Keykâvus’un yönetim felsefesi

'dinî doğru ile siyasî doğru aynı kapıya çıkar.'
'dinî doğru ile siyasî doğru aynı kapıya çıkar.'

Çağdaşların postmodern dediği anlayışların çoğu aslında klasik felsefenin uzantısı. Son dönemlerde ‘merhamet’ anlayışı ciddi yönetim düşünürleri tarafından dillendirilir oldu. Bilincin insanı umut ve merhamete götürebilmesinin anahtarı adalettir. Adalet duygusu yeterince gelişmemiş olanların “başkalarıyla, doğa ve toplumla tam bir bilinç içinde yaşamaya” çalışması düşünülemez. Klasik çağda yaşayan eflatun’un da ana meselesi adaletti.

Yöneticiliğin esasının feraset ve merhamet olduğunu söyleyenlere artık dudak mı bükülüyor? Hiç te değil! Bu kavramlar postmodern yönetim felsefesinin pivot kelimeleri haline geldiler. Benim de birkaç yıldır bu dergideki yazılarım aracılığıyla vermeye çalıştığım mesaj, çağdaşların postmodern dedikleri anlayışların çoğunun aslında klasik felsefenin uzantısı olduğudur. Postmodern, modernin karşıtı olabilir; fakat klasik’in izinde gidiyor. Çiçeği burnunda bir kitaptan örnek verelim. İşyerinde merhamet kavramını yaygınlaştıran ciddi yönetim düşünürlerinden Richard Boyatzis’in (Boyacıoğlu mu desek?) kaleme aldığı Resonant Leadership başlıklı kitabın ana fikri, büyük liderlerin “uyanık” olduklarıdır. Peki, nedir bu uyanıklığın aslı astarı? “Kendilerini inançlarına adarlar, değerlerine sahip çıkarlar ve dolu dolu, tutkulu bir hayat yaşarlar. Duygusal bakımdan zeki ve bilinçli farkındalık sahibidirler. Benlikleriyle, başkalarıyla, doğa ve toplumla tam bir bilinç içinde yaşamaya çalışırlar. Günümüz dünyasının belirsizliğini umutla karşılar, takipçilerine ilham verirler. Zorlukların yanısıra fırsatlarla da yüz yüze gelir, bunları empati ve merhametle karşılarlar.”1 Bilincin insanı umut ve merhamete götürebilmesinin anahtarı ise adalettir. Adalet duygusu yeterince gelişmemiş olanların “başkalarıyla, doğa ve toplumla tam bir bilinç içinde yaşamaya” çalışması düşünülemez.

Adaletsiz merhamet, ölçüsüz adalet olmaz!

keykavus.
keykavus.

Klasik çağa dönüverdik işte: Eflatun’un ana meselesi de adalet idi. Fakat ölçü olmadan adalet olur mu? “Bir devlette madem ki hızlı koştuğu, güzel ya da güçlü olduğu için birine makam verilmiyor, erdemsiz olduğu halde sırf zengin olan birine de verilmemeli, hatta erdemli olsa ama içinde ölçülülük yoksa, gene verilmemeli. Adalet, ölçü olmadan ortaya çıkamaz.”2

Filozofa göre, dinî doğru ile siyasî doğru aynı kapıya çıkar. Dinen yanlış sayılan bir ölçü, yönetimde kullanıldığı zaman, devlete felaket getirir: “Bir devlet kalıcı ve insanlık ölçüleri içinde mutlu olacaksa, onur ve cezaların doğru dağıtılması gerekir. Ölçülü olmayı da kapsamak koşuluyla, ruhsal iyileri en onurlu ve birinci sıraya koymak doğru olur. İkinci sırada beden güzelliği ve sağlık, üçüncü olarak da servet ve parayla ilgili şeyler gelmelidir. Yasa koyucu ya da kent bunların dışına çıkar da, serveti onurlandırır ya da onur bakımından alttakilerden birini üste çıkarırsa, bu ne dinsel açıdan ne de siyasal açıdan doğru bir iş olur.” Bu hakikatı daha belirgin kılmak üzere, bir öykü anlatıyor Eflatun: Devletlerin ilki Kronos çağında çok mutlu bir iktidar ve yönetimmiş. Bunu örnek alan bir devlet, bugünküler içinde en iyi yönetime sahip demektir. Kronos biliyordu ki, hiçbir insan yapısı, kendini bilmezliğe ve adaletsizliğe sürüklenmeden insan işlerini kendi başına yönetmeye yeterli değil. İşte böyle düşündüğü için, kentlerimize insanları değil, daha tanrısal, daha üstün soydan gelme daimonları yönetici ve kral olarak getirmiş. Bugün biz de aynı şeyi evcil hayvan sürülerine yapıyoruz: sığırların başına sığır, keçilerin başına keçi yönetici koymuyoruz, onları daha üstün bir soy olarak biz kendimiz yönetiyoruz. İşte tanrı da insanları sevdiği için aynı şeyi yapmış, bizden daha üstün bir soy olan daimonları başa geçirmiş. Bunlar kendileri sıkıntıya girmeden, bizi de pek sıkmadan bizimle ilgilenmişler; barışa, ar duygusuna, iyi yasalara, eksiksiz bir adalete kavuşturup, insan soyunu huzurlu ve mutlu kılmışlar. İçinde gerçek payı bulunan bu öyküye göre, bir tanrının değil, bir ölümlünün yönettiği ne kadar devlet varsa, insanlara felaketten ve acılardan kurtuluş yoktur.

Dikkat ederseniz, Eflatun anlattığı öykünün kurgu olduğunun farkındadır. Fakat “içinde gerçek payı bulunmasını” önemsiyor ve diyor ki: “Her türlü çareye başvurup Kronos çağında olduğu söylenen yaşamı örnek almalıyız.” Nasıl örnek alacağız peki? “İçimizde ölümsüz ne varsa, toplumsal ve kişisel yaşamımızda buna uyarak, aklın bu paylaşımına yasa adını verip evlerimizi ve kentlerimizi yönetmeliyiz. Haz ve tutkuya düşkün ve bunlara açgözlülükle saldıran bir insan ya da bir oligarşi ya da bir demokrasi, iyileşmez ve sonu gelmez bir hastalığa yakalanarak hiçbir şeyi tutamayan bir ruhla kenti ya da bireyi yönetecek olursa, yasaları hiçe sayacaktır ve bu durumda hiçbir kurtuluş yolu yoktur.”3 Bir soruyla bağlıyor kıssa anlatımını filozofumuz: “Bu öyküye inanacak mıyız, yoksa ne yapacağız; işte bunu incelememiz gerekiyor, Kleinias.” Muhatabının cevabı kısa ve nettir: “İnanmak gerek.”

Bezirgânlığın Değişmez Yasası Keykâvus’un yönetim anlayışı, Boyatzis’in postmoderni ile Eflatun’un klasiğini harmanlıyor gibidir. Keykâvus b. İskender, Hicretin 475. yılında yazdığı (M. 1082) ve İlyasoğlu Mercimek Ahmed tarafından 1432’de Osmanlı Türkçesine aktarılan ünlü Kabusnâme’sinin 32. bölümünü “Bezirgânlık Yolunu ve Alıp Satmak Töresini Beyana” ayırır. 4 Bu bölümde dile getirilenler, çağımızın işletme gurularının girişimci yöneticiler için dile getirdiklerinden çok farklı değil.

Birkaç maddesini ele alalım:

1- “Bezirgân gerektir ki gayet dindar ola ve doğru ola, yalancı olmaya. Ve kendi assısı (kazancı) için biregünün ziyanın istemeye. Bezirgânlığın ulu sermayesi doğruluk ve dindarlıktır. Ve alışta ve satışta cüst ve emin ve doğru sözlü ol, ta ki udlu olmayasın.” Warren Bennis, iş hayatında liderliğin altı bileşeni olduğunu söylüyor: Rehber vizyon, tutku, dürüstlük, itimat, merak ve cüret. (On Becoming a Leader, s. 40.) Keykâvus sadece sırayı maneviyât lehine değiştiriyor, o kadar.

2- “Artucağa (fazla fiyat ve kazanca) tamah edip veresiye nesne satmayalar. Zira ki artuk tamah ziyan getirir.” Kayserili dostlarımdan işittiğim güzel bir söz var: Alışverişte, tamahkârla sahtekâr çabuk anlaşır, çabuk da bozuşurlar. Tamahkâr sadece koyduğu yüksek fiyata bakar, sahtekâr ise malı bir an önce kapıp üstüne yatmaya.

3- “Sakın telefkâr olma, faidesiz yere akçayı çürütme. Zira ki bezirgânların zevali telefkârlıktan, sebatı tasarruftandır.” Girişimci hem verimsiz yatırımdan, hem gelişigüzel harcamalardan uzak durmalıdır. Özel hayatında tasarrufa yatkın olmalıdır. “Mesela tasarruf budur ki assısının bazısını harcede, birazın sermayeye kata, eyle olsa bezirgânlığı sabit ola. Kaçan ki assı ve sermaye bile harcola, tez günde mal gide, zevale düşe.” Max Weber, kapitalizmin ruhunun Protestan ahlâkına dayandığını, bu ahlâkın en önemli bileşeninin de zahidâne yaşamak, yani israftan kaçıp tasarruf etmek olduğunu söylüyordu.

4- “Muamelede hiç utanma, assı bulmaya cehdeyle ki zeyrekler demişlerdir ki utanmak rızkı men’ eder.” Stephen Covey’e göre başarılı girişimcinin birinci vasfı proaktif olmasıdır. (Etkili İnsanların 7 Alışkanlığı, s. 50.) Çekinen, inisiyatif kullanmayan, sadece tepki göstermekle yetinen kişi, iyi bir girişimci olamaz. Tepkici olma, etkici ol!

5- “Bezirgânlıkta az az alıp geç geç satılacak davar alma. Çok çok alıp tez tez satılır davarı alıcı ol. Zira ki geç satılan kumaşın çok assısından, tez satılan kumaşın azıcık assısı yeğdir. Zira zamanla bu az, ol çoktan dahi çok olur.” Halk diline “akşam pazarı” diye geçen bu ilkenin önemini bilen bilir. Önce Japon, şimdi de Çinli girişimciler bu ilkeyi titizlikle uyguluyor, çok çok satıp sürümden kazanıyorlar.

6- “Ve sınanmış kişiyi sınanmadık kişiye değişme.” John Gardner, liderin önde gelen vasıflarından birinin insanlarla uğraşma becerisi olduğunu söylüyor. (On Leadership, s. 48.) Sınamak, denetlemek, sonra itimat etmek. Gorbaçov’un SSCB’nin başına geçtiği günlerde (1985) Cenevre’de uluslararası bir toplantıya katılmıştım. Kanadalı bir diplomat, Gorbaçov’un yüksek dereceli bir Sovyet yetkilisi sıfatıyla yıllar önce Kanada’ya yaptığı ziyareti anlatmıştı. Bir süpermarketi dolaşırlar; Gorbaçov fiyatları gözden geçirdikten sonra, rafları düzelten işçilere maaşlarını sorar, not alır. Sırada bir müze gezintisi vardır; fakat yol üzerinde başka bir süpermarket görürler ve Gorbaçov onu da dolaşmak ister. Kanadalılar müzenin kapanabileceğini söyleseler de dinletemezler. İkinci market dolaşılır ve orada da hem fiyatlar, hem çalışanların ücretleri not edilir. Kanadalılar biraz bozulmuşlardır. “Bize itimadınız yok, demek ki!” Hayır, der Gorbaçov: “Confidence is good, but control is better!” (İtimat iyidir, fakat denetim daha iyidir!”) Şimdi size itimadım sonsuz, çünkü fiyatlar da, ücretler de birbirine çok yakın çıktı.

7- “Bezirgân gerektir ki assısın ve ziyanın yaza dura, ta ki yanılmaktan ve unutmaktan emin ola. Ol defteri ki assını ve ziyanını anda yazıpdurursun, her dem ol defterin yüzüne bak ve oku, ta ki assından ve ziyanından haberdar olasın, ki kişi assını ve ziyanını bilmemek katı ayıptır. Nitekim biregüyü yerseler, ne assısın bilir ne ziyanın, derler. Pes assını ve ziyanını her dem gözleyedurgıl.”

  • Muhasebe fikri, maalesef, hâlâ aşina olmadığımız bir şeydir. Hukukî zorunluluk olmasa, belki çoğu şirketlerimizin o çok iptidaî muhasebeleri bile olmayacaktı. Oysa Werner Sombart, çift-yönlü muhasebenin “mekanistik düşünce temeli üzerinde yükselen ilk kozmos olduğunu, onda yerçekimi, kan dolaşımı ve enerjinin sakınımı yasalarının tohumlarının saklı olduğunu” söyleyecek kadar ileri gidiyor. Muhasebesiz şirketin sonu hüsrandır.

1. R. E. Boyatzis & Annie McKee: Yankılanan Liderlik, İstanbul: Al Baraka Yayınları, 2019, s. 17.

2. Eflatun’dan aktaran Mustafa Özel: Makul Yönetici, İstanbul: Al Baraka Yayınları, 2019, s. 15.

3. Platon: Yasalar, İstanbul: Kabalcı, 2012, s. 171.

4. Keykâvus: Kabusnâme, İstanbul: Kabalcı, 2007, s. 163-71.