İsrail’in Ortadoğu’yu dizayn etme planı
1 Ekim 2024 tarihinde İran’ın İsrail’i hedef alan hipersonik füzelerin de dahil olduğu ve 200’den fazla füzenin atıldığı saldırıya işgalci güç 26 Ekim günü beklenenden daha düşük seviyede bir saldırıyla karşılık verdi. Saldırının tam da ABD’nin istediği gibi İran’daki bazı sınırlı sayıdaki askeri hedefi içermesi en azından 5 Kasım tarihine kadar bölgesel savaş beklentisini erteledi ancak sona erdirmedi. Nisan ayındaki saldırıdan farklı olarak İran’ın bu sefer işgalci güç İsrail’in Demir Kubbe sistemini aşarak birçok askeri hedefi vurması son bir yıldır Gazze’de soykırım suçu işleyen ve savaşı bölgeye yaymak için çabalayan İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu yönetimi için beklenmedik bir darbe oldu. 7 Ekim 2023 sonrasında bölgedeki caydırıcılığını kaybettiğini düşünen işgalci yönetim başta Gazze olmak üzere işgal altındaki Filistin topraklarında şiddetin dozunu daha önce hiç olmadığı kadar artırarak adeta bir intikam savaşı yürütüyor. İsrail yönetimi bu süre zarfında başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerden açık çek niteliğinde bir destek aldı. Batılı ülkelerin özellikle holokost mirası üzerinde duydukları suçluluk politikası, işgalci gücün Gazze’de işlediği suçları bölgeye yayma isteği için bir kaldıraç vazifesi gördü.
Küresel güvenlik tehdidi
İşgal altındaki Filistin’de iki devletli çözüm politikasını tamamen reddeden aşırı sağcı Netanyahu hükümetinin, eski ABD Başkanı Donald Trump döneminde bölgenin kendi lehlerine dizayn edilme politikasını devam ettirmek amacıyla 7 Ekim sonrası süreci kullanmaya başladığı görülüyor. ABD’nin başkenti Washington’da mevcut başkan Joe Biden yönetiminin Ortadoğu konularında etkisiz kalmasını da fırsat bilen ve 5 Kasım’da düzenlenecek ABD Başkanlık seçimlerini kendi avantajına kullanmak isteyen işgalci güç ABD’deki Yahudi lobisinin de desteğini alarak Ortadoğu’yu adeta bir ateş çemberine dönüştürürken, küresel bir güvenlik tehdidi de oluşturuyor.
Kushner: Bölge şekillendirmeye açık
İşgalci İsrail yönetiminin 31 Temmuz günü İran’ın başkenti Tahran’da Hamas siyasi büro şefi İsmail Heniyye'yi ve hemen ardından Eylül ayında Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ı suikastla öldürmesiyle Netanyahu hükümeti bölgeyi yeniden şekillendirecek bir fırsatı ele geçirdiğini düşünmeye başladı. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun Hizbullah liderinin Beyrut’ta öldürülmesinin ardından yaptığı bir konuşmada “İran’da bir rejim değişikliğinden” bahsetmesi işgalci gücün bölgedeki emellerini göstermesi açısından önemli bir örnek oluşturdu. Buna paralel olarak eski ABD Başkanı Donald Trump’ın damadı Jared Kushner’in X sosyal medya platformundaki kişisel hesabından paylaştığı bir metin İsrail’in bölgedeki dengeleri değiştirmek adına Washington’da da ortakları olduğunu net bir biçimde gösterdi. Kushner söz konusu paylaşımında, Ortadoğu’nun, İsrail’in saldırılarının ardından, hiç olmadığı kadar sıvı/ akışkan bir yapıya büründüğünü ve yeniden şekillendirilmeye açık olduğunu belirterek, İsrail’in Lübnan’da Hizbullah'a karşı başlattığı saldırıyı engellenmek yerine desteklenmesi gerektiğini belirtiyordu.
- Kushner’in iddiasına göre İsrail’in bölgede sürekli tehdit altında kalmasının en önemli nedenlerinden biri İran’ın Hizbullah’ı bir kalkan olarak kullanmasıydı ve Hizbullah’ın ortadan kalktığı bir durumda hem İsrail’in güvenlik sorunu çözülecek hem de Tahran’ın vurulması mümkün olacaktı.
İran’a sınırlı saldırının bedeli gazze
Açık ki ABD'de yönetimi hâlihazırda başa baş giden başkanlık seçim yarışında, 5 Kasım'a günler kala Ortadoğu'da jeopolitik ve jeoekonomik kırılmaya sebep olacak bir bölgesel savaşın çıkması taraftarı değildi. İşgalci gücün tam da Washington’ın beklentisine paralel 26 Ekim günü üç aşamalı olarak İran’daki bazı askeri tesisleri, fabrikaları ve hava savunma sistemlerini vurduğu sınırlı bir saldırı gerçekleştirmesi, Netanyahu hükümetinin İran’a yönelik daha geniş kapsamlı bir saldırı planını ABD Başkanlık Seçimleri’nin sonucuna göre değerlendirmeye aldığını gösterdi. İsrail'in, İran'ın stratejik tesislerine düzenleyeceği bir saldırı bölgeyi sonucu kestirilemez bir kaosa sürükleme ihtimali varken aynı zamanda 1970'lerde yaşanan bir petrol krizinin benzerinin de yaşanmasına sebebiyet verebilir. Buna ek olarak İran'ın yapacağı karşı bir misilleme sonucu işgalci güç İsrail'in ağır bir bedel ödemesi ve ABD'nin bunu engelleyememesi halinde 5 Kasım seçimlerinin kazananı otomatik olarak Cumhuriyetçi Partinin adayı Donald Trump olabilirdi. İşte hem dış hem de iç siyasi ve ekonomik nedenlerden dolayı Biden yönetimi tüm enerjisini İsrail'i 5 Kasım öncesinde İran'ı hedef alacak bir saldırıdan vazgeçirmeye odaklandığı ve bunun karşılığında İsrail'in Lübnan ve Gazze’nin kuzeyinde yürüttüğü etnik temizlik politikasına siyasi ve askeri destek vermeyi taahhüt ettiği söylenebilir. Netanyahu hükümetinin İran ile artırdığı gerilimi, Gazze’yi topyekun işgal hedefini dünya kamuoyunun tepkisinden kaçırmak için bir paravan olarak kullanmak istediği söylenebilir.
Tahran’ı mindere çekmeye çalışıyor
İsrail’in özellikle Lübnan üzerinden gerçekleştirdiği saldırı ve Hizbullah’a ağır darbe vurduğuna yönelik inancı bölge siyasetini yeniden dizayn etme hedefine çok yakın olduğu kanısını uyandırmışa benziyor. Bazı Arap ülkelerinin geçen bir yılda işgal altındaki Filistin topraklarında devam eden etnik temizlik ve katliamlar karşısında sessiz bir tutum takınması da işgalci Netanyahu yönetimine cesaret vermişe benziyor. Suudi Arabistan ve Mısır gibi bölgenin önde gelen siyasi ve askeri güçlerinin daha çok iç meselelere odaklanması ve İsrail’in bölgedeki İran nüfuzuna yönelik saldırılarını kendi jeopolitik çıkarlarına uygun görmeleri Tel-Aviv için destek olmasa da engel çıkarmayacak bir yeşil ışık olarak anlaşıldığı görülüyor. Özellikle ABD’nin Ortadoğu’daki üslerinde 50 binden fazla asker bulundurması, ayrıca hava ve deniz kuvveti takviyesinde bulunması Tel-Aviv’in saldırgan politikalarına cesaret verici bir etken oluşturuyor. İşgalci gücün Tahran’ı doğrudan cepheye çekerek, ABD ile birlikte İran’a yönelik topyekûn bir savaş başlatmak istediği görülüyor. Tahran ise bu oyun planının farkında olarak mümkün olduğunca bölgedeki vekil güçleri üzerinden Tel-Aviv’in canını yakacak hamleleri sürdürme isteğinde. Bu bilek güreşinde, özellikle 26 Ekim saldırısı sonrasında İran’ın ne kadar daha dayanabileceği bölgenin geleceğini de şekillendirecek önemli bir etmen.
Netanyahu’nun Trump beklentisi
Bu çerçevede 5 Kasım günü yapılacak ABD Başkanlık Seçimleri’nden çıkacak sonuç bölgemiz açısından önemli etkilere haiz olacak. Seçim sonucunda Cumhuriyetçi Parti adayı Donald Trump’ın ikinci kez Beyaz Saray’da koltuğa oturacağının kesinleşmesi halinde Netanyahu yönetiminin İran’a nükleer ve petrol tesislerinin de dahil olduğu geniş çaplı bir saldırı düzenleme ihtimali hiç olmadığı kadar yükselir. Bilindiği üzere Trump’ın ilk başkanlık döneminde Washington Ortadoğu’da İsrail’in önünü açan politikalara imza atmıştı. Bunlar arasında İbrahim Anlaşmaları olarak da bilinen ve bazı Körfez ülkelerinin İsrail ile diplomatik ilişki kurmasının önünü açan girişim, işgal altındaki Suriye toprağı Golan Tepeleri’nin İsrail’e ilhakı ve Kudüs’ün ABD tarafından İsrail’in sözde başkenti olarak tanınması gibi kararlar yer alıyordu. Trump’ın olası ikinci başkanlık döneminde bir kez daha İsrail’in çıkarlarını önceleyen bir Ortadoğu politikası izlemesi bekleniyor. Zaten Trump da seçim kampanyası döneminde “İsrail’in yerinde olsa ilk önce İran’ın nükleer tesislerine vuracağına” yönelik sözleri ve özellikle Ekim ayında Netanyahu ile üst üste gerçekleştirdiği telefon görüşmeleri taraflar arasında ortak paydanın olduğunu gösteriyor. İsrail Başbakanı Netanyahu da 5 Kasım seçimlerinde sandıktan Trump’ın çıkmasını beklediğini hiç saklamıyor. 5 Kasım günü sandıktan Kamala Harris’in başkan olarak çıkması ise İsrail’in bölgedeki hedeflerinin Lübnan ve işgal altındaki Filistin toprakları çerçevesinde sınırlanmasını içerebilir. Özellikle Amerikan Kongresi’nin iki kanadında Demokrat Parti’nin çoğunluğu kazanması durumunda Ocak 2025 tarihinde yapılacak başkanlık devir teslim törenine kadar Beyaz Saray’da koltukta oturacak Joe Biden’a İsrail’i sınırlama imkanı sağlayabilir. Söz konusu geçiş döneminde Kamala Harris içinde hem dış politika ekibini belirlemesi hem de dosyaları hakim olarak Filistin meselesi ve bölgesel politikalar anlamında önemli bir fırsat oluşturacak. Ancak Trump ya da Harris’in başkan olması Washington’daki yerleşik sistemin İsrail yanlısı tutumunda genel bir değişime yol açmaz.