Gedikli: Amerikan rüyası artık yok
İkinci Dünya Savaşı sonrası dünya kat be kat zenginleşti… Borsalar değer kazandı… Likidite bollaştıkça bollaştı.. Ülkelerin gayrisafi milli hasılaları inanılmaz boyutlara ulaştı. Fakat bazı ülkelerde, insanlar zenginleşirken pek çok ülkede, milyonlarca insan açlık tehdidi altında.
Zenginleşen dünya, gelir dağılımını düzelteceği yerde bozdu. Gelir dağılımı eşitsizliği, büyüdü, büyüdü ve orta sınıfı tehdit etmeye başladı. Zengin ile fakir arasındaki uçurum kapitalistleri bile ürküttü. Hatta Türkiye’nin en zengin iş insanlarından Ali Koç, bu duruma isyan etti. “Globalleşme son derece baş döndürücü hızl ilerlemesine rağmen sorgulandığı bir dönemden geçiyoruz. Bu yüzyılda pek çok sürdürülemez sorunu barındırdığını görüyoruz” dedi. Kapitalistler bile paylaşım odaklı ekonomiye dikkat çekmeye başladılar.
Türkiye’de paylaşım odaklı ekonomiyi gündeme taşıyan isim, hiç tartışmasız Dr. Bülent Gedikli. Maliye ve denetim kökenli iktisatçı ve eski AK Parti milletvekili, halen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ekonomi başdanışmanı olan Gedikli, 2015’te “Krizlerin Panzeri” Paylaşım Odaklı Ekonomi kitabını yazdı. Öyle ya, paylaşım odaklı ekonomi anlayışı nedir?
Gedikli’ye göre sistemin çalışması için her insanın iş sahibi olması lazım. İşin temelini de girişimcilik oluşturur. Gedikli, yeni bir reel sektör çağının başladığını ve bunun yepyeni sektörler üzerinden olacağını söylüyor. Gedikli ile küreselleşme, Trump’ın yolculuğu, dünya ekonomisi, Türkiye, AB ile ilişkiler üzerine yaptığımız söyleşiyi dikkatinize sunuyoruz.
Küreselleşme niye umut olamadı?
Krizlerin nihayetinde geldiği nokta, gelir dağılımındaki adaletsizlik... Gelir dağılımının bu kadar bozulması, ülkelerin kendi içindeki dengesizlikler, “talep yetersizliği” dediğimiz şeyi ortaya çıkarıyor.
Arzın fazla, talebin yetersizliği mi sorun?
Geçmişte arz sorunu vardı ama küreselleşme sonucu durum farklı hale geldi. Dünyaya baktığımız zaman arz konusunda yeterince kaliteli ve ucuz mal söz konusu.
Peki, krizleri talep yetersizliği mi tetikliyor?
Özellikle Çin ve Asya ülkelerinin devreye girmesiyle beraber küresel düzeyde her türlü mal ve hizmet, kaliteli ve ucuz şekilde temin ediliyor. Bu yüzden talep sorunu doğdu… Yani arz var ama talep yok. Gelir dağılımındaki üretim kurgusunun bunun üzerinden yapılmaması, sermaye birikiminin sınırına ulaşılmış olması ve bütün bunların getirdiği sonuç; krizler yaşıyoruz.
Sistem krizleri nasıl aşar?
Bütün bunları bundan sonraki süreçte daha sağlıklı zemine oturtmak için üretim sürecindeki paylaşımı merkeze almak zorundayız. Bunun küresel düzeyde ele alınması lazım, sermaye birikimiyle beraber düşünmek şart.
Tamam da, finans kapital her şeye el koymaya kalkmıyor mu?
Elbette. Sistemin finansallaşma aşamasında finans kapitalizm her şeye el koymaya kalkıyor.. Finans kapitalin lehine bir çözüm bu sorunları daha da derinleştirir artık.
Finansal baskı reel sektör kadrajını nasıl etkiliyor?
Yaşadığımız son kriz, aslında, kapitalist sistemin ikinci büyük krizi. İlk kriz, 1873’lerde başladı. Biliyorsunuz 400-500 yıllık bir tarihsel süreci var kapitalizmin… Finansal kapitalizm, sanayi kapitalizmi, eğer böyle bakarsak kendi içinde döngüleri olan bir şey…
İlk büyük krizin sebebi ne?
1873’teki büyük krizin sebebi, kağıt paranın devreye girmesiyle alakalıydı.Kağıt parayla mal ve hizmet arasında kurulan ilişkiyle sorun başladı.
Kağıt parayı sevdik, yüklendik, ikinci krize davetiye mi çıkardık?
Biliyorsunuz Amerika’da paranın aşırı üretiminden, yani karşılığının olmamasından kaynaklanan bir kriz yaşandı. 2008 krizi de sanal para ile alakalı bir krizdi. Dolayısıyla bu krizlerin reel sektörle mal ve hizmet üretimiyle olan bağlarının sorgulanması ve analiz edilmesi lazım, diye düşünüyorum.
Finansal süreç, reel sektörden koptu, sıkıntı bu mu?
Finansal süreç reel sektörden kopuk, kendi haline başka sektöre dönüşürse, ki; öyle oluyor. Yani paradan para kazanma olayı. Para, mal ve hizmetten kazanılması gereken bir şey.
Finansal krizi yeterince sorguladık mı?
Sorgulanması lazım. Artık paradan para kazanmayı düşünmek yerine para-mal dengesini kuracak bir yaklaşıma ihtiyaç var. Yeni sektörler bazında, yeni üretim bazında, yeniden kurgulanması lazım. Şu an yaşadığımız da geçiş süreci. Bir “alacakaranlık sürecine” girdik yani.
Paradan para kazanma dönemi gitti mi?
Evet. İsterseniz, sürecin temel güçleri, kimdir, diye bakalım mı? Aslında küresel finansal yapılarla, devlet yapıları arasında bir mücadele var. Bu son süreç de o, finansal küresel yapıyı, devlet yapılarını dağıtmaya çalıştı.
Güvenlik noktasında doğan boşluğu kim dolduracak?
Dünyayı tamamen kaosa götürecek bir şey…. Finansal küresel yapıyla devlet mücadelesi devam ediyor. Devlet aklı da bu işi, bir şekilde tanzim etmeye çalışıyor. ABD’de kendi devlet aklını bir şekilde devreye soktu.
Trump sahneye çıkacak, neler yapar?
“Küreselleşme sürüyor” anlamında bir tespit yapmak lazım. Belki de Trump’ın seçimini, küreselleşme sürecinin gelip tıkandığı nokta olarak görmek lazım. Bu, yeni bir döneme işaret ediyor gibi. Yeni dönem, yeni sektörler üzerinde muazzam bir rekabet başlatacak. “Hiper rekabet” diyebileceğimiz bir rekabet.
Reel sektör çağı hiper rekabetle mi geliyor?
Bu kadar kaosa bakıp şöyle düşünülebiliriz. Bütün sistemler çöktü mü acaba? Yeni bir şey olmayacak mı? Bir yenilik, yeni bir ticaret? Mesela yeni sektörler dediğimiz nedir? Ne bileyim, robot teknolojileri gibi bir sürü şey var. Ve, bunun sonuçlarını göreceğimiz bir döneme başlayacağız. Bunlar üzerinde de büyük bir rekabet olacak.
Anahtar, sektör bazlı verimlilik ve teknoloji transferi mi?
Katma değeri yüksek olan ürünler... Teknoloji yoğun ürünler. Trump’la beraber yeni bir çağ başlayacak diyebiliriz. Para- mal ilişkisi kurulması manasında da bunu söylüyorum. Yatırım kavramından bahsediyor Trump ve uzun zamandır yatırım kavramı gündemden düşmüyor.
Likidite, faiz yerine yatırım mı konuşacağız artık?
ABD’de bunlar konuşulmaya başlandı.
Ne gibi sıkıntılar, açmak mümkün mü?
Dolar, ABD’nin kendi rezerv parası, kendi ürettiği bir para. 1995’te faiz yükselmişti. ABD, Çin ile kurduğu denge sayesinde yürüttü işlerini. Çin mal üretiyor, ABD’ye ihraç ediyordu. ABD, bu malı alıyor, ucuza tüketiyordu. Kazanılan para ABD’deki finansal kuruluşlara gönderiliyor ve orada değerlendiriliyordu. Böylece ABD’nin finansman sorunu bu şekilde çözülmüş oluyordu. Şimdi bu trend değişiyor.
Sağın, aşırı sağ ile hesaplaştığı bir dönem… Çin ve ABD karşı karşıya gelir mi?
Olabilir, aslında mesele biraz da buradan kaynaklanıyor. Kapitalistlerde egemenlik temel başat rolü oynuyor. Birleşik Krallık egemenlik gücünü kaybedince ABD’nin hegemonyasının tam anlamıyla tebarüz etmesi, ikinci dünya savaşından sonradır. 1970’lerin sonuna kadar sürdü aslında.
Petrol kriziyle mi hegemonya kabul edildi?
Belki, birileri, bunu itirafta zorlanıyor, 1970’lerde petrol krizi oldu, evet, ama petrol krizini kapitalizmin büyük krizleri içine koymadık… Çünkü bu farklı bir kriz… Ortaya çıktığını kimse anlayamadı. Zaten, “ Ne biçim kriz” diye bir teşhis koyamadılar.
ABD’nin harcamalar yoluyla büyüdüğü, enflasyona ihtiyaç duyduğu, sınırsız para basma dönemi…
Enflasyon olması için talep olması lazım. Ekonomi olmalı ki enflasyon olsun. O dönem ABD hegemonyasının olduğu dönem… Fakat bir süre sonra hegemonik güçte azalma oldu. Onun getirmiş olduğu sonuçlar var. Dünyada yeni bir güç ortaya çıktı. Çin bunlardan birisi, Rusya, Türkiye. Hindistan ve Brezilya'yı da katmak lazım…
Tek başına hegemonyanın sürdüğü dünya yok mu?
Tabii ki. O yüzden BM ve Dünya Bankası’nın hiçbir sorunu çözmeleri mümkün değil. İtibar kaybettiler, gittikçe de kaybedecekler. Bu kurumlar geçen yüzyılı temsil ediyorlar. Yeniden yapılanmaları gerekiyor. G20 toplantılarının başlama sebebi de o yani.
Peki, G20 kurumsallaştı mı?
Hala tam anlamıyla kurumsallaşmış değil. G20’nin 2009 toplantısının sonuç bildirgesinde, krizin sebebinin finansal yapı olduğuna dair tespitler var. Böyle bir dünyaya geçiş olduğu için daha dengeli şeyler ortaya çıkıyor. Bu, kaosun daha da derinleşmesini sağlayabilirr veya tam tersi etki yapar. Onları süreç içerisinde göreceğiz. Dünya beşten büyüktür… Bu sözün arkasında şu var. O güne kadar insan haklarıydı, demokrasiydi, hangi değerler üretilmişse, hepsini katarak söylüyorum. Bunları kabul eden fakat bunları da aşan durum olduğunu burada söylemiş oluyoruz.
Barışa, huzura, istikrara ne zaman kavuşacağız?
Yeni bir dünya kuruluyor. Bunların da amacını içeren şeyin ötesine geçmemiz lazım. Sizin yaptıklarınız yetmiyor, dünyaya barış, huzur, istikrar getirmiyor. Kararsız denge var, dünya siyasette ve ekonomide kararlı dengeyi bulamıyor. Bu kararlı dengeye ulaşması biraz süreç alacak.
Devlet kapitalizmin güçlü olduğu Çin nereye gidiyor?
Çin’in şu anda yaptığı zaten devlet kapitalizmi… Siyasi sistemi komünist. Siyasal değer üreten ülkeler ancak hegemonik güç olabilir… Yani bütün insanlara cazip gelecek değerleri üretirseniz, bir güce dönüşürsünüz. Demokrasi bir değer. İnsan hakları ve buna benzer haklar. Böyle değerler üretiyorsanız mesafe alıyorsunuz. Çin’de bunları pek görme imkânı yok. Çok eski medeniyet ama insanlık adına, hangi siyasi değerleri üretip sunacak? Bunu dünyada üretme şansı olan ülke Türkiye, şu anda bunu yapıyor.
Niye kendimize güvenmiyoruz?
Belki, belli süreçlerden geçmeden olmuyor. Yaşanan gerçekler, toplumsal travma var. Bunun topluma derin etkiler yaptığını görmek lazım. Türkiye şu anda bunu değiştiriyor. AK Parti’nin getirdiği şey bu. Güncel gelişmelere bakarak bunu göremezsiniz. Ekonomide, sosyal alanda, kendine güvenen bir toplum. Avrupa mültecilere karşı duvar örüyor. ABD duvar örmekten bahsediyor. Mazlum insanların gözünde Türkiye farklı bir konumda. Onlara Türkiye’den başka sahip çıkan, insanlık değerlerine sahip çıkan yok .Bunu ifade eden lider yok.
Trump, orta direği nasıl güçlendirecek?
Trump geleneksel ABD değerlerini savunarak bir şey yapmaya çalışıyor. O değerler çerçevesinde seçimde bir şeyler söylemeye çalıştı. Bunu da o değerleri savunduğu için o değerlere dayanmak istediği için söylüyor. O değerlere dayanıyorsa, Amerikan rüyası dediği o, ama Amerikan rüyası artık yok.
ABD rüyası yoksa yükselen değer ne?
Trump bazı sosyal devlet uygulamalarını, bazı hakları dikkate almazsa, ABD, kendi içinde AB’nin yaşadığını yaşar. İç kargaşaya gider. Bazı eyaletlerin koptuğunu görürüz.
Putin, başta Almanya, Avrupa’yı, kendi çizdiği politik sınırlara çekmeye çalışmıyor mu?
AB; hem pazar, hem de enerji güvenliği açısından Türkiye ve Rusya’ya muhtaç…Rusya, Avrupa’nın açmazlarını görüyor, hamle üstüne hamle yapıyor. Güç gösterisi yapıyor Ukrayna’da yaptığı bu, Suriye’de de… Bunun değere dönüşmesi söz konusu olacaksa eğer, o ayrı bir şey. Bunun için insanlara cazip gelecek siyasi değerler üretmesi lazım.
Üretim krizine giren Çin, para basan ABD’yi taklit ediyor, bu yol çıkış getirir mi?
Evet, Çin aşırı üretim krizine girdi. Üretiminin hepsini ihraç edebilecek bir yapı yok. Üretimine talip olan ülke de yok.
Yuan, iki yıldır IMF sepetinin içinde, borçlanma aracı olabilecek mi?
O altyapıyı oluşturmadı ki Çin. İçeriye, 1 milyar insana dönmesi lazım. Onun için de altyapı oluşturması lazım. Sosyal güvencenin olmadığı yerde insan harcamaya dönmez ki!
AB nerede hata yaptı?
Dünyada bu kadar sorun varken hiç biriyle ilgilenmediler. Kendi ürettikleri hiç bir tarihsel değerlerin arkasında durmadılar. Darbeye, darbe bile demediler. 15 Temmuz için böyle şey olur mu? diye gelmeyeceksin… AB kendi değerlerine ihanet etti, sıkıntı bu. Güven kaybına gidiyor AB. Doğu Avrupa’yı da, Akdeniz Çanağındaki ülkeleri de hep pazar olarak gördüler. Polonya ve diğer ülkelere bakın, tablo hiç iç açıcı değil. Rusya’nın yeniden yükselen bir güç olarak oralarda etkili olabileceğini düşünüyorum.
AB dağılır mı?
AB böyle devam ederse Rusya’nın kazanacağı yerler olacak. AB’de akıl tutulması var, sıkıntı var. Bu karar verme mekanizmalarının çalışmıyor olmasından kaynaklanıyor. Dünyada bir şey oluyor, AB 30 gün sonra cevap veriyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, net bir tavır koydu. Üyelik için “oylamaya başvururuz” dedi, ne dersiniz?
Evet referandum yaparız. Türkiye’de bu kararlara millet sahip çıkmayı istiyorsa çıkarız. Dünya değişti artık…
Orta gelir tuzağından nasıl çıkarız?
“Paylaşım ekonomisi” dediğimiz teşebbüs birliğinin artması, desteklenmesi böyle bir kültürün oluşturulması ile çıkarız.
Türkiye modeli nasıl doğar?
Büyüme stratejisinin gündeme oturmasıyla alakalı. Biri; ithalat bazlı bir büyüme, biri de ihracat yatırım bazlı büyüme.. Bizim tercihimiz yatırım-ihracat bazlı bir büyüme. Bunun üstüne kurgulamak.
Türkiye’nin avantajları ne?.
Türkiye, üretimde ve pazarlama da mahir bir ülke. Mesela Rusya’ya göre çok iyi pazarlayan ve üreten bir ülkeyiz. Bizde “organize sanayi bölgesi” diye bir model var. Bunu kurmuş geliştirmiş ve belli bir noktaya taşımışız…Devasa organizasyonlara dönüşüyor. Doğu ve Güney Doğu’da bile bu yapılar oluşmaya başladı. İhracatı böyle bir şey üzerine kurgulamalıyız.
OSB’leri ihraç mı edeceğiz?
Görüşmemiz olan ülkeler de diyorlar ki, “Siz, bu modeli gelin bizde de yapın.” Bunu kurduğunuz zaman onun ihtiyaçlarını da siz temin edeceksiniz. Ayrı bir sektör oluşturmanıza gerek yok. Mesela, toplu konut. Türkiye’ye özgü model. Modeli taşıdığımız ülke, hem size bağlı hale geliyor, hem de insanlara istihdam sağlıyorsunuz.
Ekonomide kriz tehlikesi var mı?
Türkiye’de bütün krizler bütçe açığından kaynaklanmıştır…. Onun sonuçları açısından isim değişmiştir. Kamunun borç oranı düşük, bütçe açığıyla ilgili sorun yok. Dolayısıyla kamu kaynaklı bir şey olmasıyla ilgili bir şey yok. Kriz olma ihtimali de yok.