Paris İklim Anlaşması’nın getirdikleri
Sayın Cumhurbaşkanı’nın Birleşmiş Milletler’de yaptığı konuşmanın tarihe geçecek pek çok yanı vardı. Örneğin, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz konusu ya da terör meselesi…
Göç hususunda Türkiye’nin yalnız bırakılamayacağı tezi; aşı milliyetçiliği ve Turkovac’ın insanlığın hizmetine sunulacağı açıklamaları…
Ancak, tüm bunların ötesinde, konuşmasının en büyük bölümünü ‘iklim değişikliği’ ile ‘canlılığın sürdürülebilirliği’ne ayırdı ve Türkiye’deki iş dünyası ile ülkemize yatırım yapmayı planlayanların dikkatle izlemesi gereken çok önemli bir adımdan daha söz etti.
Dedi ki: “Hepimize düşen görev; bu tehdit karşısında hakkaniyete dayalı bir yük paylaşımıyla tedbirlerimizi almak, yükümlülüklerimizi süratle yerine getirmektir. Türkiye olarak bu anlayışla hareket ediyoruz.”
Sonra da 2016 yılında imzaladığımız Paris İklim Anlaşması’nın, ‘ulusal katkı beyanı’mız çerçevesinde, önümüzdeki ay TBMM onayına sunulmasının planlandığını açıkladı. Cumhurbaşkanı, “Yatırım, üretim, istihdam politikalarımızda köklü değişikliğe yol açacak bu süreci 2053 vizyonumuzun ana unsurlarından biri olarak kabul ediyoruz” dedi.
Boğaziçi Üniversitesi’nden Doç. Dr. Sevil Acar ile Bilkent Üniversitesi’nden Prof. Dr. Erinç Yeldan hazırladıkları “Dual Bir Ekonomide Sürdürülebilir Büyüme ve İklim Değişikliği ile Mücadele” başlıklı TÜBİTAK projesi, Türkiye’nin aktif bir iklim politikası yürütmesi hâlinde millî gelirinin yüzde 7 oranında artacağını göstermiş.
Türkiye’nin enerjide yüzde 70’lerin üzerinde dışa bağımlı olduğu ve bu bağımlılığın temel nedenin petrol, doğal gaz ve kömür gibi fosil yakıtlardan kaynaklandığı belirtiliyor. Bunlar yerine herhangi bir yakıt maliyeti olmayan, dolayısıyla dışa bağımlılık oluşturmayan güneş, rüzgâr gibi yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanılması öneriliyor.
Tıpkı kömür ve gaz santrallerindeki gibi ilk yatırım sırasında bazı ekipmanlar ithal edilse de ülkemiz bu konuda hayli yol almış durumda… Millî Enerji ve Maden Politikası çerçevesinde, bu yatırımların yerli ve millî ekipmanlarla yürütülmesi konusunda kırmızı çizgiler çekildi. Kalyon Enerji’nin Ankara’daki güneş panelleri fabrikası 1,2 milyar MW’lık güce ulaşmış durumda. Bu sadece bir örnekti…
Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı’nın raporuna göre, rüzgâr ve güneşi merkeze alan enerji dönüşümü, teknoloji içeriği yüksek bir sanayi gelişimini de beraberinde getirebilir. Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi’nin “Türkiye’de Yenilenebilir Enerjiyle Sanayi Gelişimi, Ticaret Fırsatları ve İnovasyon” başlıklı raporunda da güneş ve rüzgârdan elektrik üretim kapasitesinin artmasının sanayi üretimindeki değer zincirini de önemli oranda büyüteceği; güneşte 15-25 GW’lık kapasite ilavelerinin 0,8 milyar dolar olan üretimini 6,8 - 11,3 milyar dolar kadar artırabileceği belirtiliyor.
Yine araştırmalar, iklim krizi ile mücadeleyi destekleyecek düşük karbonlu gelişmenin, fosile dayalı ekonomik yatırımlara göre daha fazla istihdam oluşturduğunu ortaya koyuyormuş. Örneğin; her 1 milyon dolarlık yatırımın, sürdürülebilir enerjide 15-30, enerji depolamada 4-12, enerji verimliliğinde 10-18, çevre dostu şehir altyapılarının geliştirilmesinde 10-15, atık ve geri dönüşümde 15-40 kişiye yeni istihdam potansiyeli olduğu; 1 milyon dolarlık kömür yatırımının inşaat aşamasında 1, termik ve maden işletmesinde 2 kişiye istihdam sağladığı hesaplanmaktadır.
Burada bahsettiğimiz ve daha pek çok araştırmanın sonuçlarına kısa bir internet aramasıyla STK’ların ortak çabasıyla oluşturulan “10 Soruda Türkiye ve Paris İklim Anlaşması” belgesinden ulaşılabilir.
Belgede şunların da altı çiziliyor: Sanılanın aksine Türkiye’nin Paris Anlaşması’na taraf olması değil, olmaması ekonomik bir yük getirebilir. Çünkü art arda karbonsuzlaşma ve karbon nötr olma hedefleri açıklayan birçok ülke, karbonsuzluğa dayanan yeni bir ekonomik düzen kuruyor. Bu yeni düzene adapte olmak, güneş ve rüzgâr gibi yenilenebilir enerji potansiyeli yüksek Türkiye’ye bazı fırsatları da beraberinde getiriyor.
Örneğin Avrupa Birliği, Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması ile 2050 karbonsuzlaşma hedefine giden yolda, ticari ilişkileri olduğu ülkelerin de dönüşmesini bekliyor. AB, ihracatının neredeyse yarısını bu ülkelere yapan Türkiye için büyük önem taşıyan bir ticaret ortağı. Türkiye, Paris Anlaşması’nı onaylayarak bu mekanizmaların ilgili endüstrilerinin karbon ayak izini azaltmasına ve bir iklim finansmanı desteğine dönüşmesine fırsat oluşturacaktır.
Türkiye, ulusal katkı niyetini 30 Eylül 2015’de BM Sözleşme Sekretaryasına sunmuştu. Burada, ülkemizin sera gazı emisyonlarının 2030’da yüzde 21 oranına kadar artıştan azaltım yapması öngörülüyordu.
İskoçya’nın Glasgow kentinde 30 Ekim-12 Kasım 2021 tarihleri arasında düzenlenecek 26. Taraflar Konferansı’nda Paris İklim Anlaşması’ndaki eksik konuların tamamlanması bekleniyor. Zirvede, Türkiye beklentilerini ve taleplerini yenileyecek.
Bütün bu durum analizinden çıkarılacak sonuç; iş dünyasının önünde ciddi bir ev ödevi olduğu gerçeğidir. Bundan böyle, onay da TBMM’den geçtikten sonra ‘çevreci’, ‘doğacı’ laf ebeliğinin bırakılması ve Paris İklim Anlaşması gerekliliklerinin ciddi, stratejik bir hedef olarak ele alınarak tüm konumlanmanın, yatırım anlayışının buna göre planlanması kaçınılmaz olacak.
Tavsiyemiz, nasıl finans, İK, iletişim süreçleri için danışmanlık hizmetleri alınıyorsa, benzer bir hizmetin Paris İklim Anlaşması’na uyum konusunda da alınmasıdır