Güney Afrika Yeni başlangıç mı düşüşe devam mı
Birçoğumuz için Güney Afrika çok uzak bir ülkedir
Afrika kıtasının ucundaki büyük bir Afrika ülkesi, Apartheid’e karşı mücadelesiyle bayraklaşmış Nelson Mandela’nın memleketi. Çok sayıda Nobel ödülü kazanan kişiyi çıkarmış; Mandela, Desmond Tutu ve Nadine Gordimer’in ülkesi. Mahatma Gandi’nin Hindistan’a dönüp ülkesinin kaderini değiştirmeden önce sivil haklar aktivisti haline geldiği ülke. Nüfusu 53 milyon olan, çok milletli ve 11 resmi dilli, Nijerya’nın ardından kıtanın ikinci büyük ekonomisi ve BRICS ile G20 üyesi olan bir ülke. Her ne kadar 1910 yılından beri düzenli olarak seçim yapılsa bile, siyah çoğunluk ilk kez Nisan 1994’te oy kullandı. O seçimlerde Mandela’nın önderliğindeki Afrika Ulusal Kongresi (ANC) oyların yüzde 63’ünü aldı. O günden bu yana tüm seçimleri domine ediyor ancak ülkede değişim rüzgarları esiyor.
Bu ayki köşemde neden Güney Afrika’yı konu seçtiğimi merak edebilirsiniz. Söyleyeyim. Temmuz ortası ile Ağustos ortası arası bir ay, Cape Town yakınındaki Stellenosch Üniversitesi’nde misafir akademisyen olarak bulundum. Bir yandan Türkiye’deki darbe girişiminin başarısız olmasını uzaktan izlerken, diğer yanda ise demokrasinin işleyişine de Güney Afrika’daki 3 Ağustos yerel seçimlerine yerinde şahitlik ettim.
Bu seçimler tarihi bir nitelik taşıyordu çünkü ANC’nin geleneksel üstünlüğü 2019 genel seçimler öncesinde ilk kez sarsılmasına sahne oldu. İlk kez yüzde 60 altına inen ANC, 2011’deki yüzde 61’lik oyundan çok daha az alarak yüzde 53 ile yetinmek zorunda kaldı. Ülkenin en büyük sekiz şehrinin dördünde hiçbir parti yeterli çoğunluğu ele geçiremedi.
Peki bu değişimin sebebi neydi? Bunun sebebi muhalefetteki Demokratik İttifak’ın (DA) popülaritesini artırarak kendini iktidar partisi olarak konumlandırmasından kaynaklanıyor. DA’nın dinamik siyahi lideri Mmusi Maimane, seçmen tabanını genişletmesinin sebeplerinden biri de geleneksel siyah ağırlıklı seçmenlerin yaşadığı bölgelerde kendini beyaz orta sınıfın partisi olarak lanse etmesinden kaynaklanıyor. Ancak hikayenin devamı da var. Gerçek sebep, ANC’nin kendi içinde hiziplere ayrılması ve bölünmesi, yolsuzluk iddialarıyla çalkalanması ve Devlet Başkanı Jacob Zuma önderliğindeki partinin daha iyi hizmet gibi verdiği sözleri tutmaktan uzaklaşarak, devlet ile parti arasındaki sınırların giderek ortadan kalkmaya başlamasında yatıyor.
Bunlarla paralel olarak, 2014’e kadar en büyük ölçekli Afrika ekonomisinde yaşanan bozulma da cabası. IMF’nin tahminlerine göre, 2016’da beklenen büyüme yüzde 0.1 ve 2017 tahmini ise yüzde 1. Her ne kadar ekonominin dönüşümü kapsamında 3.6 milyon kişi fakirlikten çıkarılırken, altyapıya, eğitime ve sağlık hizmetlerine erişimlerinde ciddi ilerleme sağlandı. Sorunların bir kısmı dış şoklardan kaynaklanıyor, tıpkı Çin’in azalan yeraltı kaynaklarına olan talebi gibi. Ancak asıl sorun içeride.
Örneğin Başkan Yardımcısı David Lipton’a göre, bunlar altyapı eksiliği, istihdam piyasasındaki işgücü uyumsuzluğu, rekabeti ve girişimciliği engelleyici düzenlemeler gibi şeylerden oluşuyor ve işgücünün üçte birlik kısmını istihdam piyasası dışında tutuyor ya da iş aramaktan caydırıyor.
Aslında reform ihtiyacı var ancak bunu hükümetin yapıp yapamayacağı bir soru işareti. Aslında paradoksal olarak ANC’nin seçimlerdeki gücü azalması demokrasinin konsalidasyonuna olanak sağlarken, ekonomik reform ve ilerlemenin etkisinin ANC için olumsuz olması da gündeme geliyor. İktidarda kalma paniğiyle 2019 seçimlerine hazırlanırken zaten zayıflamış bir hazine yapısından daha fazla taviz vermeye kalkılması durumunda ülkenin batışına da yol açabilir. Başka bir ifadeyle, cefa (reform oluyor buradaki anlamı) çekilmeden, sefa (daha fazla büyüme ve refah) sürmek mümkün olmuyor. Zor ama imkansız bir görev değil Güney Afrika için.