Mesleğe yeniden dönüşü baltalamayalım
Türkiye genç nüfus yapısıyla dikkat çeken bir ülke. Yıllardır haklı olarak bunun gururunu yaşar ve sunduğu avantajlardan yararlanmaya çalışırız. Genç ve kalifiye iş gücü yolunda anlamlı adımlar atıldı. Her ile üniversiteden tutun da tersine beyin göçüne varıncaya kadar önemli yatırımlar yapıldı. Meslek beceri kursları ve iş başı eğitimleri de veriliyor ancak geldiğimiz noktada “meslek lisesi memleket meselesi” olmaya devam ediyor.
28 Şubat darbesinden en büyük zararı gören meslek liselerinin kapatılmasının faturasını ödüyor Türkiye. Bundan 27 yıl önce 28 Şubat cuntacılarının İmam Hatip okullarının orta kısmını kapatmak için mesleki eğitime vurduğu darbenin tahribatı hâlâ onarılmış değil. Aradan çeyrek asrı aşkın bir süre geçtiği halde 85 milyon nüfuslu Türkiye kalifiye eleman sıkıntısı çekiyor. Sunulan onca imkâna ve pozitif ayrımcılığa rağmen bu konudaki karnemiz pek parlak değil. Belini bir türlü doğrultamayan sektörler var. Özellikle CNC operatörlüğü, kaynakçı, tornacı, kalıpçı, demirci gibi mesleklerde adeta bir eleman kıtlığı yaşanıyor. Yapılan araştırmalar ve açıklanan raporlar; bazı iş kollarında personel sıkıntısının uzunca bir süre devam edeceğini gösteriyor.
Türkiye Müteahhitler Birliği’nin (TMB) ocak ayında açıkladığı “İnşaat Sektörü Analizi Raporu”ndaki şu detay dikkat çekici: “Mevcut sistemde tamamı üniversiteye yönlendirilen gençlerin meslek ve sanat okullarına yönlendirilmesi, kısa vadede olmasa bile hem sektörün ihtiyaç duyduğu nitelik ve nicelikte elemana kavuşması, hem de ülkemizdeki işsizlik sorununun çözümüne katkı sağlaması bakımından önemlidir.”
Bu tespit önemli ancak, bugün yaşadığımız sorun; gençlerin üniversiteye gitmesinden kaynaklanmıyor. Raporu yazanların dili söylemeye varmasa da bu tablonun en önemli nedeni zamanında ses çıkarmadıkları 28 Şubat zihniyetinin mesleki eğitimi ortadan kaldırarak ülkeye yaptığı ihanettir. Bunu da meslek lisesi mezunlarının üniversite giriş sınavında aldıkları puanları “katsayı farkı” uygulamasıyla düşürerek yaptılar. Emeklerinin çalındığını, hakkının gasp edildiğini gören aileler, çocuklarını meslek liselerine göndermedi yıllarca. 2000’li yılların başındaki bu uygulama Türkiye’deki mesleki eğitimin köküne kibrit suyu döktü adeta.
Peki son 10-15 yılda ne yapıldı? Filmi geriye sardığımızda ilginç bir tablo karşımıza çıkıyor. Meslek liselerinin sayısı arttı ve yapılan reformlarla meslek liseleri büyük bir dönüşüm yaşadı. Farklı alanlarda eğitim veren yeni nesil okullar kuruldu. Meslek liselerinde 53 alanda 114 dalda eğitim veriliyor. Kat sayı eşitsizliğini atlatan bu liselerde doluluk oranı yüzde 95’e ulaştı. Mesleğe yeniden dönüş olduğu aşikâr.
Ancak bugün daha ciddi bir sorunumuz var. Meslek lisesi çıkışlı gençleri üretim alanlarına çekemiyoruz. Bunun birçok nedeni var ancak en önemlisi düşük ücret politikası. “AVM’de güvenlikçi olacağına çiftçi ol daha fazla kazan” söyleminden, “Mühendise 25 bin lira, işçiye 35 bin lira veriyoruz ama yine de işçi bulamıyoruz” serzenişine geldik. Serzeniş dediğim kısım aslında fecaat bir durumun ifadesi. Yıl 2024, işverenin bazısı hala mühendise 25 bin lira aylık ücret vermekten bahsediyor. Mühendisi 25 bin lira maaşa mahkum etme başarısıyla övünüyor. Elinden gelse ara elemanı asgari ücretin altında bir rakamla çalıştıracak. Bu mantıkla işveren yarın mühendis de bulamayacak maalesef. Çünkü terazinin ayarı iyice kaçmış durumda. İş şirazeden çıkmış vaziyette. Evet; gençlerde bir isteksizlik, bir iş beğenmeme havası var. Ama işverenin de külfet-nimet dengesi konusunda sağlıklı düşünemediği ortada. “Ara eleman” diye diye, fabrikadaki tezgâhta çalışacaklar “aranan eleman” haline geldi. Emeğinin karşılığında iyi bir ücret aldığında aklı başında kimsenin çalışmaktan kaçacağını sanmıyorum.
Türkiye’deki iş sahasında şöyle iki faklı fotoğrafı gözümüzün önünde canlandıralım. Bir tarafta plaza, alışveriş merkezi ve lüks cadde mağazalarında çalışan iyi giyimlilerin olduğu şık bir çalışma ortamı. Bir yandan da güneşin, rüzgârın, yağmurun hüküm sürdüğü tarım alanları, makine sesleri arasında ağır cisimlerin kaldırılıp indirildiği ve ellerin nasırlaştığı, üst başın yağlandığı fabrika ortamı. İş yükü bakımından mukayese kabul etmeyecek derecede farklı olan iki kişiyi aynı ücretle çalışmaya razı edebilir miyiz? Mutlaka her işin bir alıcısı vardır ancak, “Türkiye’nin üretime, sanayi ile büyüme ihtiyacı var” diyorsak bunun gereğini yerine getirmemiz lazım. Üretim bandının başındakilere hak ettiğini vermemiz gerek. Yoksa “ara elaman”, “aranan eleman” olmaya devam eder. Mesleğe yeniden dönüşü baltalamayalım.