Sermaye servet ve devlet

Braudel: Kapitalizm ancak devlet ile özdeş hâle geldiği zaman, kendisi devlet olduğu zaman muzaffer olur.
Braudel: Kapitalizm ancak devlet ile özdeş hâle geldiği zaman, kendisi devlet olduğu zaman muzaffer olur.

Sermaye, 21. yüzyılın en aşikar sırrıdır. Hem her yerdedir; hem de nerede, kime ve hatta ne’ye ait olduğu belli değildir. Bazen paradır, bazen kredi; bazen de insanın kendisi. Sermaye yerçekimi gibidir, diyor david harvey; büyük bir kuvvet, şeyleri olduran bir ilişkidir. “onun var olduğunu ancak etkilerine bakarak sezebılırız.”1 maddî ve malî sermayenin yani sıra; beşerî, manevî ve kültürel sermaye de iktisadi ve idari bilimlerin merkezî kavramları oldular.

Zenginliğin sırrı nedir?

Onyedinci yüzyılın eşiğinde, merkantilistler “Bir ülke nasıl zenginleşir?” diye soruyorlardı; 21. yüzyılın eşiğinde ekonomistler: “Bir ülke nasıl kalkınır?” 2024 Nobel iktisat ödülü, bu soruya “Uzun ömürlü, sağlam kurumlar sayesinde!” cevabını veren Daron Acemoğlu’na verildi.

Kurumlar gerçek hayatta davranış ve güdüleri etkilediklerinden, ülkelerin başarı ya da başarısızlıklarını biçimlendirirler. Bireysel yetenek toplumun her aşamasında önem taşır fakat pozitif bir kuvvete dönüştürülmesi için, o bile kurumsal bir çerçeveye ihtiyaç duyar.

Bill Gates’den Steve Jobs’a, Lary Page’den Jef Bezos’a kadar sayısız yeni milyarder, elbette “çok büyük yetenek ve hırsa” sahiptiler. Fakat gerçekte ABD adlı kurumun onlara sunduğu teşviklere cevap veriyorlardı. Eğitim sistemi onlara “yeteneklerini tamamlayacak özgün beceriler kazanma” fırsatları sunuyor; ekonomik kurumlarsa onlara “kolayca şirket kurma, nitelikli işgücü ve finansman bulma” imkânları tanıyordu. “Kurumlara ve bu kurumların meydana getirdiği hukukun üstünlüğüne güvenleri tamdı ve mülkiyet haklarının emniyetinden endişe etmiyorlardı.”2

Hülasa, aktif bir sermayedar (kapitalist) sınıfınız kesintisiz kâr ve birikim peşinde koşacak; devletiniz de bu kâr avcılarının hem garantörü, hem de kolaylaştırıcısı olacaktır. Sadece kapitalistlerin olması ve piyasada cirit atmaları yeterli değildir. Onsekizinci yüzyılda Çin ve doğu Asya’da muazzam bir piyasa hareketliliği olmasına rağmen, gerçekten özerk bir kapitalist sınıf yoktu.

“Piyasa temelli gelişmenin kapitalist karakteri, kapitalist kurum ve eğilimlerin varlığı tarafından değil, devlet iktidarının sermaye ile ilişkisi tarafından belirlenir. Bir piyasa ekonomisine istediğiniz kadar kapitalisti ekleyin, devlet onların sınıf çıkarlarına tâbi kılınmadıkça, piyasa ekonomisi kapitalistleşmez, olduğu gibi kalır.”3

Braudel de yarım yüzyıl önce Maddî Medeniyet ve Kapitalizm’i yazarken aynı görüşü dillendiriyordu: Devlet bazen kapitalizmin lehine, bazen de aleyhine hareket eder; bazen genişlemesine fırsat verir, başka zamanlarda da ana kaynağını kurutur. “Kapitalizm ancak devlet ile özdeş hâle geldiği zaman, kendisi devlet olduğu zaman muzaffer olur.”4

Kâğıt para ve buhar motoru

Aktif bir sermayedar (kapitalist) sınıfınız kesintisiz kâr ve birikim peşinde koşacak; devletiniz de bu kâr avcılarının hem garantörü, hem de kolaylaştırıcısı olacaktır.
Aktif bir sermayedar (kapitalist) sınıfınız kesintisiz kâr ve birikim peşinde koşacak; devletiniz de bu kâr avcılarının hem garantörü, hem de kolaylaştırıcısı olacaktır.

Zenginlik insanoğlunun her zaman başını döndürmüş olabilir. Ama bir ülkenin ekonomisinin “sürekli büyümesi gerektiği” pek kafaya takılan bir mesele değildi. Avrupa ekonomileri ilk kesintisiz büyümeyi 1500-sonrası “keşif ve fetihler çağında” deneyimlediler. “Amerika’dan muazzam miktarlarda altın ve gümüş tahrici, deniz ticaretini finanse etti ve küresel bir ticaret ağı meydana getirdi. Hakiki takeoff ise, bir yandan, 17 yüzyılda kâğıt paranın icadıyla; diğer yandansa, 18. yüzyılda buhar motorunun icadıyla gerçekleşti. Kâğıt para ve ardından bankaların para ‘yaratması’, buhar motoru ve elektronik teknolojiyle birleşince, 19 ve 20. yüzyılların sanayi devriminin şartlarını oluşturdular.”5 Binswanger’e göre, büyüme serüveninin başlıca aktörleri şunlardı: Devlet, piyasa, şirket, para, kredi, emek, enerji ve tahayyül (imagination). “İnsanların hayal gücü durmaksızın yeni istek ve ihtiyaçları karşılayan yeni ürünler icat veya keşfeder. Dolayısıyla, hayal gücü, emek ile enerjiyi tamamlayan başlı başına önemli bir üretim faktörü olmuştur.”

Onsekizinci yüzyılın ortalarına kadar, ülke zenginliğinin başlıca iki kaynağının emek ve toprak olduğu varsayılıyordu. Ondokuzuncu yüzyılın ilk yarısında, sermaye üçüncü bir faktör olarak teoriye eklendiği zaman bile, “geçmiş veya cisimleşmiş emek” olarak tanımlanıyordu (embodied labor). Sonra o kadar ön plana çıktı ki, bu sefer insan emeği sosyal veya kültürel sermaye olarak tanımlanmaya başlandı. Neoliberal evrede, varlık gayeleri “iyi, doğru ve güzel”i aramak olan üniversiteler bile sadece kapitalist girişimler için gerekli olan “beşerî sermaye ile kârlı bilgiyi” üretmeye odaklandılar.6 Böylece, tıpkı daha önce emeği ve devleti kendi amaçlarına râm etmeyi başaran “Sermaye”, şimdi de bilgi ve hayal gücünü örgütleyip, onları kesintisiz/sınırsız sermaye birikimi yolunda kullanır hâle geldi.

Ferdi ve Şürekâsı’nda servet

Buraya kadar anlatılanların biraz kafa karıştırıcı olduğunu kabul ediyorum. O zaman konuyu biraz daha açalım. Thomas Piketty, son yıllarda bestseller olan “Yirmi Birinci Yüzyılda Sermaye” başlıklı kitabında, önce bir ülkenin zenginliğinin ana formülünü veriyor: “Milli Gelir = Sermaye Geliri + Emek Geliri” Eski dönemlerden farklı olarak, artık emek geliri ikiye ayrılıyor: Basit (niteliksiz) işçi emeği + “beşerî sermaye” olarak adlandırılan nitelikli emek. “Toprak eskiden servetin bir parçası sayılıyordu; şimdi onu sermayeden ayırmamız mümkün değildir. Altın da sırf bir tasarruf aracı sayılarak servete dahil ediliyor; sermayeden dışlanıyordu. Tüm bu servet biçimleri faydalıdır, üretkendir ve sermayenin iki önemli işlevini yerine getirirler: Tasarruf aracı ve üretim faktörü.”7

Halid Ziya, Ferdi ve Şürekâsı’nı 27 yaşında İzmir’de yazdığı zaman (1892) sermaye kavramından habersiz gibidir; emekçilerinin tüm kafa ve beden güçleri, şirketin servetine katkıda bulunmaktadır: “O vakit bu servet yoktu. Bunlar, yani (Ferdi’nin) babası, amcası, filanı senelerce Karadeniz’in üzerinde tekne kadar kereste çektirmelerini sürükledikten, tuzlu rüzgârlarda ciltleri yarılıp kızgın güneşlerde piştikten sonra iki üç sene evvel Unkapanı’nda bir kereste deposu tutmuşlar; Trabzon’da, Sinop’ta bilmem nerede tedarik ettikleri şeriklerle işe başlamışlardı. Eminim, başladıkları vakit Hüseyin İlhami ile kardeşinin üç yüz lira servetleri yoktu. İki sene içinde, yani Abdülgafur’la ben girdiğimiz vakit üç bin liralık bir ticaretgâh içine girmiş olduk. Hâlâ Unkapanı’nda, o pis, ahır gibi yerdeydiler; hâlâ gündüzleri pide ile tahin helvası yerlerdi. İşleri artık o kadar kesb-i kesret etmişti (artmıştı) ki, artı yetişmek kabil olamamış ve bir kâtiple bir sandukkâr (veznedar) tutmaya lüzum görünmüştü.”

Ferdi ve Şürekâsı Ticaretgâhı’nın serencâmını bu minval üzere nakleden kâtip Hasan Tahsin Efendi, genç ve kadirbilmez patronunun kendisine tepeden bakmasına içerleyerek, sözünü şöyle sürdürür: “Burada tam on sekiz sene yaşadık. Bu on sekiz senelik hayat ciğerlerimizi kuruttu, şakaklarımızda beyaz teller çıkardı, sakallarımıza kır düşürdü de ne oldu bilir misiniz? Maaşlarımız sekiz liraya, ticaretgâhın serveti de altmış bin liraya çıktı.” Bu arada Ferdi’nin babası vefat ediyor, şirketi amcasıyla paylaşarak ayrılıyor. “Ferdi o vakit yirmi bir yaşında, tek başına otuz bin liralık bir servete sahipti. Biz ikimiz bu genci bu servet içinde idareye başladık. Seneler geçti, bu servet bir ejder-i müthiş gibi şiştikçe şişti.”8

Kapital ne, kapitalist kim?

Bill Gates’den Steve Jobs’a, Lary Page’den Jef Bezos’a kadar sayısız yeni milyarder, elbette “çok büyük yetenek ve hırsa” sahiptiler. Fakat gerçekte ABD adlı kurumun onlara sunduğu teşviklere cevap veriyorlardı.
Bill Gates’den Steve Jobs’a, Lary Page’den Jef Bezos’a kadar sayısız yeni milyarder, elbette “çok büyük yetenek ve hırsa” sahiptiler. Fakat gerçekte ABD adlı kurumun onlara sunduğu teşviklere cevap veriyorlardı.

Servet ile sermaye arasındaki farkı anlayabilmek için, 20. yüzyılın en büyük iktisat tarihçisi olduğunu düşündüğüm Fernand Braudel’e kulak verelim: Kapital kelimesi 13. yüzyıl İtalya’sında ortaya çıksa da, ona bugün verdiğimiz anlamı ancak 18. yüzyılın sonlarında alabiliyor. Capitale (caput = baş) emtia stoku, para yekûnu veya faizli para anlamında 1211’de ortaya çıkıyor ve 1283 yılında “bir ticaret şirketinin aktifleri” anlamında kullanıldığı biliniyor. Sienalı Aziz Bernardino yüz yıl sonra şöyle diyordu: “Çoğunlukla sermaye diye adlandırdığımız, servetin o doğurgan sebebi.” Kelime tedricen Almanya, Hollanda ve Fransa’ya yayılarak, aşağı yukarı aynı anlamda kullanılan servet, fonlar, aktifler… gibi kelimelerden zaman içinde sıyrılıyor. “Üretkenliğin kaynağı olan zenginlik” anlamı giderek belirginleşiyor. Kapitalist kelimesi ise muhtemelen 17. yüzyılın ortalarından kalmadır. Hollandische Mercurius kelimeyi bir kez 1633’te, sonra 1654’te kullanır. Rousseau yüz yıl sonraki bir mektubunda şöyle diyordu: “Ne büyük bir lord, ne de kapitalistim. Yoksul ve mutluyum.” Kapitalizm kelimesine gelince, 18. yüzyıl ortalarından itibaren zaman zaman kullanılsa da, modern anlamını ancak 1850’de Louis Blanc ile aldı: “Kapitalin, başkalarını yoksun bırakarak bazı insanlara tahsis edildiği” toplum sistemi. “Emlak hâlâ kapitalizmin kalesidir” diye yazan Proudhon, kapitalizmi şöyle betimler: “Gelirin kaynağı olan sermayenin genellikle onu emekleriyle ortaya çıkaranlara ait olmadığı ekonomik ve toplumsal rejim.”9 Braudel, kapitalizmi serbest piyasa üzerinde yükselen ama geliştikçe onu baskılayan “piyasa düşmanı” bir sermaye rejimi olarak görüyor. Bu süreçte, kapitalistlerin en büyük destekçisi, onlarla bir nevi kader birliği etmiş olan modern devlettir. Hükmünü tekrar edelim: “Kapitalizm ancak devlet ile özdeş hâle geldiği zaman, kendisi devlet olduğu zaman muzaffer olur.”

1.Alisa Zhulina: Theater of Capital: Modern Drama and Economic Life, Evanston: Northwestern University Press, 2024, s. 7.

2.Daron Acemoğlu ve James a. Robinson: Ulusların Düşüşü: Güç, Zenginlik ve Yoksulluğun Kökenleri, İstanbul: Doğan Kitap, 2013, s. 17.

3.Giovanni Arrighi: Adam Smith in Beijing: Lineages of the Twenty-First Century, London: Verso, 2007, s. 332.

4.Fernand Braudel: Afterthoughts on Material Civilization and Capitalism, Baltimore: The Johns Hopkins University Press, 1977, s. 64.

5.Hans Christoph Binswanger: The Growth Spiral: Money, Energy, and Imagination in the Dynamics of the Market Process, Berlin: Springer, 2013, s. 1-3.

6.Brandon Absher: The Rise of Neoliberal Philosophy: Human Capital, Profitable Knowledge, and the Love of Wisdom, Lanham: Lexington Books, 2021.

7.Thomas Piketty: Yirmi Birinci Yüzyılda Kapital, İstanbul: Türkiye İş Bankası KY, 2024, s. 51.

8.Halid Ziya Uşaklıgil: Ferdi ve Şürekâsı, İstanbul: Özgür, 2011, s. 19-21.

9.Fernand Braudel: Civilization and Capitalism, 15th-18th Century, Volume II: The Wheels of Commerce, London: William Collins Sons, 1982, s. 232-39.

Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!

YORUMLAR
Sırala :

Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım