Karbon vergisi ve serbest ticaret
Avrupa Birliği Eylül ayında ithal çelik, çimento ve diğer mallara CO2 emisyon tarifeleri uygulayacak bir sistemin ilk aşamasını başlattı. Birlik 2026 yılına kadar sınırda herhangi bir CO2 emisyon ücreti toplamaya başlamayacak. Ekim ayında deneme aşamasına giren yeni rejim, AB’ye mal ithal edenlerin sadece bu ürünlerdeki karbon emisyonlarını rapor etmelerini gerektiriyor. Tamamen yürürlüğe girdiği 2026 yılından itibaren ise bir ücret/vergi talep edilecek.
Aralık ayının 18’inde ise İngiliz hükümeti yaptığı açıklamada, işletmelerin daha az katı iklim politikalarına sahip ülkelerden yapılan ucuz ithalata karşı korunmasına yardımcı olmak için 2027 yılından itibaren bazı ürünlere yeni bir karbon ithalat vergisi uygulayacağını açıkladı.
Karbon vergisi nedir?
Karbon ayak izi bir ürün veya faaliyetin, kişi veya kuruluşun üretim ve tüketim faaliyetleri boyunca doğrudan veya dolaylı olarak neden olduğu karbondioksit ve diğer sera gazı emisyonlarının toplam miktarını birim cinsinden ifade eder.
İşte bu tanıma dayalı olarak firmalar faaliyetleri sonucunda çevreye ne kadar emisyon saldıklarını hesaplamak, belgelendirmek ve saldıkları karbonun vergisini ödemek zorunda kalacak.
Çevre kirliliği yok mu?
Ortada bir gerçek var, her ne kadar kimilerine göre “Küresel ısınma” bir komplo teorisi ise de dünyadaki gözle görünür değişimler bu teorileri desteklemiyor. Zira dünyanın kapitalist üretim ve tüketim ile tanışması ve artan nüfus neticesinde meydana çıkan kirlenmeyi kör insanın bile algılayabilecek durumda olduğunu düşünüyorum.
Bilhassa hoyrat ve acımasız sanayileşmenin İngiltere’de başlayan hali, sonraları aşırı kirlenmeyi sınırlarından uzaklaştırma ve emeği sömürmek üzere Çin’e ve Doğu’ya havale edilmesi, esasen meselenin gerçekliğine dair somut durumu yansıtmaktadır. Türkiye’de siz de buna şahitlik edebilirsiniz. Cennet Marmara Denizi’nin ölümü tamamen bu hoyrat sanayileşmenin neticesi değil midir?
Ancak madalyonun tek yüzü bu değil!
Diğer taraftan Avrupa, sanayisinin kaybettiği rekabet gücünü toparlamak ve Çin ve Doğu’ya karşı kendini koruyabilme çabası için bunu bir silah olarak da kullandığını düşünmek şeytanın avukatlığını yapmak sayılmaz.
Avrupa Birliği’nde gerek standartların gerekse hammadde ve işgücü fiyatlarının yüksek olması, çevresel etkisini kıta Avrupa’sında tutmama isteği, ucuza aldığı ürünler vasıtasıyla refahı arttırıp enflasyonu düşük tutma hedefi nedeniyle uzunca bir süre üretimi farklı coğrafyalara taşındı ve daha ucuz maliyetle üretilen ürünler AB’ye ithal edildi. Bu gidişe son vermek elbette stratejik adımları gerektirir.
Bir taşla iki kuş…
Manzaranın bütünü AB ve İngiltere başta olmak üzere kendi sanayisini korumak belki de geliştirmek adına adımlar attıklarını da ifade ediyor. Nitekim elektrikli araçlardaki Çin hakimiyeti tartışmasızken pil üretimi ve çelik üretiminin karbon ayak izinin yüksek olması Çin istilasını durdurmak için iyi bir sebep de olabilir.
Tüm bunların bir kesin bir sonucu var ki; diğer ülkeler de kendi çıkarlarını korumak için karşılıklı ve benzer ticari koruma önlemleri alırlarsa, bu durum daha yüksek ticaret maliyetlerine ve artan ticari sürtüşme risklerine yol açabilir. Görünen o ki; dünya’da sular durulmayacak…