Güney Kore’den notlar
Hayatımda ilk kez olmak üzere, bu yaz iki kez gittiğim Güney Kore’nin başkenti Seul’e aşık olduğumu söylemeliyim. Seul, ülkenin tarihi ve kültürel zenginliklerinin çoğunu modern fütürist binalarla birlikte saray ve müzelerde barındıran ve koruyan, hayat dolu harika bir şehir.
Ülkenin geri kalanından, komşu ülkelerden ve tüm dünyadan sayısız turistin geldiği şehir tertemiz ve hayat dolu. Havalimanında ve şehrin tamamında son teknolojiye sahip bir taşıma sistemi, gelişmiş bir sokak yemeği ve alışveriş kültürü, caddelerde Hyundai ve Kia araçlarının yoğunluğu, hemen herkesin elinde Samsung ve LG akıllı telefonlar ve 20 yıllık baskın K-Pop kültürüyle Seul tekrar tekrar görülmeye değer. Tüm bunların üzerinde ise Incheon Uluslararası Havaalanı’nda yolculara ihtiyaçları doğrultusunda yardımcı olan ikinci nesil otonom robotlar var.
Başlangıçta yavaş seyreden ekonomik gelişme, çok sayıda askeri darbenin gölgesinde kalan çok katmanlı siyasi ortam ve zorlu bir demokrasiye geçiş süreci düşünüldüğünde, Güney Kore’nin Asya’nın en büyük dördüncü ve dünyanın en büyük 11’inci ekonomi olması bir mucize gibi. Dahası, Güney Kore, Kuzey’le sınırını oluşturan 160 mil uzunluğunda Silahtan Arındırılmış Bölge boyunca, her iki tarafının askeri birliklerle, dikenli tellerle ve aktif kara mayınlarıyla yoğun bir şekilde korunduğu, bölünmüş bir ülke olup, GSYİH’sının yüzde 2,6’sını savunmaya harcıyor.
Bununla birlikte, Kuzey Kore’nin savaş tehditlerine ve ABD ve Çin gibi büyük güçlerin müdahil olmasına rağmen, Güney Kore dikkate değer yüksek öğretim sistemi ile gelişmeye devam ediyor. Ülke dünyadaki en düşük doğurganlık oranlarından birine sahip olsa da, yaşlıları istedikleri taktirde iş piyasasına entegre eden iş programları geliştirmiş.
Seul caddelerinde meslektaşlarımla yürürken, Güney Kore’nin siyasi ve ekonomik büyümesini özellikle kendi memleketim olan Yunanistan’la ve yaklaşık 10 yıldır çalıştığım ülke olan Türkiye ile karşılaştırmadan edemedim. Hem Yunanistan hem de Türkiye zaman içinde ekonomik büyüme yaşamış ve son on yılda zorlu siyasi süreçler geçirmiş olsa da, büyüme rakamları Güney Kore’nin başarısıyla kıyaslanamaz. Örneğin, Uluslararası Para Fonu’na (IMF) göre, 2018’de satın alma gücü paritesine göre kişi başına düşen GSYİH, Güney Kore’de 41.000 dolar iken, bu rakam Yunanistan’da 29.000 dolar ve Türkiye’de 28.000 dolar seviyesinde. Her iki ülke de GSYİH’sının önemli bir bölümünü savunmaya harcıyor olsa da, hiçbiri bu alanda Güney Kore kadar çok harcama yapmıyor. Zira, Yunanistan ve Türkiye arasındaki gerginliğe rağmen, bu iki ülkenin savunma masrafları Güney Kore’nin Kuzey Kore sınırındaki savaş tehdidinin gerektirdiği masraflarla kıyaslanamaz.
Daha da önemlisi, Güney Kore’de yapılan inovasyonların hiçbiri Yunanistan’da veya Türkiye’de yok. Bununla birlikte, Dünya Bankası’na göre, yüksek savunma harcamalarına rağmen, Güney Kore GSYİH’sının yüzde 4,23’ünü Ar-Ge faaliyetleri için harcamakta iken, bu rakam Yunanistan’da yüzde 1,01 ve Türkiye’de yüzde 0,88 seviyesinde.
Kıbrıs’a üstünkörü bir bakış bile, bölgemizdeki ülkelerin ve halkların geleceğe yönelik ne kadar az kaynak ve enerji yatırımı yaptıklarını gösteriyor. İki Kore’yi bölen sınırın aksine, Kıbrıs’taki Yeşil hat, 2003’ten bu yana Rum ve Türk kesimi arasında faaliyete açık olan çok sayıda sınır kapısını barındırıyor. Kıbrıs sorununun hala çözülememiş olmasına ve gerginliğin zaman zaman tırmanmasına rağmen, Yeşil Hat Kore’deki sınırın aksine 1974’ten bu yana nispeten şiddetten uzak oldu. Yine de, son derece tehlikeli ve değişken olan Kore yarımadasındaki durumun aksine, Kıbrıs’taki göreceli barışa rağmen, ne Yunanistan, ne Türkiye, ne de Kıbrıs, Güney Kore’nin geleceğe bakma ve oraya yönelik yatırım yapma konusundaki kararlılığıyla boş ölçüşemiyor.
Güney Kore örneği çok daha iyisini yapabileceğimizi göstermiş olsa da, ister Yunan, ister Türk, isterse Kıbrıslı olalım, kendimizi başarısızlığa mahkûm etmeye devam ediyoruz. Seul sokaklarında hayranlıkla yürürken, kendi potansiyelimizi gerçekleştiremediğimize üzüldüm.