Kapalıçarşı yönetim felsefesi

Kapalıçarşı.
Kapalıçarşı.

Siyasetname adlı bir X (Twitter) hesabı benim Yönetebilen Türkler kitabımdan, 19. yüzyıl devlet adamlarımızdan Ahmet Vefik Paşa’nın “ideal yöneticide bulunması gereken” ve hepsi Mim harfiyle başlayan 24 niteliği alıntılamış: Muteber, Mutena, Müdebbir, Mükrim, Münevver, Müceddid, Muvahhid... Gönderiye yazılan cevaplarda, ironik bir üslupla, şu dört Mim’in unutulduğu belirtiliyor: Münafık, Muhtekir, Mürteki ve Mürteşi! Münafık, inanmadığı halde inanmış gözüken; Muhtekir, karaborsacı; Mürteşi, rüşvetçi; mürteki ise sırtını başkasına (özellikle devlete) dayayan. Bir tepki de şöyleydi: “Teorik olarak güzel de, pratikte ülkede karşılığını bulacak, parmakla gösterilecek bir adam bile yok! Var olana da çakal sürüsü dadandı, bitirdiler. Ömrümüz kuyularda Yusuf, Firavun’a karşı Musa aramakla geçecek. Ve toplum hiç kendini bu ahlâkla inşâ etmeyecek.”1 Ahmet Vefik Paşa idealist, genç yorumcular realist. Muteber ve Mutena mı, yoksa Mürteşi ve Mürteki mi iş hayatında daha başarılı oluyor? Kapalıçarşı yönetim felsefesi ve ahlâkı, bu soruya cevabımızı kolaylaştırabilir. Yahut bizi kolaycı cevaplardan uzaklaştırabilir.

Çarşıyla bir şehir kurmak

Halil İnalcık’a göre, Kapalıçarşı’nın tarihi, ‘Türk İstanbul’un tarihiyle iç içedir. Ve bu İstanbul’un temelini Fatih Sultan Mehmed atmıştır. Vakfiyesinde belirtildiği gibi, “Hüner bir şehr bünyad etmektir / Reaya kalbin âbâd etmektir.” Bedesten’in inşasına fetihten üç yıl sonra karar verilir. Müslümanların yanı sıra gayrimüslim tüccarın da faal olmasına gayret gösterilir. “1493’te Bedesten tüccarının 10’u Ermeni, beşi Yahudi, üçü Rum ve kalan 122’si Müslümandı.”2 Semavi Eyice ise çarşının mimarî vasfını şöyle naklediyor: “Büyük Çarşı, Çârşû-yı Kebîr veya halk arasında Kapalı Çarşı olarak adlandırılan çarşı, tek kitle halinde ve aynı zamanda kurulmuş olmayıp, iki bedestenin etrafında hanların yoğunlaşması ve bunların arasındaki sokakların üstlerinin zaman içinde tonozlarla örtülerek dükkânların kâgire dönüştürülmesi sonucu oluşmuştur.”3 Kapalıçarşı zamanla sadece iş insanlarının değil, devletin de iktisadi merkezi haline geldi. “Kadı, lonca ve çarşının ileri gelenlerinin güvencesi altında bir nevi banka gibi çalıştı; aynı zamanda bir kültür ve eğitim merkezi oldu.”

Kapalıçarşı’nın romanını yazan Çelik Gülersoy, özellikle çarşının finansal rolüne dikkat çekiyor: “İç Bedesten esnafının bir fonksiyonu da o zamanın bankası olmalarıydı. Az bir faizle borçpara verme işleri. Sermayeye, krediye ihtiyaç duyan tüccar, esnaf ve halktan kişiler, ya değerli bir eşyalarını rehin bırakarak, ya senet vererek, ya da adamına göre hiç böyle bir teminata ve işleme hacet kalmaksızın borç para alabilirlerdi.”5 Önder Küçükerman, Kapalıçarşı’nın “dev boyutlu bir kültür, tasarım, üretim ve ticaret sistemi” olduğunun altını çiziyor: Bedesten, hemen her dalda faaliyet gösteren esnaf ve zanaatkârların temel buluşma noktası, pahalı malların alım-satımının yapıldığı, kıymetli eşya ve paranın ‘yıkandığı’ yerdi. Kurulan sistemin başlıca üç hedefi vardı: Piyasanın düzenlenmesi, üretimin desteklenmesi ve tekelciliğin önlenmesi. Temel kuralı: “Çarşı, camii ve medrese güvenli yerde olmalı.”6

Esnafın Ahlâk ve karakteri

Ondokuzuncu yüzyılın son yılında, Açlık yazarı Knut Hamsun çarşı insanını adeta bir roman kahramanının gözleriyle görüp tasvir ediyordu: “Çarşının Türk esnafı başlarında haşmetli sarıklarıyla dükkân önünde bağdaş kurmuş, sessiz oturuyor. Altın yaldızlı şişeler içinde satılık merhemleri, esansları, gül yağları ve kokulu hapları var. Sakin ve vakur insanlar.”7 Aynı yüzyılın ortalarında İstanbul’u dolaşan Jean Henri Abdolonyme Ubicini (La Turquie Actuelle, 1855) ise şu tespitleri yapıyordu:

“Gümüşçülük ve mücevherat dışında bütün sanatlar Türklerin elindedir. Rumlar kumaş ticareti, terzilik veya kunduracılık yaparlar. Ermeniler kuyumcu, saatçi, nakışçı, şeritçi, pabuç imalatçısıdır. Yahudiler tellal, tenekeci ve eskicidir. Genel kaide: Ermeni’ye istediği fiyatın yarısını, Rum’a üçte birini, Yahudi’ye dörtte birini verin. Fakat bir Müslüman’a istediği fiyatı vermek gerekir. Müslüman tok satıcıdır, daha fazla satış yapan komşusunu kıskanmaz.”8

İkisinin arasında, İstanbul’u 1874 yılında ziyaret eden Çocuk Kalbi yazarı Edmondo de Amicis’in gözlemleri, Hamsun ile Ubicini’yi doğrular mahiyettedir: “Rum tüccar yüksek sesle ve adeta buyurgan bir edayla seslenir; Ermeni bir o kadar kurnaz ama saygılı tavrıyla daha mütevazı bir görünüşe sahiptir. Yahudi yapacağı indirimi kulağınıza fısıldar. Türk tüccar ise sessizdir, dükkânının önündeki mindere bağdaş kurup oturmuş, sadece gözleriyle davet eder ve kaderine razıdır.”9

Fransız mozaikçi ve ressam Pretextat Lecomte, 1903 yılında, tokgöz Doğulu esnafın Batılı meslektaşından hangi bakımlardan farklı olduğuna dikkat çekiyordu: “Şark’ta sanatçı en az aletle işini görür. Türk sanatkârı müşterisini ve kendini tatmin etmek için çalışır, halkı değil. Göz boyamaya niyetli olmadığı için dekora lüzum görmez. Bir fırın veya mahzene benzeyen o izbenin içinde size şahane bir şekilde işlenmiş kumaşlar satacaktır. Veya pırıltıları o acayip yerin boşluğunu delen pırlanta ve zümrütler çıkaracaktır. O parlak ve masalsı tezatta Avrupalının zevklerine meydan okuyan büyük bir güç gizlidir.”10 Ticarî kazanç duygusu evrenseldir, elbette. Nitekim Evliya Çelebi, kuyumcular kapısı üzerindeki kanatları açık korkunç kuş suretinin manidar olduğunu belirtiyordu: “Kazanç denilen şey havaya uçan vahşi bir kuştur. Eğer bu kuşu nezaketle avlayabilirsen bu bedestende kâr edebilirsin.”11 Çelebi’nin özgün ifadesi şöyledir: “Her kûşesinde kal'a kapıları gibi metin, kavî demir kapıları vardır. Sahaflar kapısı şimâle, Takyeciler kapısı garba, Gazazlar kapısı cenuba, Kuyumcular kapısı şarka bakar. Bu kapı üzere kanatlarını açmış mehîb bir kuş sureti vardır; bu sureti kapıya nakşetmekten meram kesb-ü kâr dedikleri bir havâ olup tayarân ider vahşî bir kuştur; eğer bu kuşu bir nezaket ile sayd edebilir isen bu bezzâzistânda kâr edebilirsin nasihatin ifham etmektedir. Ammâ hakkaa ki acîb remzü vasiyettir.” Bu bölümü Huzur yazarı Tanpınar’ın roman kahramanı Mümtaz’ın Kapalıçarşı gözlemleriyle noktalayalım: “Adım başında modası geçmiş zevk kırıntılarına, nerede ve nasıl devam ettiği bilinmeyen büyük ve eski ananelerin son parçalarına beraberce rastlanırdı. Eski İstanbul, gizli Anadolu, hatta mirasının son döküntüleriyle imparatorluk, bu dar, iç içe dükkânların birinde en umulmadık şekilde ve birden parlardı. Bu eski Şark değildi, yeni de değildi. Belki iklimini değiştirmiş zamansız hayattı.”12

Kapalıçarşı'nın havadan görüntüsü
Kapalıçarşı'nın havadan görüntüsü

Yirmibirinci yüzyılda Kapalıçarşı

Şimdi başa dönüp, başımızı döndüren çetin suali sorabiliriz: Türkiye’nin ortalaması olarak Kapalıçarşı esnafı muteber ve mutena mı, yoksa muhtekir ve mürteki midir? Semavi Eyice umutsuzdur: “Büyük Çarşı’nın içindeki sokakların hemen hepsi eski özelliklerini kaybederek yeni ve fazla kaliteli olmayan malların satışı yapılan yerler halini almıştır. Eski çarşı esnafı âdâbının bugün hâlâ muhafaza edildiği de artık söylenemez.” Çelik Gülersoy eski günleri özlemle anıyor: “Kapalıçarşı’nın eski tarihinde hırsızlık oranı sıfırdır. Tüccarın, esnafın birbiriyle ahlâklı ilişkisi mükemmeldir. Siftahsız dükkânların diğer tüccarlar tarafından korunması ve önceliğin onlara verilmesi, altı çizilmesi gereken bir olağanüstülüktür.”

Kapalıçarşı’nın içinden konuşanlarsa daha ümit vardırlar. Şöyle diyor bir kuyumcu: “Aynı çatı altında toplu halde olmak. Altı bin işyeri var burada; atölye, dükkâncı, toptancı, kaynaşmış gruplar var. Büyü bu işte. Nişantaşı’na gittim ama yine geri geldim. Orada birbirini kollamak yok, dayanışma yok.” Başka bir esnaf: “Dün bir cenaze vardı, üç saat boyunca dükkânım açık kaldı. Benim adıma satış bile yapar komşularım; böyle dayanışmamız vardır.” Dayanışmanın malî boyutu da gayet ilginçtir: “Lonca sandığı gibi para toplarız, ihtiyacı olan alır. Bir haftadan fazla kullanmak yok. Zamanında iade etmeyen bir daha alamaz. O para her zaman el altında durur sandıkta. Zamanında iade etmezsen, yandın!” Baba mesleğini sürdürmenin yanı sıra, baba dedenin iyi şöhretine leke sürdürmemek de Kapalıçarşı esnaflığının şânındandır: “Yeni esnaflar var, bugün dövizcilik yapıyor, yarın şal satıyor. Ticari gözle bakıyor. Ben aileden öyle görmedim. Mesleğimiz neyse onda iyi olmaya çalışıyorum. … Hem mesleği, hem piyasayı bileceksin. Okumanın katkısı var ama asıl olan, işte pişmek! Dedemin sattığı mal bana geri geliyor. Bunu dedenizden almıştım, taşı düştü diyor. 1968’de babamdan zümrüt yüzük almış bir Amerikalı, sonra bir teşekkür mektubu yazmış. Oğlu geldi geçenlerde, babasının mektubunu gösterdik, çok duygulandı. Kendisi de sonra benzer bir mektup yolladı bize. Bu güveni yaratmak zorundasınız.”13

Kapalıçarşı’da kuyumcu olan babasının “dükkâna gelirse paranın tadını alır ve okumaktan vazgeçer” diye çarşıya pek yaklaştırmadığı Erhan Erken, babasının endişe ettiği azman işadamlarından biri haline gelmese de, sivil toplum kuruluşlarındaki sistemli çalışmalarının neticesinde yükseldiği İTO Meclis Başkanlığı makamından o eski günleri şöyle yâd ediyor: Cuma geceleri esnafın evlerde düzenli ve dönüşümlü toplantıları olurdu. Biz küçükler de hizmet etmek için aralarına karışırdık. Çarşı camiinin imamı Raif Bahriyeli hocayı hiç unutamam. Çocukları her gördüğünde yanına çağırıp muhakkak dinî bahislerle ilgili bir şeyler sorar ve bizi konuştururdu. Bu sohbetlerde Tevfik Çapacı, İhsan Toksarı, Ali Özek, Mahmut Bayram ve Abdurrahman Gürses hocaları hatırlıyorum. Mahmut hoca babamlara hiç uzun vaaz vermez ve dersi belli bir sürede bitirirdi. “Sizin grubu çok sıkmamak lazım, yoksa işin tadı kaçar, bir daha ya gelmezsiniz ya da beni çağırmazsınız!” diye takılırdı. Babamlar da onun bu politikasını çok severlerdi. Kısa bir ders, Kur’an-ı Kerim tilaveti ve manası, geriye kalan zamanda da çay ve muhabbet.14

Bugün Türkiye’ye her yıl 60 milyon turist, yaklaşık 60 milyar dolar döviz kazandırıyor. Kapalıçarşı, bu ticarî hareketliliğin belli başlı merkezlerinden biri. Evliya Çelebi’nin sözünü ettiği vahşî kuşu avlamak için binlerce avcı seferber. Erken’in resmettiği Kur’an ve çay muhabbetine vakit kalıyor mu, bilmem. Ey muvahhid ve mükrim tüccar, artık pek ağırdır yükün. Lâkin, sermaye insanları ne kadar ayartırsa ayartsın, muteber ve mutena kalmak her zaman mümkün!..

1.X-Siyasetname, 10 Ocak 2024.

2.Halil İnalcık: İstanbul Tarihi Araştırmaları (Seçme Eserleri- XIII), İstanbul: Türkiye İş Bankası KY, 2019, s. 126-130.

3.Semavi Eyice: “Büyük Çarşı,” İstanbul: TDV İslâm Ansiklopedisi, Cilt 6, 1992, s. 509-513.

4.Özcan Yurdalan: Çarşılarla Anadolu, Ankara: Türkiye Halk Bankası, 2011, s. 207.

5.Çelik Gülersoy: Kapalı Çarşının Romanı, İstanbul: İstanbul Kitaplığı, 1979, s. 30.

6.Ali Şükrü Çoruk (ed.): Geçmişten Geleceğe Kapalıçarşı, İstanbul: İstanbul Ticaret Odası, 2019, s. 15-23.

7.Gülersoy, s. 209-213.

8.Çoruk, s. 34-5.

9.Ayten Şatıroğlu ve Oya Okan: Çarşı-Esnaf Kapalıçarşı, İstanbul: İstanbul Ticaret Odası, 2010, s. 48.

10.Önder Küçükerman ve Kenan Mortan: Kapalıçarşı, İstanbul: T. C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, 2007, s. 226.

11.Age, s. 157.

12.Ahmet Hamdi Tanpınar: Huzur, İstanbul: Dergah, 2017, s. 46.

13.Şatıroğlu ve Okan, s. 70-71.

14.Erhan Erken: “Kapalıçarşı Üzerinden Bir Dönemi Hatırlamaya Çalışmak”, Şehir ve Kültür Dergisi, sayı 30, Ocak 2017.

Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!

YORUMLAR
Sırala :

Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım