Gogol’ün Yönetim felsefesi
Gogol şunu kavramıştır: Kapitalistleşme yoluna giren topluma ayna tutacak olan romanın kahramanı değil, anti-kahramanı olabilir ancak. Türkçesi: Kötü adam! Daha ilk sayfada, kitabını “Rus insanının eksiklerini, ayıplarını göstermek için” yazdığını söylüyor; “üstünlüklerini, erdemlerini göstermek için değil.” Gogol’ün adıyla özdeş ölü canlar romanı tam anlamıyla bir alçağın hikâyesidir. Alçak ama yenilikçi ve girişimci!
Puşkin modern Rus şiirinin, Gogol ise Rus romanının ana kaynağı. Dostoyevski’nin “Hepimiz Gogol’ün Palto’sundan çıktık!” sözü, 19. yüzyıl Rus edebiyatının özetidir. Gogol romanlarıyla, Rusya’da feodal anlayıştan kapitalist zihniyete geçiş çabalarının en gerçekçi “tarihini” de yazdı diyebiliriz. Bu çabaların başında, modern yönetim anlayışı geliyor kuşkusuz.
Gogol’ün adıyla özdeş Ölü Canlar romanı tam anlamıyla bir alçağın hikâyesidir. Alçak ama yenilikçi ve girişimci! Ondan yarım yüzyıl sonra yazan Ahmet Midhat Efendi, romanı hâlâ bir “erdem risalesi” kabul ediyor ve “seyit” sıfatlı girişimci kahramanını bir ahlâk abidesi olarak resmediyordu. Turfandacılık dahil birçok ticaret alanında hakiki inovasyonlar yapan Seyit Mehmet Numan, Gogol’ün Çiçikov’unun aksine hem piyasada, hem de toplum içinde son derece itibarlı, güvenilir ve müşfik bir insandı. Bu yüzden, poliçeleri her piyasada geçerliydi. Zengin olduğu için değil, muteber bir adam olduğu için! “Seyit Mehmet Numan zengin ünvanına ol kadar müstehak bile değildir. Midilli zeytin bahçelerinin kendisine ettikleri kredi ile İzmir’deki kuru üzümcü veyahut meşe palamutçusunun hesabını görür veyahut Fiyome’den İskenderiye’ye irsal ettirdiği kâğıt ve mukavvanın bedelini Akka, Ladikya, Antakya taraflarından toplayıp Triyeste’ye sevk ettirdiği yapağı parasıyla ödetir.” (Ahmet Midhat Efendi, Müşahedat.) Gogol şunu kavramıştır: Kapitalistleşme yoluna giren topluma ayna tutacak olan romanın, kahramanı değil, anti-kahramanı olabilir ancak. Türkçesi: Kötü adam! Daha ilk sayfada, kitabını “Rus insanının eksiklerini, ayıplarını göstermek için” yazdığını söylüyor; “üstünlüklerini, erdemlerini göstermek için değil.” Erdemli insanın, ufukta beliren yeni toplumda tutunamayacağını sezmiştir ve erdemsizin “destansı şiirini” yazmak istemektedir. Çiçikov’a ilk ciddi hayat dersini babası üzerinden verirken, yazarımız paragöz bir tefeciden farksızdır: “Derslerine çalış, yaramazlık yapma, öğretmenlerinin ve okul yönetiminin gözüne gir; ille arkadaş olacaksan zengin çocuklarıyla arkadaş ol, gerektiğinde sana bir yardımları dokunsun. Paranın değerini bil, her meteliğin üzerine titre: Para dünyada en güvenilir şeydir… Dünyada parayla aşamayacağın engel yoktur.” (Bkz. M. Özel: Roman Diliyle İktisat, 2018, s. 177.) Alçak kahramanımız pratik ve yenilikçidir. Arkadaşlarının ikramlarını bazen saklıyor, hatta zaman zaman bunlardan arta kalanları onlara satıyor. Nefsine gem vurmuştur; babasının giderayak eline sıkıştırdığı elli kuruşu bile harcamadığı gibi, inanılmaz bir beceriyle parasını çoğaltıyor. “Pazardan yiyecek ufak tefek şeyler alıyor, sonra sınıfta zengin çocuklarının yanına oturup, yemek saatine doğru, iyice acıktıkları bir sırada, sanki tesadüfenmiş gibi sıranın altından böreğin ya da çöreğin ucunu gösteriyor, açlığını iyice kızıştırdığı çocuktan açlık durumuna göre para alıyordu.” O denli inovatiftir ki, evde eğittiği, yatıp kalkmayı öğrettiği bir fareyi bile iyi bir fiyata sattı. “Parası beş rubleye ulaşınca, bunları kendi eliyle diktiği bir keseye koyup kaldırdı, ardından ikinci bir kese doldurmaya çalıştı.” Wallerstein’ın kapitalizm analizinin kalbinde yer alan “sermayenin sınırsız birikimi” süreci başlamıştır artık!..
Çiçikov büyüyünce “ölü can alışverişi” yapmaya başlıyor. Bunun nasıl bir ticaret olduğunu merak edenler ya romanı okusunlar, ya da benim Roman Diliyle İktisat kitabımı. Burada, roman kahramanlarından birinin yönetim anlayışını özetlemeye çalışacağım sadece.
- Konstantin Fyodoroviç Kostanjoglo perişan durumdaki bir çiftliği satın almış, yılda binbir güçlükle 20 bin ruble getiren çiftliğin gelirini tam 200 bin rubleye çıkarmıştır! Gogol’e göre, Rusya’nın geleceği işte bu şekilde verimliliği artırmaya bağlıdır. Adam Smith’ten ders almadan, bunu nasıl becerebildi acaba roman kahramanımız?
Verimliliğin beş şartı
1. İlk şart, bilgi. Tarım konusunda bilmesi gereken her şeyi öğrenmiştir. “Hangi bitkinin hangi toprağı istediğini bildiği gibi, hangi bitkilerin birbirlerine komşu olması gerektiğini de çok iyi bilir. Ektiklerine ne kadar nem gerektiğini hesaplar ve ormanlarını ona göre yetiştirir. Her şeyin birkaç işlevi vardır onda: Örneğin orman yalnızca orman değildir, aynı zamanda gübre, gölge ve nem kaynağıdır.”
2. İkinci şart, tutumluluk. Evi bile çok sade, adeta çırılçıplaktır. Beyimiz evine adeta yaşamak için değil, yalnızca dinlenmek için dönmektedir.
3. Üçüncü şart, pratiklik. Kostanjoglo’nun o ilginç buluşları, şöminenin karşısındaki yaylı koltuğuna kurulmuş hayal kurarken değil, tarlalarda, işliklerde çalışırken aklına geliyordu. “Çalışırken, uygulama içinde birdenbire doğuyordu düşünceler ve kağıda geçirmeye gerek kalmadan hemen uygulamaya başlıyordu.”
4. Dördüncü şart, çalışma tutkusu. “Benim için önemli olan köylünün çalışmasıdır: İster benim için çalışsın, ister kendisi için çalışsın, fark etmez. Kimsenin yan gelip yatmasına izin vermem. Çünkü kendim de eşek gibi çalışırım. Köylülerim de benim gibi çalışırlar. Kötülük denen şey, çalışmayıp boş durmaktan doğar; pis işler, çalışmayan adamın aklına gelir.”
5. Beşinci şart, yerlilik. Dışarıdan gelen her parlak fikre hemen kapılmamak, kendi ilacını kendin geliştirmek. Çiçikov bir ara Albay Koşkarev’in çiftliğine uğramıştır. Tipik bir Kemalist’tir albay! “Cahillik diz boyu. Tam bir ortaçağ karanlığı içinde yaşıyoruz!” diye dert yanar. Bir çıkış yolu biliyor ama: Rusya’da herkesin Almanlar gibi giyinmesini sağlamak! “Yapılması gereken tek şey bu. İnanın bana, gerisi tereyağından kıl çeker gibi kendiliğinden hâllolacaktır. Bilim gelişecek, ticaret canlanacak ve Rusya altın çağını yaşayacaktır!” Kostanjoglo en çok bu tiplere kıl olmaktadır. Kendi ülkelerinden zerre kadar haberleri yoktur, dışarıda gördükleri her budalalığı alıp uygulamaya heves ediyorlar. “Birbirinden tuhaf çiftlik sahipleri türedi ülkemizde. Tarıma elverişli toprakları olan, hatta elinde bu toprakları işlemeye yetecek sayıda adamı olmayan bir çiftlik sahibi tutuyor mum fabrikası kuruyor, Londra’dan mum ustaları getirtiyor, çiftçiyken imalatçı, tüccar oluyor. Bir başkası daha büyük bir ahmaklık yapıyor ve şapka fabrikası kuruyor! Bir Rus soylusunun imalathâne kurup kentli yosmalara tüller, kurdeleler dokuması ne acı!”
Fransız seleflerinden yüz yıl sonra teşrif eden bir Rus fizyokrat! Fizyokratların karşı oldukları şey imalat değil, kısır bir sosyal sınıf için şapka, baston, tül ve kurdela gibi gereksiz eşya üretmekti. Çiçikov kendisine “Senin de imalathânelerin var ama?” diye çıkışınca, ben kurmadım ki onları, diye cevap verir Kostanjoglo. “Kendiliklerinden oluştular. Yünler elde kaldı, birikti, birikti, sonunda çuha üretmeye, yünlü kumaş dokumaya başladık. Kumaşlar kötü, kalın, uyduruktu, ama ucuzdu ve bizim buradaki köylü pazarlarında talep gördü. Sanayiciler altı yıl boyunca balık derilerini, pullarını benim sahillerime attılar, ne yapacağımı şaşırdım, derken bu pisliği kaynatıp tutkal yapmaya başladım ve yılda kırk bin ruble de buradan kazandım. Benim her işim böyledir!”
En Büyük iyilik, insanları iş sahibi yapmaktır
- Kostanjoglo, hesaplı girişimci. Öyle gösterişli yapılar, sütunlu, alınlıklı konaklar yaptırmıyor! Yurt dışından ustalar getirtmiyor. Köylüyü tarımdan asla kopartmıyor. Gelişigüzel hayır işlerine de girmiyor. En büyük hayrın, insanları iş sahibi kılmaktan geçtiğini kavramıştır.
“Bir aklıevvelimiz tuttu, dünyanın parasını harcayıp taştan bir hayırevi yaptırdı köyünde. Ne o, ne kadar iyi bir Hıristiyan olduğunu gösterecek! Yahu sen adama yardım etmek istiyorsan, onun kendi işinde çalışmasını sağla... ki oğul, yaşlı ve hasta babasını ısıtabilsin. Onu işine yabancılaştırma, ona kardeşlerini, yakınlarını barındırabileceği, besleyip doyurabileceği olanaklar ver. Benim on adama iş sağlayacağım parayla adam tutuyor ne kadar iyi bir Hıristiyan olduğunu göstermek için sözde hayır kurumu yapıyor!” İnsanları çalışma hayatından koparan, emeği küçümseten eğitime de ateş püskürüyor kahramanımız. “Adam tutup okul açıyor. İyi, güzel! Bir insanın okuma yazma bilmesinden daha güzel ne olabilir? Fakat sonuç ne oluyor? Okul yaptırılan köyün köylüleri bana gelip, Nedir bu başımıza gelen beyim! diyorlar. Çocuklarımız hepten elimizden kayıp gitti! Hiçbir işin ucundan tutmuyor, bize hiç yardım etmiyorlar. Hepsinin tek istediği kâtip olmak, oysa tek bir kâtibe ihtiyaç var! İşte aklıevvellerin okullarının verdiği sonuç: Köye de yaramayan, kente de yaramayan insanlar yetiştirmek!... Herkes kendini Büyük Petro sanıyor! Sen köylüye iş ver, aş ver, eli para görsün, varlığı artsın ve biraz boş zamanı kalsın, bak o zaman senin eline sopayı alıp Oku! demene gerek kalmadan, kendiliğinden nasıl okuyor!”
Son olarak, ahlâk bozucu sanayilere kökten karşıdır Kostanjoglo. Kazancın kaynağı, meşru ve faydalı üretim olmalıdır. “Ben, sonuçta milyonlar kaybedeceğimi bilsem de, ne tütün ne de şeker işleyen fabrikalar kurarım! Eğer ahlâk ille de bozulacaksa, bu benim elimle olmasın!”