Korumacı anlayışla nereye?
2008’de başladı her şey. Ters yüz olmaya ramak kalan dünya ticaret anlayışındaki hızlı değişimin fitilini Amerika’da başlayan küresel ekonomik kriz ateşledi. 2011’e kadar iyice derinleşen bu kriz, ülkeleri korumacı politikalar üretmeye itti. 10 yıl öncesine kadar olabildiğince gelişen liberal ekonomik anlayış rafa mı kalkıyor?
Küçük bir kasabada üretilen mal ve hizmetin küresel pazarlarda kendine yer bulduğu, tersini düşünürsek, dev global markaların en ücra yerleşim birimlerine kadar nüfuz ettiği yaklaşım terk mi ediliyor? Bu sorunun cevabı elbette rahatlıkla verilecek bir “Evet” değil… “Hayır” dememizi zorlaştıran bir yapı var karşımızda. Ülke grupları, ülkeler ve hatta uluslararası dev markaların ticaretinde oluşmuş karşılıkla bir bağımlılık var.
Dünya ticaretinin büyüme hızı küresel ekonominin büyüme potansiyelini geride bırakan bir ivmeyle yükseliyor. Bu durum ülkeleri kendi iç pazarlarını korumaya itiyor. Yerli üretim unsurlarını güçlendirme anlayışından da kaynaklanan bu durum, ülkelerin yana yakıla ihracatlarını arttırma gayretiyle de çelişiyor. Bir sarmalı resmeden bu anlayışın son ve en dikkat çekici çıkış ABD’den geldi. Yani sorunun başladığı yerden. Mortgage kriziyle patlak veren popülist ve bir o kadar da balon olduğu anlaşılan ABD finans sistemi şimdi hangi yöntemle idare edilecek. Ocak’ta Beyaz Saray’a çıkacak Donald Trump’un söyledikleri birer fantezi mi yoksa katı bir korumacı anlayış mı? Bu cümlenin altını çizmek gerekir; Dünyanın en büyük ekonomisi, sırtında yükseldiği küresel ekonomi düzenine sırtını o kadar rahat dönemeyecek.
Trump’un serbest ticaret anlaşmalarını rafa kaldıracağına dair beyanları var. ‘Önce Amerika’ anlayışını önceleyen Trump Amerika'nın ekonomisini güçlendirmek için korumacı bir politika savunuyor izlenimi veriyor. ABD'ye yabancı ürünler girişlerini kesmek istiyor, serbest ticaret karşıtı bir duruş bu. Kuzey Amerika Ülkeleri Serbest Ticaret Anlaşması NAFTA'nın şartlarını yeniden müzakere etmek ve gerekirse anlaşmayı feshetmek istiyor Trump. Bu anlaşmanın tarafları Kanada, ABD ve Meksika. Bunu bir kenara not edelim.
Bir yıl önce müzakereleri tamamlanan Trans-Pasifik Ortaklık Anlaşması TPP da Trump’tan veto yedi. Obama’nın pasifik okyanusunun batı kıyısındaki ülkelerle birlikte imzaladığı ticari anlaşma geri çekiliyor. Japonya, ABD, Avustralya, Kanada, Malezya ve Meksika’nın da aralarında bulunduğu 12 ülke dünya ekonomisinin yüzde 40’ını temsil ediyor. Trump, bu anlaşmadan da vazgeçiyor. Avrupa Birliği ile 2013’ten beri müzakere edilen Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı (TTIP)’i hiç konuşmaya bile gerek yok. Hele hele ABD’nin Avrupa’daki “en sıkı dostu” diyebileceğimiz İngiltere’nin birlikten ayrılma kararını da hesaba kattığımızda TTIP’te anlaşmasının iyice imkansız hale geldiğini görürüz.
ABD’nin yeni dönemde sıkı bir koruma politikası güdeceğini gösteren kuvvetli bir söylem daha var. Trump, şirketlerin ürünlerini Amerika'nın dışında bulundurup ABD'ye gümrüksüz getirmelerini engellemek için gümrük vergilerini arttırmayı da dillendirdi. İç piyasayı elinde tutmak isteyen yeni başkanın yerel kaynaklardan daha fazla yararlanma yoluna gidiyor. Petrol, doğal gaz, kaya gazı ve kömür gibi ülkenin kendi enerji rezervlerini daha fazla kullanmayı planlıyor.
Trump, bütün bunları ülke ekonomisini yüzde 4 büyütme hedefi için düşünüyor. Fakat; dünyanın en büyük ekonomisini bu denli keskin bir virajlara sokmak, dünyanın geri kalanını da yakından ilgilendiriyor. En büyük endişe böyle bir ticaret politikasının küresel resesyona yol açabileceği yönünde. Seçim ortamında taahhüt edilen korumacı ticaret politikalarının küresel bir ticaret savaşı beraberinde getirir. Bu durum mali genişleme etkisini gösterdiği zaman, ABD’nin en yakın ticaret partnerleri Meksika ve Kanada bundan en büyük zararı görün ülkeler olur. Çin ekonomisine etki ettiğinde ise mevcut resesyonu iyice derinleştirir ve dünya ekonomisinin tamamına yansıyan bir durgunluğa dönüşür. Peki ya diğer ülkelerde benzer korumacı politikalara başvurursa…
Son 10 yıldır tartıştığımız ticari entegrasyon çabalarının, mevcut akıntının yönüne terse çevirecek bir korumacı anlayışla sonuçlanması ilginç. Türkiye’nin bu dalgalardan korunmak için Avrupa ile Gümrük Birliğini güncelleme çabası sürüyor. Avrupa Birliği üzerinden Türkiye pazarına uzanmaya çalışma gayretlerine karşı verdiğimiz mücadele de bundan etkilenir. Bu konularda aktif bir politika izleyen Türkiye’nin eli rahatlayabilir. Kozları çoğalabilir. Bizim de ‘yerli üretim’ dediğimiz bir dönemde kantarın topuzunu kaçırmadan dengeli bir dış ticaret politikasına ihtiyacımız var.