Modern işletmede zanaat ruhu

Jim Collins’in 21. yüzyılın ikinci yılında yayınladığı, ABD’nin mükemmel şirketlerine dair araştırmasında, en başarılı şirketlerin, tıpkı bir zanaatkâr gibi altın bilezikleri olan, yani bir tek işte ustalaşanlar olduğunu açığa çıkardı...
Jim Collins’in 21. yüzyılın ikinci yılında yayınladığı, ABD’nin mükemmel şirketlerine dair araştırmasında, en başarılı şirketlerin, tıpkı bir zanaatkâr gibi altın bilezikleri olan, yani bir tek işte ustalaşanlar olduğunu açığa çıkardı...

Her insanın içinde bir zanaatkâr vardır. İnsan, dili ve düşünceyi nasıl doğal bir süreçle (farkında bile olmadan) geliştirmişse, eşya yapma yeteneğini de öyle geliştirir. Descartes, “düşünüyorum, öyleyse varım!” demişti. Oysa insan binlerce yıldan beri hâl diliyle şunu söylüyor: “bunu yaptım, öyleyse varım!”

Fethiye’nin kanaat önderlerinden, birçok caminin gönüllü vaizi, emekli İH meslek dersleri hocası Metin Karabulut ile Seki yaylasının “Erbakan Hüsen” lakabıyla maruf gönüllü müezzini, tüccar Hüseyin Karabulut’un merhum babaları Halil İbrahim dede, yaylanın tek kunduracısıydı. İleri yaşına rağmen zanaatını terk etmiyor, müşterilerini kalitenin yanısıra samimi dualarıyla neşelendiriyordu. Babası, “Rodos Hamidiye Medresesi mezunu” Molla Hüseyin Efendi, ilimde gözü olmayan Halil İbrahim’i ilk mektep üçten sonra kunduracı Gambar Nasıfı (Kamber Nasuhi?) ustaya çırak vermiş. Zanaatta epey yol alan çırak, askerlik dönüşü kendi dükkânını açmak için ustasından ruhsat istemiş. Usta, “gundurayı artık tanıyon emme benim yanımda bir yıl daha gal, ondan sonra tükkân aç Alilibraam!” deyivermiş. Artık kunduracılığın şifresini çözmüş olduğuna inanan Halil İbrahim, ısrar etmiş: “Ustacığım, madem gundurayı tanıyom, bi de evlencem gayrı, neye bi yıl daha bekleyem ki?” Ustanın cevabı, bu yazının fitilini ateşleyen şu hikmetli sözdür: “Gundurayı tanıyon emme, müşteriyi tanımıyon! Hangi müşteri paralıdır, galiteye ehemmiyet verir. Hangisi eyi niyetli emme çulsuzdur, alır da geç öder. Hangisi hem çulsuz hemi de gara galplıdır; alır bi daha gözükmez. Bunları sezmez isen, gundurayı yaparsın emme işi çeviremezsin. Döner gelir, gene bana çırak olursun!”

Yapıyorum, o hâlde varım!

“Zanaatkârlık sürekli, temel insan dürtüsüne, kendi iyiliği için bir görevi güzel yapma arzusuna işaret eder.”3
“Zanaatkârlık sürekli, temel insan dürtüsüne, kendi iyiliği için bir görevi güzel yapma arzusuna işaret eder.”3

Modern fabrikacılık karşısında, zanaat ustaları iyi kunduralar yapsalar da işi döndüremez oldular! Seki yaylasında artık kundura ustaları yok ve köylülerin akın ettiği Cuma pazarı fabrikasyon ürünlerle dolup taşıyor. Kapitalizm, birçok imalat alanında geleneksel zanaatları yok etti. Buna rağmen, garip bir paradoksla yaşamaya devam ediyoruz: Günümüzün en başarılı şirketlerinden birçoğu zanaat ruhunu en diri tutanlardır! Demem o ki, post-kapitalist çağda bile“zanaat özlemi” romantik bir nostalji değil, hayatî bir ihtiyaçtır. Çünkü zanaatkâr basit bir el işçisi değil, aklı ve kalbi ile elini yönlendiren; eliyle yaptıkça da aklını ve kalbini eğitip zenginleştiren; kendini iyi, güzel ve doğruya adamış insandır. Çağdaş zanaatkârlığın filozofu diyebileceğimiz Richard Sennett’in çalışmalarına yönveren de işte bu “Yapmak, düşünmektir!” sezgisidir. Descartes’ın “Düşünüyorum, öyleyse varım!” aforizması tashih edilebilir artık: “Yapıyorum, demek ki düşünüyorum; o hâlde varım!”

Zanaatkârlık yani “eşyayı güzel yapma becerisi” en temel insanî etkinliğimizdir. Sennett’in hocası Hannah Arendt, homo faber’in animal laborens’e üstün olduğunu düşünüyordu: Animal laborens, yük taşıyan, sıradan işlere mahkûm insandı ve çalışmanın kendisini amaç haline getirmişti. Homo faber ise, “başka çeşit iş yapan, ortak bir hayat yaratan” insanları simgeliyordu. Birincisi Nasıl?sorusuna odaklanmışken, ikincisi Niçin?diye soruyordu. Bana biraz günümüzün popüler sanat/zanaat ayırımını hatırlatan bu yaklaşımı reddediyor Sennett: “İyi elbise ya da güzel pişmiş yemek, bize İYİ hakkında daha büyük kategorileri tasavvur etme imkânı sağlar. Animal laborens, bu şekilde, homo faber’e kılavuzluk edebilir. İnsanlar, kendi yaptıkları eşya sayesinde kendileri hakkında fikir sahibi olabilirler.”1 Bu bakımdan, “içimizdeki zanaatkârı özgür” bırakmalıyız. Bunun yolu da, tıpkı lonca sisteminde olduğu gibi, işbirliğinden geçiyor.

Sennett, daha sonra kaleme aldığı Beraber başlıklı çalışmasında bu işbirliğinin mahiyetine ışık tutuyor: “Zanaatkâr’da aklın ve ellerin birbiriyle nasıl iletişime geçtiğini ve insanların gelişimine olanak sağlayan, ister el becerisi gerektiren işlerde, ister zihinsel etkinlikte kullanılan teknikleri anlattım. Bu kitapta ise, kendi iyiliği için bir işi güzelce yapma arzusunun, çoğu insana özgü bir potansiyel olduğunu, ama beceri haline gelmiş bu potansiyellerin modern toplumda hak ettiği değeri bulamadığını ileri sürüyorum.”2 Bireyciliğin en temel değer haline getirildiği kapitalist toplumda, Sennett bireysel olarak yapamadıklarımızı beraberce yapabileceğimizi; işbirliğinin aslında genlerimizde bulunduğunu, ama bunun geliştirilmesi ve derinleştirilmesi gerektiğini söylüyor. Ve bu tarzda çalışmanın kesinlikle ahlâkî bir tarafının olduğunu.

Üretken halkın işbirliği

"Kapitalizm, birçok imalat alanında geleneksel zanaatları yok etti."
"Kapitalizm, birçok imalat alanında geleneksel zanaatları yok etti."

Homeros’un destanlarında zanaatkâr için kullanılan demioergos kelimesi halk (demios) ve üretken (ergos) kelimelerinin bileşimidir. Şehirde beraber yaşamak (uygarlaşmak), kafa ve el emeğinin birleştirilmesini gerektirir. Dolayısıyla, günümüzde sanayi toplumunun ilerlemesiyle zanaatkârlığın ortadan kalkması değil, ancak form değiştirmesi söz konusu olabilir. “Zanaatkârlık sürekli, temel insan dürtüsüne, kendi iyiliği için bir görevi güzel yapma arzusuna işaret eder.”3 Kendisiyle yapılan bir söyleşide Richard Sennett, insan “içinden geldiği için” işini iyi yapar, diyordu. “İnsanoğlu bir biçim-yapıcıdır, bu yüzden yaptığı şeyin sonunu görmek ister. Her insanın içinde bir zanaatkâr vardır. İnsan, dili ve düşünceyi nasıl doğal bir süreçle (farkında bile olmadan) geliştirmişse, eşya yapma yeteneğini de öyle geliştirir. Descartes, ‘Düşünüyorum, öyleyse varım!’ demişti. Oysa insan binlerce yıldan beri hâl diliyle şunu söyleye geldi: Bunu yaptım, öyleyse varım!”4

Sennett’e göre, elleriyle iş görenlere karşı modern toplumda dehşet bir körlük vardır ve bu el işine karşı sınıf ayrımcılığına ve hatta horgörüye yol açıyor. Oysa el işine dayalı zanaatkârlıkta kendini adama, gurur, disiplin ve nesnel ölçütleri yüceltme gibi ilke ve değerler vardır. Meslekî gurur boş bir şişinme değil, bir özsaygıdır.

Böyle bir toplumda insanlara ne kadar kazandıklarına göre değil, ne denli güzel iş (eşya) yaptıklarına göre değer verilir. Kapitalist ekonominin tasarlanma tarzı, zanaat mantığını feda ediyor; böylece ortaya değersiz nesneler ve bozulmuş bir doğal çevre çıkıyor. Zanaat bu durumda kapitalizmin en kuvvetli düşmanı mıdır? Hayır, diyor Sennett.

Kimse artık devrime inanmadığı gibi, loncalar çağına geri dönebileceğimize de inanmıyor. Modern işyerinde olabilecek en köktenci tavır, çalışanların bir araya gelip: ‘Gelin daha iyi bir iş yapalım. Yaptığımız yeterince iyi değil, daha iyisini yapabiliriz!’ demeleridir. Çoğu işlerin örgütlenme biçimini derinden bozar bu. Toyota ve BMW gibi, çalışanları ruh ve kafaca zenginleştirmeye adanmış şirketlerde, bunu görmeye başlıyoruz. Geleceğe yönelik gerçek bir meydan okumadır bu. Bir zanaatkârlar ulusu meydana getirme arayışıdır.5

Jim Collins ve ekibinin çalışmaları Sennett’i doğruluyor, çok sayıda insana da moral kaynağı oluyor.

Mükemmel şirketlerde zanaat ruhu

Jim Collins’in 21. yüzyılın ikinci yılında yayınladığı, ABD’nin mükemmel şirketlerine dair araştırmasında, en başarılı şirketlerin, tıpkı bir zanaatkâr gibi altın bilezikleri olan, yani bir tek işte ustalaşanlar olduğunu açığa çıkardı. Şirketlere şu tuhaf soruyu soruyordu Collins: Tilki misiniz yoksa kirpi mi? “İsaiah Berlin eski Yunan mesellerine dayanarak insanları kirpilerle tilkiler şeklinde ikiye ayırır. Tilkinin bir sürü numarası vardır ama kirpinin bir tek büyük numarası vardır. Tilki karmaşık stratejiler geliştirerek kirpiye sinsice saldırılar düzenleyebilecek zeki bir hayvandır. Hızlıdır, beceriklidir. Kazanacağı kesin gibidir. Kirpiyse neye benzediği belli olmayan, garip bir yaratıktır. Tilki hızla fırlar avına doğru; kirpi kapanıp dikenli bir top haline gelir. Tilkiyle kirpi arasında bu oyun her gün tekrarlanır ve tilki çok zeki olsa da, oyunu hep kirpi kazanır.”6 Berlin’e göre tilki, algılarını tek ve bütünlüklü bir vizyon geliştirecek şekilde birleştiremediği için, dağınıktır ve aynı anda birçok kademede harekete geçer. Oysa kirpi, karmaşık bir dünyayı tek bir örgütleyici ilke, her şeye yön veren ve her şeyi birleştiren bir kavram etrafında ele alır. Dünya ne kadar karmaşık olursa olsun, tüm tehdit ve açmazları basit fikirlere dönüştürür.

Marvin Bressler, tarihte en etkili düşünürleri kendileri kadar akıllı olanlardan ayıran şeyin kirpilik olduğunu söyler: Freud ve bilinçaltı, Darwin ve doğal seçilim, Marx ve sınıf savaşı, Einstein ve görelilik, Smith ve işbölümü… Bunların hepsi kirpidir. Karmaşık bir dünyayı basite indirgemişlerdir.

Bunlara, iyi fikir ama çok ileri gidiyorsunuz diyen çok sayıda akıllı olmuştu. Kirpi aptal değildir. Derinlikli bir algılamanın ancak basitlik sayesinde olabileceğini kavramıştır. Mükemmel şirketleri meydana getirenler de şu ya da bu ölçüde kirpidirler. Walgreens, 1975-2000 arası birikimli hisse senedi getirisinde borsa ortalamasını 15’e katlayarak General Electric, Merck, Coca Cola ve Intel gibi mükemmel şirketleri geride bıraktı. “Cork Walgreen’i mülakatta boyuna sıkıştırdığımda, biraz da kızarak şöyle dedi: Yahu o kadar karmaşık bir şey değil. Konsepti bir kez anladık mı, kafadan dalıyorduk!” Konsept şuydu: Müşteri başına kârlılığı en yüksek, en iyi supermarket (convenient drugstore) zinciri olmak. Hepsi bu. Performansta Amerikan devlerini yarı yolda bıraktıkları atılım stratejisi işte bu kadar basitti. Walgreens bu basit konsepti fanatik bir tutarlılıkla uyguladı ve başarılı oldu. Kirpiler şu üç soruya en net cevapları verip, süratle uygulamaya geçenlerdir: Dünyanın en iyisi olduğunuz alan ne? Motorunuzu döndüren şey ne? En derin tutkuyla bağlı olduğunuz şey ne? Bunların hepsinde, zanaatkârlıkla filozofluk el ele verdiği sürece başarılı olursunuz.

Hülasa, kapitalizm zanaatları yok etse de, zanaat ruhu insanlığı terk etmeyeceğe benziyor.

1.Richard Sennett: Zanaatkâr, İstanbul: Ayrıntı, 2019, s. 18-20.

2.Richard Sennett: Beraber, İstanbul: Ayrıntı, 2020, s. 9-10.

3.Sennett, Zanaatkâr, s. 21.

4.Suzanne Ramljak: “Richard Sennett on Making,” American Craft, October/November, 2009.

5.Aynı söyleşi.

6.Jim Collins: İyiden Mükemmel Şirkete, İstanbul: Boyner, 2002, s. 109-144.