Sanatta ve hayatta sorumluluk

Kişinin ana sorumluluğu, hayat ile sanat arasında köprü kurmaktır.
Kişinin ana sorumluluğu, hayat ile sanat arasında köprü kurmaktır.

Hem ulusal hem de küresel düzlemde, siyasi/iktisadi/kültürel bakımlardan son derece eşitsiz ve gayr-ı adil sistemlerin parçasıyız. Önümüzdeki yarım yüzyıl bu yüzden çok çatışmacı ve kaotik geçecek. İster sanatçı, ister yönetici olsun, sorumlu hayalcilere en çok böyle zamanlarda ihtiyaç var. Hayal kurun, zaman dar!

İnsan, sorumluluk üstlenmiş bir varlıktır. “Biz emaneti göklere, yere ve dağlara sunduk da, onlar bunu yüklenmekten çekindiler. Emaneti insan yüklendi.” (Kur’an, 33/72.) Müfessirler emanetten başlıca kastın tevhid, adalet ve akıl olduğunu söylemişlerdir. Bazıları da, ana emanetin akıl olduğunu; tevhid ile adaletin akıl (ve irade) sayesinde ete kemiğe büründüğünü belirtmişlerdir.1 Ayet-i kerimede, emaneti yüklenen insanın zalim ve cahil olduğu da vurgulanır. Akıl sayesinde cehaletten kurtulup, adaleti tesis edecektir.

Sanatçı ve siyasetçi sorumluluğu

İlahiyattan sanat alanına geçersek, kişinin ana sorumluluğunun hayat ile sanat arasında köprü kurmak olduğunu görürüz. Puşkin’den esinlenen Bahtin’e göre, insan ile sanatçı naif ve mekanik bir tarzda tek kişide birleşir. Sanat faaliyetinde, insan gündelik hayatın bunaltıcı kaygılarından uzaklaşıp bir süreliğine başka bir dünyaya sığınır. İlhamın, hoş tınıların ve duaların dünyasıdır bu. Kendinden gayet emin olan sanatçı, hayatın sorumluluğunu yüklenmekten uzaktır. O zaman, “kişinin kurucu öğelerinin içsel bağlantısını güvence altına alan şey nedir?” diye sorar Bahtin. Cevap: Sorumluluk. “Sanatta deneyimlediğim ve anladığım şeyin sorumluluğunu, kendi hayatımla birlikte üstlenmek zorundayım.” Düşünürümüze göre, sorumluluk hem kabahati üstlenme, hem de muhatabını suçlama sorumluluğunu içerir. “Şair, hayatın bayağı nesrinden kendi şirinin suçlu olduğunu; gündelik hayatın insanı da, sanatın yararsızlığının aslında kendisinin özensizliğe eğilimli olmasından kaynaklandığını unutmamalıdır.”2 Genel anlamda sanattan, kolektif varoluş biçimimizi en fazla yansıtan sanat dalı olarak mimariye geçtiğimizde; sorumluluk alanının da bireyden topluma doğru genişlediğini görürüz. Yani söz konusu mimari eserin sadece hangi sanatçı tarafından tasarlanmış olduğu değil; nasıl meydana getirildiği ve toplumsal güç ilişkileri bağlamında hangi gerçeklikleri yansıttığı da önem kazanır. Siyahi ABD başkanı Obama’nın eşi Michelle sekiz yıl önceki “ulusa sesleniş” programında (Democratic National Convention, 2016), sadece Amerikan vatandaşlarını değil, bütün dünyayı şaşkına çeviren şu açıklamayı yapmıştı:

Her sabah, siyah köleler tarafından inşa edilen bir evde gözlerimi açıyor ve kızlarıma bakıyorum: Beyaz Saray’ın çimenleri üzerinde köpekleriyle oynayan iki güzel, akıllı, Siyah kız.3

Elise Edwards’a göre, Bayan Obama’nın bu sarsıcı yorumu, mimari süreçlerimizin her zaman pek de adil gerçekleşmediğine işaret ediyordu. Siyasetçi de, tıpkı sanatçı gibi, sorumluluktan kaçamazdı!

Sanayici ve mühendis sorumluluğu

Dördüncü Sanayi Devrimi’ni yaşamakta olduğumuzun söylendiği günümüzde, iş ve teknoloji dünyamızın liderlerinin taşıması gereken sorumluluk, sanat ve devlet adamlarınınkinden geri kalır mı? Başta yapay zekâ, blockchain ve Şeylerin İnterneti olmak üzere, bir dizi “tahrip gücü yüksek” teknoloji ekonomik dünyamızın tüm ağ ve sistemlerini yeniden yapılandırıyor. Fakat, insanlara sağladıkları sayısız yararla birlikte, yeryüzünün kaynaklarını tüketme ve hem toplum-içi, hem de toplumlar arası eşitsizlikleri daha ileri boyutlara taşıma riski de taşıyorlar. Dolayısıyla, teknolojilerin sorumlu kullanımı aciliyet kazanıyor. Küresel ekonomide ahlâktemelli ve insan haklarına saygılı bir yaklaşım gerekiyor.4

Tarihimizin en büyük sanatçılarından biri kabul edilen Mimar Sinan’a dair bir efsanenin, üzerinde durduğumuz sorumluluk meselesine şirin bir katkı sağlayabileceğini düşünüyorum.

  • Eserlerine uzaktan hayranlık duyarak yetiştiğimiz bu büyük mimarın gerçek sanatsal katkısını Turgut Cansever’den öğrenmiştim. Ona göre Sinan’ın eserleri bize açıklık, uyum, tevazu ve adalet duygusu aşılıyor; asırlar öncesinden adeta şu mesajları veriyor: “Dünyada hiçbir çözüm ebediyen geçerli değildir. Açık uçlu, geliştirilmeye müsait, gelecek nesillerin iradesine ipotek koymayan çözümler peşinde olun. Hükmetmeye değil, ahenge önem verin. Mütevazı olun. Adaletten sapmayın.”5

Cansever, Beyazıt ve Süleymaniye Camii örneklerinden hareketle, Sinan’ın sanat felsefesinin bu ana ilkelerine açıklık kazandırıyor.

Sinan'ın İstikbale mektubu

İnternette, Sinan’ın sanat felsefesine dair efsane bir mektup dolaşıyor: Güya, onun kalfalık eseri sayılan Şehzadebaşı Camii’nin 1990’lardaki restorasyonu sırasında taş kemerin kilit taşı çıkarılırken, içinden bir cam şişe çıkmış. Şişede dürülmüş bir beyaz kâğıt varmış. Kâğıtta Osmanlıca bir şeyler yazılıymış. Meğer mimarımızın geleceğe mektubuymuş bu: “Bu kemeri oluşturan taşların ömrü yaklaşık 400 senedir. Bu müddet zarfında taşlar çürümüş olacağından, siz bu kemeri yenilemek isteyeceksiniz. Büyük bir ihtimalle yapı teknikleri de değişeceğinden, kemeri nasıl yeniden inşa edeceğinizi bilemeyeceksiniz. İşte bu mektubu ben size, bu kemeri nasıl inşa edeceğinizi anlatmak için yazıyorum.” Bize bu ‘olayı’ haber veren arkadaşımız, ayrıntıları da unutmuyor: “Mimar Sinan mektubuna böyle başladıktan sonra, o kemeri inşa ettikleri taşları Anadolu’nun neresinden getirttiklerini söyleyerek izahlarına devam ediyor ve ayrıntılı bir biçimde kemerin inşasını anlatıyor.”

Genç arkadaşımızın yorumu: “Bu mektup bir insanın, yaptığı işin kalıcı olması için gösterebileceği çabanın insanüstü bir örneğidir. Bu mektubun ihtişamı, modern çağın insanlarının bile zorlanacağı taşın ömrünü bilmesi, yapı tekniğinin değişeceğini öngörmesi, 400 sene dayanacak kâğıt ve mürekkep kullanması gibi ileri bilgi seviyesinden gelmektedir. Bu ileri bilgiler de o koca mimarın erişilmez özelliklerindendir. Ancak bu bilgilerden çok daha muhteşem olan şey, 400 sene sonraya çözüm üreten sorumluluk duygusudur.”

Tarihi sürükleyen, efsanelerdir!

Olay uydurma, yorum muhteşem! Gruba yazan başka bir arkadaş veryansın ediyor: “Değerli arkadaşım, bu rivayetin aslı astarı yok. Tamamen uydurma bir efsane. Böyle şeylere itibar etmemenizi tavsiye ederim. Bu masal zaman zaman gazetelerde belirir, fakat şimdiye kadar bir Allah’ın kulu çıkıp ta ‘işte belge!’ demedi.”

Uydurma, efsane, masal. Ben de aynen böyle düşünüyor, fakat ilk arkadaşıma “böyle şeylere itibar etmeye devam etmesini” tavsiye ediyorum. Neden mi? Tarihin motor gücü efsanelerdir

Yeri, zamanı ve şahidi olmayan hiçbir anlatım tarihçiler tarafından ciddiye alınmaz. Bazı kitaplarda Ömer İbn Abdülaziz’den Kanuni’ye kadar birçok hükümdarın haksız yere bir Yahudinin elini kestirdikleri, sonra mahkemeye çıktıkları, kadının hükümdarın da elinin kesilmesine hükmettiğini, hükümdarın karara saygı göstermesi üzerine Yahudinin bu sefer itiraz edip şikâyetini geri aldığını; üstelik bir de Müslüman olduğunu okumuşuzdur. Bütün bu anlatımlar tarihin değil, ahlâk ve siyaset felsefesinin konusudur. “İşte, hükümdar dediğin böyle olur!” Anlatılmak istenen budur. Mimar Sinan hikâyesinde ise, anlatıcının çok iyi yorumladığı üzere “400 sene sonraya çözüm üreten sorumluluk duygusu” vurgulanmak isteniyor. Eh bunun için küçücük bir yalanı da fakihlerimiz hoş görsünler artık.

Sorumluluk, hayalci olmayı gerektirir!

Dokuz yıl önce, İstanbul Şehir Üniversitesi öğrencilerine yönelik mezuniyet konuşmasında (12 Haziran 2015), öğrenciliğin bir nevi ârafta yaşamak olduğunu, şu üç sorumluluğu üstlenerek gerçek hayata adım atabileceğimizi söylemiştim:

1.İnsanlığa karşı sorumluluğumuz,

2.Ailemize karşı sorumluluğumuz,

3.Kendimize karşı sorumluluğumuz.

  • İnsanlığa karşı en temel sorumluluğumuz İYİ İNSAN olmaktır. Yirminci asrın en büyük siyasi liderlerinden biri olan Aliya İzzetbegoviç, sorumlu insanın bu dünyadaki ana misyonunun Kötülükle savaş olduğunu söylüyordu. İşin tuhafı, “insanın kötülüğe karşı savaşı kazanamayacağını” düşündüğü halde, kötülükle savaştan bir an olsun vazgeçmiyor ve şöyle diyordu: “Allahım, hatalıysam beni affet, ama iyi bir Hıristiyan'a kötü bir Müslüman'dan daha çok saygı duyuyorum.”

İkinci sorumluluğumuz Ailemize karşıdır. Bu sorumluluğu yerine getirebilmenin şartı ise UZMAN olmaktır. Uzman olmadan gerçek anlamda üretken olamaz, ailemize güvenli bir gelir imkânı sağlayamayız. Üçüncü sorumluluğumuz kendimize karşıdır. Bu sorumluluğu yerine getirebilmenin şartı ise HAYALCİ olmaktır. Hayalcilikten kastım hayalperestlik değil, aktif ve umutlu kurguculuktur. Bunun bir yanı zaten uzmanlığımızla irtibatlıdır. Hayal gücü sınırlı olan uzmanlar “işçilik” düzeyinin çok ötesine geçemezler. Kurgu gücümüzü uzmanlık kapasitemizle bütünleştirmek zorundayız.

Fakat benim kurgudan asıl kastettiğim, sistem içi kurguculuk değil, bizzat sisteme dair kurguculuktur. Sistemi olumlu yönde değiştirmeye yönelik hayalciliktir. Yukarıda işaret ettik: Hem ulusal hem de küresel düzlemde, siyasi/iktisadi/kültürel bakımlardan son derece eşitsiz ve gayr-ı adil sistemlerin parçasıyız. Önümüzdeki yarım yüzyıl bu yüzden çok çatışmacı ve kaotik geçeceğe benziyor. Umutlu ve sorumlu kurguculuğumuzun en çok işe yarayacağı bir dönemdir bu.

Klasik fizikte doğal sistemlerin büyük kısmı dengede varsayılır. Dengesizlik zaman zaman görülse de arızidir, geçicidir. Adam Smith’den başlayarak, iktisatçılar bu görüşü ekonomik olgulara; sosyologlar toplumsal olgulara uygulamaya çalıştı. Bir sistem dengede ise, küçük çabalar sonuç üzerinde çok etkili olamaz. Fakat, modern fizikçilerin öngördüğü üzere, dengeden uzaklaşmış ise, çok küçük bir girdi muazzam bir çıktıya dönüşebilir (Kelebek etkisi.) Bugün de dünya sistemimiz dengeden uzaktır. İster sanatçı, ister yönetici olsun, sorumlu hayalcilere en çok böyle zamanlarda ihtiyaç var. Hayal kurun, zaman dar!..

1.Erkan Yar: Müslüman Kelamında Teklif ve Sorumluluk, Ankara: Ankara Okulu, 2017, s. 58.

2. Mihail Bahtin: Sanat ve Sorumluluk, İstanbul: Ayrıntı, 2005, s. 12. Puşkin’in atıf yapılan şiirinin son dörtlüğü şöyledir: “Gündelik hayatın sıkıcı kaygıları için / Kazanç peşinde koşmak, rahata ermek için / Doğmuş değiliz. Biz ilham için / Tatlı tınılar ve dualar için doğduk.”

3.Elise M. Edwards: Architecture, Theology, and Ethics: Making Architectural Design More Just, New York: Lexington, 2024, s. 1.

4.David Mhlanga: Responsible Industry 4.0, London: Routledge, 2024, s. 1-2.

5.Mustafa Özel: Makul Yönetici: Çağdaş Bir Fütüvvetname, İstanbul: Albaraka, 2021, s. 131.