Matsuşita’nın yönetim felsefesi

Konosuke Matsuşita.
Konosuke Matsuşita.

Size 20. Yüzyılın özgün Japon girişimcilerinden birini tanıtmak istiyorum: Konosuke Matsuşita. Dünyaca ünlü National veya Panasonic markalarını mal eden Matsushita Electrıc’in (ME) kurucusu. Panasonic 2020’de yaklaşık 70 milyar dolarlık satış geliri, 270 bin çalışanı ve 140 bin tescilli patentiyle dünya devleri arasındaki yerini koruyor. İş hayatında büyük liderliğin köklerini yakalamak ve uyarlanma yeteneğine sahip örgütlerin nasıl geliştirilebileceğini öğrenmek isteyenler Konosuke’nin hayat hikâyesinden çok şey öğreneceklerdir.

İngiltere veya İtalya, Japonya veya Çin; sanayileşmede belirli bir eşiği atlayan ülkeler önce kalitesiz ürünlerle başlıyor, sonra kaliteyi derece derece arttırıyorlar. Japonlar 19. yüzyılın ikinci yarısında Doğu Asya pazarlarını üç İngiliz malının ucuz taklitleriyle ele geçirdiler: Sabun, kibrit ve şemsiye. Yirminci yüzyılın ikinci yarısında ise önce Japonya, sonra Çin, Avrupa/Amerika mallarının ucuz taklitleriyle dünya pazarlarına girdiler ve hallaç pamuğu gibi attılar. Mesela Seiko, Casio gibi saatçiler yüzlerce yıllık İsviçre saat sanayiini yerle bir ettiler. Swatch, sadece bir sektörün değil, bir ülkenin namusunu kurtaran marka oldu. Başlangıçta bin dolarlık İsviçre saatlerinin “benzerini” kırk dolara satan Japonlar, zamanla daha pahalı saatler yaparken; İsviçreliler kaliteyi çok fazla düşürmeden fiyatları aşağı çekmeyi öğrendiler. 1980’lerdeyse Çinliler, bu sefer Japon saatlerinin “çakmalarını” dört dolardan satmaya başladılar. Şimdi onlar da kalite ve fiyatları yukarı çekiyorlar.

Osmanlı iktisat tarihçisi Donald Quataert’ten şu çarpıcı gerçeği öğrendiğim zaman kelimenin tam anlamıyla şok olmuştum: “Osmanlı sanayii, kalitesinin kurbanı oldu!” Bilgin tarihçiye göre Osmanlıları, sanayi devrimini gerçekleştirmiş Avrupa karşısında gerileten önemli faktörlerden biri “kalite aşkı” idi. Yanlış anlamayın: Avrupalıların değil, Osmanlıların kalite aşkı.

Tıpkı bugünün Çin malları gibi, ucuz fakat kalitesiz İngiliz kumaşları Osmanlı imalatçılarının baş belası olmuştu. Aklı evveller hemen şöyle diyebilir: “Kardeşim, onlar da kafalarını kullanıp, ucuz kumaş yapsalardı!” Hayır, Osmanlılar ucuz iş yapamazlardı. Buna akılları erse de, kalpleri el vermezdi. Çünkü sadece kazanç için iş yapıyor değillerdi. Diktikleri mintanı giyecek adamın parası kadar, duasına da taliptiler.

Matsuşita tarzı liderlik

İş hayatında büyük liderliğin köklerini yakalamak ve uyarlanma yeteneğine sahip örgütlerin nasıl geliştirilebileceğini öğrenmek isteyenler Konosuke’nin hayat hikâyesinden çok şey öğreneceklerdir.
İş hayatında büyük liderliğin köklerini yakalamak ve uyarlanma yeteneğine sahip örgütlerin nasıl geliştirilebileceğini öğrenmek isteyenler Konosuke’nin hayat hikâyesinden çok şey öğreneceklerdir.

Kalite aşkından kazanç aşkına geçelim. Burada da kalite var ama kazancın bir fonksiyonu olarak. Size 20. yüzyılın özgün Japon girişimcilerinden birini tanıtmak istiyorum: Konosuke Matsuşita. Sony veya Toyota gibi adlara aşina olanlar, Matsuşita ismini pek bilmezler. Ama ürünlerini gayet iyi bilirler: National veya Panasonic markalarını tanımayan yoktur. Konosuke Matsuşita, işte bu dünyaca ünlü markaları imal eden Matsuşita Electric’in (ME) kurucusudur ve 2008 yılında ürün markası olan Panasonic’i kendine isim olarak benimseyen şirket, 2020 yılında yaklaşık 70 milyar dolarlık satış geliri, 270 bin çalışanı ve 140 bin tescilli patentiyle dünya devleri arasındaki yerini korumaktadır.

Bay Konosuke 1989 yılında bu dünyadan göç etti ve bir yıl sonra Harvard işletme hocalarından John Kotter onun işletme dehasını araştırmaya başladı. İş hayatında büyük liderliğin köklerini yakalamak ve uyarlanma yeteneğine sahip örgütlerin nasıl geliştirilebileceğini öğrenmek isteyenler Konosuke’nin hayat hikâyesinden çok şey öğreneceklerdir. Matsuşita efsanesi sıradan bir şirket hikâyesi değil, “sarsıntı ve yaralardan kuvvet bulma” serüvenidir. Büyük başarıların ahlâkî temellerinin hikâyesidir. Ne Sony’nin kurucusu Morita gibi yakışıklı ve konuşkan, ne Honda gibi aşırı inatçı ve dünyaca ünlüydü. Fakat bütün büyük liderlerin yaptığını o da yaptı: Mevcut beşerî şartları olağanüstü geliştirmek için büyük insan gruplarını motive etti. Ve ülkesinde bileğinin hakkıyla “halk kahramanı” mertebesine ulaştı.

Ondokuzuncu yüzyılın sonlarında (1894) doğan Konosuke, bağımsız çalışmaya başladığında 23 yaşındaydı ve cebinde 100 Yen parası vardı. Onbeş yıl sonra hatırı sayılır bir şirketin sahibiydi ve elemanlarına bunun sırrını şöyle açıklıyordu:

  1. İş yaptığınız insanlara kendi ailenizin fertleriymiş gibi muamele edin. Kazanç kapıları, insanların sizden gördükleri anlayışa bağlıdır.
  2. Satış sonrası hizmet, satış öncesi yardımdan önemlidir. Ancak güler yüzlü hizmet sayesinde daimî müşteriler kazanırsınız.
  3. Müşteriye görünüşü cazip gelen malları değil, işlerine yarayacak malları satın.
  4. Bir tek kağıt parçasının bile israfı, ürünün fiyatını o nispette arttırır, unutmayın!
  5. Müşteriye mal yetiştirememenin tek sebebi dikkatsizliktir. Böyle bir durumda kibarca özür dileyin, müşterinin adresini alın ve siparişi tez elden kendisine ulaştırın. (John P. Kotter: Matsuşita Leadership, New York: Free Press, 1997.)

Masahiro Mukasa onunla çeyrek yüzyıl çalışan bir yöneticiydi. Patronu hakkındaki en dikkate değer tesbitleri şunlar: Çok çalışır ve insanları çok büyük bir dikkatla dinlerdi. Muhtemelen resmî eğitiminin kıt olması yüzünden, başkalarının sözlerine aşırı kulak kesilirdi. Kendi fikirlerini oluştururken, bu şekilde edindiği bilgileri ustaca kullanırdı. Kazandığı onca paraya rağmen, hiç zengin insan pozu takınmazdı; zaten kazandığı parayı da lükse harcamazdı. Maneviyata büyük önem verir, aklını ve ruhunu yüceltmeye bakardı. Başka insanları geliştirmeden, kendini de geliştiremeyeceğine inanırdı. Dolayısıyla onun gözünde başkalarına yardım, kendi kendine yardım demekti. Bu fikirler onun için adeta birer dinî inanç mesabesindeydi. Başkalarının işbirliği olmadan amaçlarını gerçekleştiremeyeceğini söylerdi hep. Karşısına alıp konuştuğu her insana şu izlenimi verirdi: Sen olmasan, bu kadar başarılı olamazdık!

Kotter’e göre,

Konosuke’nin geleceği gençliğinde şekillenmişti. Onun içindir ki, Samuel Ullman’ın bir şiirini ezberlemiş ve yeri geldiğinde başkalarına okumaktan zevk alırmış: “Bir hayat çağı değildir gençlik, bir zihin durumudur; arzu, tahayyül ve heyecandır; hayatın derin kaynaklarının tazeliğidir gençlik. Cesaretin çekingenliğe galebesi, serüven iştahıdır gençlik... Diyeceksiniz ki, bunlar yirmisindeki gençten çok altmışına merdiven dayamışta bulunur. Evet, sadece yılların geçmesiyle yaşlanmıyoruz; ideallerimizden koptuğumuz ölçüde yaşlanıyoruz.

Şirket modeli bir tarikat

Panasonıc.
Panasonıc.
Büyüyen her organizma gurura kapılır ve çoğu zaman istikamet şuurunu kaybeder. Matsuşita Elektrik de 1932 yılında böyle bir yön şaşkınlığı yaşadı. Şaşkınlığı gideren şey, şirkete yeni bir misyon biçme arayışı oldu. Arayışın ilham kaynağı ise dinî bir tarikat idi. Matsuşita müşterilerinden biri tarikat üyesi olmuş ve dinî inancın verdiği ferahlıkla işlerini yoluna koymuştu. “Hayatımın ilk defa yaşanmaya değer olduğunu hissediyorum,”

Bu sevinci başkalarıyla paylaşmak, özellikle de Bay Konosuke Matsuşita’yı tarikata sokmak için çırpınıp duruyordu. Matsuşita belirli bir dine inanmadığından, tarikatlara karşı sıcak değildi. Fakat adamın heyecan ve samimiyetinden etkilenmişti. “Adamın mutluluğu yüzünden okunuyordu.” Tenri kentindeki Tenrikyo tarikatını ziyaret etmemek olmazdı artık. Tarikata ait binaların mimarîsi ve temizliği daha ilk anda Konosuke’yi çarpmıştı.

Ya insanlar? İbadet edenlerin sessizce gösterdikleri saygı, ziyaretçilerin çokluğu, müritlerin aşikâr gayretleri ve mâbetleri inşâ etmekte olanların enerji düzeyleri çarpıcıydı. Bu insanlar hiçbir ücret almıyor, buna rağmen coşku ve memnunluktan kablarına sığmıyorlardı. Bay Konosuke, Osaka’ya döndüğünde muhayyelesi dopdoluydu: Mutlu insanlar, çalışkan insanlar, üstelik hiçbir ekonomik teşvik söz konusu değilken! Tarikata girmedi, ama pratik bir işadamı olarak bu tecrübeden çok etkilendi. Kendi şirketini de bir şekilde bu dinî kurum kadar “anlamlı” hale getirebilirse, insanlar hem daha mutmain, hem daha üretken olabilirdi.

Matsuşita efsanesi sıradan bir şirket hikâyesi değil, “sarsıntı ve yaralardan kuvvet bulma” serüvenidir.
Matsuşita efsanesi sıradan bir şirket hikâyesi değil, “sarsıntı ve yaralardan kuvvet bulma” serüvenidir.

Bir süre sonra 168 üst düzey yöneticisini şirket kulübünde topladı. Önce onlara geçmişteki başarılarını hatırlattı: 15 yıl içinde 1100 kişinin çalıştığı, 10 fabrikası, 280 kayıtlı patenti olan üç milyon Yen cirolu bir şirket meydana getirmişlerdi. Sonra Tenrikyo tarikatında gördüklerini anlatarak sözünü şöyle bağladı: “Bir imalatçının misyonu yoksulluğu altetmek, toplumu bütünüyle sefaletten kurtarmak ve onu zenginleştirmek olmalıdır. Girişimci ve imalatçı bütün ürünleri tıpkı içme suyu gibi ucuz ve tükenmez hale getirmelidir. Bu gerçekleştiği zaman, yeryüzünden yoksulluk kalkacaktır.”

Ne var ki, bu misyonu başarmak birçok yıl, belki iki veya üç asır gerektiriyordu! Zamanın uzunluğu onları misyonu benimsemekten vazgeçirmemeliydi. Bütün değerli idealler başarılması zor ideallerdi. Uzakgörüşlü insanlar tutkulu, büyük tasarılar geliştirip peşine düştükçe hayat yaşanmaya değer olurdu. “Bugünden itibaren, bu uzak rüya, bu kutsal görev, şirketimizin ideali ve misyonudur. Bu misyonu yerine getirmek hepimizin sorumluluğudur. Hayatta en mühim şey, yaşarken mutluluğun en yücesini tatmakla yetinmeyip, gelecek nesillerin mutluluğu için de çaba harcamaktır.”

Konuşma dinleyenlerin çoğunu etkilemiş, bir kısmını şüpheye düşürmüştü. Yoksulluğu ortadan kaldırmak bu para babasının mı arzusuydu? İki veya üç asır mı geçmeliymiş? Bir kısmının ise gözleri yaşarmış, kendilerini Konosuke’nin yarı-dinî heyecanına kaptırmışlardı. Şüpheciler zamanla Konosuke’nin sosyalist veya Konfüçyen bir işletme peşinde olmadığını, yani kârdan vazgeçmeye değil, “gerekli” mal ve hizmetleri mümkün olan en düşük maliyetlerle üretip satmak suretiyle topluma hizmet etmeye yöneldiğini anlayıp seslerini kıstılar.

Matsuşita’nın misyonunu açıklayan ilkeler şunlardı:

1. Halka hizmet.

2. Hakkaniyete riayet ve dürüstlük.

3. Ortak misyon yolunda takım çalışması.

4. Kesintisiz gelişme çabası.

5. Nezaket ve alçakgönüllülük.

6. Doğal yasalara uymak.

7. Nimetlere şükretmek.