiren Beykoz Üniversitesi İşletme ve Yönetim Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Sinan Alçın, hepsinin farklı ekonomik sorunlara maruz kalmasını bunun sebebi olarak gösteriyor. Çoğu ülkenin FED’in faiz artırımının olumsuz yansımalarını gidermeyi amaçlayacağını söyleyen Alçın, bu yüzden faiz arttırımına gideceklerini belirtiyor. Çin’in faiz düşürmesine de değinen Alçın, ülkenin yavaşlayan ekonomisi için genişletici para politikaları uyguladığını vurguluyor. Bu yüzden ekonomik büyüme(- genişleme) hedefleyen ülkelerin faiz artırımına gitmediğine dikkat çekiyor.
ABD’de istihdam oranları da sinyal veriyor
Ülkelerin büyüme oranlarında yaşanan düşüşler resesyonun sinyallerini verirken, istihdam seviyesindeki düşüşler de bu sinyallerden biri. Pandemiden sonraki süreçte daralma politikalarıyla işsizlik oranlarında artış kaydedildi. Hatta ABD’de geçtiğimiz yılın kasım ayında büyük istifa dönemi olarak adlandırılan bir süreç yaşandı. PwC’nin yaptığı bir araştırmada, pandemiden sonra Almanya’da yüzde 6, İngiltere’de yüzde 4,7’ye ulaşan istifa oranları da dikkat çekiyor. Artan işsizlik ile işverenler ücretleri artırmaya başlasa da tarihi enflasyon süreci yaşadığımız bu dönemde, ücretler beklentileri daha da artmaya devam ediyor. Türkiye gibi birçok ülkede enflasyonu gelirlerde neden olduğu kaybın önüne geçmek için ücretlerde ara zamlar yapılıyor. Ücretler arttıkça, işverenler de ücret artışından dolayı yaşadığı maliyet artışlarını etiketlere yansıtmaktan geri kalmıyor. Bu da fırsatçılıkla ortaya çıkan enflasyon-ücret sarmalını tetikliyor ve artan ücretlere karşı işçi çıkarmalarına sebep oluyor.
İstihdamdaki düşüşün bir resesyon işareti olduğunu belirten Maryland Üniversitesi Ekonomi bölümü öğretim üyesi Prof. Sebastian Galiani, genel ekonominin bu verilerle yorumlanabileceğini söylüyor. Bu yüzden Galiani’ye göre, önümüzdeki süreçte ABD ve Avrupa’daki işgücü piyasası istatistikleri resesyon için belirleyici bir gösterge olacak. Son verilere göre ise 2022 yılının Haziran ayında ABD’deki istihdam oranı bir önceki aya göre düşerek yüzde 59,9 oldu. Fakat, ABD dışındaki gelişmiş ekonomilerde ise haziran ayındaki istihdam oranlarında toparlanma görüldü. Bu da demek oluyor ki ABD resesyonun ikinci sinyalini verdi.
IMF "Uluslararası fiyatların yerel fiyatlara geçişine izin verilmeli" diyor
IMF merkez bankalarına adeta uyarı niteliğinde yayınladığı bir raporunda, uygulanan bu politikaları eleştirdi. Enflasyonla mücadele ederken resesyonu kaçınılmaz kılacak ülkeler için fiyat geçişine izin vermeleri gerektiğini vurguladı. Raporda küresel fiyatların yerel fiyatlara geçişine izin vermeyen ülkelerin bütçelerini zorlayacağı yer alıyor. Hali hazırda pandeminin etkisiyle zorlanan bütçelere doğrudan fiyat sübvansiyonları yaparak yeni baskılar oluşturulduğu belirtiliyor. IMF’ye göre ülkelerin uygulaması gereken politika, alt gelir grubuna yönelik destekler oluyor. Çünkü küreselleşen dünyada baskılanan her fiyat, gecikmeli de olsa ülke ekonomilerinde hissediliyor.