Ekonomide Üçüncü Dünya Savaşı başladı
Uluslararası düzeni yeniden şekillendirmek için yapılan topyekün savaşlar, dünya savaşı olarak adlandırılırken, son aylarda ABD, Çin ve Rusya eksenindeki gelişmeler çok sayıda liderin Üçüncü Dünya Savaşı’nı Dillendirmesine neden oldu. Askeri savaşın nükleer felaketi de beraberinde getirebilme riski, savaşın askeri değil ekonomi ve siber alanlarda olma ihtimalini güçlendiriyor. Özellikle de ekonomi alanında büyük güçler arasında bir süredir devam eden uluslararası ticaret ve hukuk kurallarını ihlal eden düzenlemeler giderek sertleşiyor. Bu nedenle çok farkında olmasak da üçüncü dünya savaşı çoktan başlamış olabilir.
İkinci Dünya Savaşı’nın 1939’da Almanya’nın Polonya’yı işgal etmesi ile başladığı yaygın bir kabul olsa da bazı tarihçiler için aslında büyük savaş, bir dizi bölgesel çatışma ve 1937’de Japonya’nın Çin’e saldırısı ile başladı. Bu saldırının öncesinde ise bloklara ayrılan devletler yoğun bir silahlanma ve savaş ekonomisi uygulamaya başlamıştı.
Günümüze geldiğimizde ise dünya liderleri, ABD ve Çin’in mücadelesi ile şekillenen ortamı yeni bir büyük savaşın öncesi olarak tanımlıyor. Ocak ayında Britanya savunma bakanı G. Shapps’ın ülkesinin 5 yıl içerisinde Çin-Rusya-İran ve Kuzey Kore ile savaşa hazır olması gerektiği söylemi en iddialı çıkış olurken, Yeni Zelanda Başbakanı’ndan ise İkinci Dünya Savaşı öncesi deneyimi yaşıyoruz açıklaması geldi. Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski ise savaşı kaybetmeleri halinde sıranın diğer Avrupa ülkelerine geleceğini her fırsatta dile getiriyor. Türkiye’de de Dışişleri Bakanı Hakan Fidan Üçüncü Dünya Savaşı tehlikesine dikkat çekerken, Batı basınında da Birinci ve İkinci Dünya Savaşı öncesi ortam ile günümüzü kıyaslayan haberler yer almaya başladı. İstanbul Ticaret Üniversitesi İşletme Fakültesi Türkçe İktisat Bölüm Başkanı Prof. Dr. Betül Gür’e göre de şu an içinde bulunduğumuz dönem, her iki dünya savaşı öncesi koşulları hatırlatıyor.
“Birinci sanayi devrimi neticesinde artan mamul mal üretimi, büyük güçlerin pazar kapma mücadelesi içinde yükselen siyasi ve askeri gerilim, silahlanma ve Fransız Devrimi’yle birlikte yükselen milliyetçi akımların gölgesinde patlak verdi. İkinci Dünya Savaşı da 1930’lar boyunca süren 1929 Büyük Buhranı, yaşanan ekonomik bunalım karşısında yükselen faşizm ve sanayileşmenin, yeni teknolojilerin etkisiyle özellikle hava kuvvetlerinin askeri güç olarak yükselmesiyle birlikte yaşandı” şeklinde konuşan Gür’e göre dünyada gerek büyük ölçüde kontrol altına alınan enflasyonla mücadele politikaları sonucu gerekse bölgesel gerilim ve savaşlar içinde bulunduğumuz dönemin ekonomik istikrarsızlığını besliyor.
Günümüzde yeni bir sanayi devrimi, teknolojik dönüşüm, yeni teknolojilerle birlikte askeri gücün yeniden yapılanması ve askeri kapasitelerin yükselmesi, doğudan batıya yaşanmakta olan modern çağın kavimler göçü diyebileceğimiz bir göç sorunu yaşandığını belirten Gür, bunun sonucu olarak da Batı ekonomilerinde milliyetçi akımların yükseldiğini ve bu ülkelerde aşırı sağ partilerin iktidara geldiğini belirtiyor.
Soğuk savaş 2.0
Tüm bu gelişmelerin gösterdiği gibi dünya şu anda ABD ve küresel müttefikleri ile Çin-Rusya eksenindeki ülkeler etrafında şekillenen yeni bir Soğuk Savaş’ın içerisinde bulunuyor. Etkilerini ekonomik anlamda her geçen gün daha fazla hissettiğimiz Soğuk Savaş 2.0’ın dünyayı üçüncü bir paylaşım savaşına sürüklemesi ise en kötü senaryo olarak görülüyor. Ancak bir sonraki dünya savaşının muhtemel yaratacağı büyük yıkım göz önüne alındığında, devletler jeopolitik konuları savaş alanlarında değil; ticaret, yatırım, üretim ve ekonomik yaptırımlar aracılığı ile sürdürmek istiyor.
ABD ve Çin arasında yaşanan soğuk savaşın nedeni aslında yine ekonomik gerekçeler temelinde ortaya çıkıyor. Geçmişte ucuz işgücü ve kalitesiz üretim ile adı anılan Çin, artık teknoloji ve yeşil dönüşümde hâkim olan bir süper güç. Kısa bir süre sonra ABD’yi geçerek dünyanın en büyük ekonomisi haline gelecek olan Çin, bu nedenle Batı’nın yerleşik düzeni için de tehdit anlamına geliyor.
Ekonomik gücünün aksine şu an için dünyadaki jeopolitik konularda geri planda kalmayı tercih eden Çin’in geri adım atmadığı tek konu ise Tayvan meselesi. ABD ile arasında düşük yoğunluklu güç gösterisine sahne olan Tayvan, resmi olarak Çin’in bir eyaleti olarak değerlendiriliyor. ABD Tayvan’a her fırsatta desteğini açıklarken, Çin’in adaya yönelik olası bir işgali ise dünyayı uçurumun kenarına sürükleyebilecek potansiyel taşıyor. Ayrıca Tayvan dünyanın en yoğun nakliye rotalarından biri olan Tayvan Boğazı ve Güney Çin Denizi’ne de yakın.
Patlayan hazır bomba: Tayvan
Çin’in ‘Tek Çin’ politikası gereği, anakaranın bir parçası olarak görülen Tayvan küresel ticaret açısından da büyük öneme sahip. Ülke, dünyanın en önemli yarı iletken tedarikçilerinin başında geliyor. Yarı iletkenlerin yüzde 60’ından fazlasını ve gelişmiş olanların yüzde 90’ından fazlasını üreten Tayvan’da çip akışının sekteye uğraması, günümüz ekonomisi için ciddi sonuçlar doğurabilir.
Telefonlardan elektrikli arabalara kadar dünyadaki elektronik cihazların çoğu, Tayvan'da üretilen çipleri kullanıyor. Hatta Tayvanlı şirket TSMC dünya pazarının yarısından fazlasına tek başına hâkim durumda ve 2024 itibariyle ülkenin ihracatının yüzde 40’ını yarı iletkenler oluşturuyor. Doğu Asya’da ABD ve Çin arasında gerilim dönem dönem tırmanırken, Rusya Devlet Başkanı Putin’in Kuzey Kore ziyaretinde bu ülke ile karşılıklı savunma antlaşması imzalaması ve Vietnam’ı ziyareti de sürecin en önemli gelişmeleri oldu.
ABD ve Çin rekabetinde Tayvan patlamaya hazır bir bomba olarak değerlendirilse de iki dev ekonominin doğrudan savaşmasının olası olmadığı, ancak dünyanın vekâlet savaşlarına her zaman hazır olması gerektiği dile getiriliyor. Son 10 yılda gerilimli bir bölge olan ve 2022 Şubat’ında sıcak çatışmaya dönüşen Ukrayna Savaşı ise karşı karşıya gelmeseler de şimdiden blokların mücadelesine sahne oluyor.
Yeni dönemin vekâlet savaşı Ukrayna'da yürütülüyor
İki yılı aşkın süredir devam eden Rusya-Ukrayna Savaşı, küresel çapta ekonomik, gıda ve enerji krizine yol açarken, dünyadaki enflasyonist baskıyı artırdı. Rusya’ya doğrudan müdahale edemese de ABD, Ukrayna’ya 76 milyar dolarlık destek sağlarken, AB ülkelerinin toplam yardımı ise 143 milyar euro’yu buldu. Ukrayna’ya en fazla kaynak aktarımı yapan ABD’nin toplam askeri yardımı ise savunma bütçesinin yüzde 5’ini oluşturuyor.
Ukrayna işgali nedeniyle tarihin gördüğü en büyük yaptırımlara maruz kalan Rusya ekonomisi ise Çin ile artan muazzam ticaret hacmi sayesinde ayakta durmayı başardı. Küresel ekonominin bir parçası olan Rusya, kısa bir süre içerisinde finansal sistemden de dışlandı. Kaynak zengini Rusya’nın Batı karşısında güçlü durması ise ticaret için Asya ve Ortadoğu pazarına yoğunlaşması ile mümkün oldu. Böylece resmiyete dökülmemiş olsa da Çin-Rusya stratejik ittifakı, ekonomik anlamda daha belirgin hale geldi.
Savunma bütçeleri artışta
Batı ve Rusya arasında son 10 yılda artan gerilim, NATO üyelerinin GSYİH’leri içerisinde savunma paylarını yüzde 2 üzerine çıkarma hedefi için de itici unsur oldu. 2014 yılında NATO içerisinde sadece 3 ülke bu hedefi tuttururken, 2024’e gelindiğinde bu sayı 23’e yükseldi.
Geçtiğimiz mart ayında Avrupa Komisyonu da AB’nin savaş ekonomisine geçebilmesi için silah endüstrisini güçlendirme planını açıkladı. Avrupa’nın kendi güvenliği için daha fazla inisiyatif alma amacını taşıyan plan 2027’ye kadar yaklaşık 1,5 milyar euroluk bir fon oluşturulmasını öngörüyor.
Yeni kapasitelere yatırım yapan ve gerektiğinde savaş zamanı ekonomi modeline geçmeye hazır bir endüstrinin zorunluluk olduğunun altının çizildiği planda, AB ülkelerinin askeri harcamalarını barış zamanı GSYİH’lerinin yüzde 2’sine çıkarılması talep ediliyor. Planda mikroçipler gibi temel hammadde ve bileşen tedariklerindeki kıtlıklardan kaynaklı askeri üretim krizlerine de dikkat çekiliyor.
Ekonomide güç savaşları
- ABD ve Çin’in başını çektiği bloklarda jeopolitik ve askeri alanda soğuk savaş devam ederken, ekonomik anlamda mücadele çok daha belirgin. Ülkeler arasında petrol, doğalgaz, nadir elementler ve ticaret rotaları konusunda da yoğun bir rekabet var.
Birçok araştırmanın gösterdiği gibi günümüz ekonomisini şekillendiren stratejik emtialarda BRICS+ hâkimiyeti oldukça belirgin. Rusya sadece enerji alanında değil, emtialarda da çok önemli bir güç. Çin ise nadir elementlerin yüzde 60’ının ve bunları işlenmesinin yüzde 95’ine hâkim durumda. Bu nedenle kritik mineraller üzerindeki hâkimiyetini bir silah olarak kullanabiliyor. Bu nedenle Çinli tedarikçilere güvenmenin riskli olması dolayısıyla ABD ve AB nadir element tedarikini çeşitlendirmeye çalışıyor.
Halen yeşil enerji ve yüksek teknoloji ürünler için hayati öneme sahip olan nadir elementler konusunda Çin, stokların yüzde 40’ına ev sahipliği yapıyor. Çin ayrıca nadir elementlerin büyük çoğunluğunu Afrika kıtasından sağlayarak bunları işleme yeteneğine sahip. Tüm bu durumlar kara kıtanın da bu güç mücadelesinde bir cephe olabileceğini gösteriyor.
Ticarette duvarlar yükseliyor
ABD ve Çin öncülüğündeki bloklarda artan gerilim küresel ekonomiye de zarar veriyor. Zira küresel ticaret Soğuk Savaş’tan bu yana görülmemiş şekilde jeopolitik hatlar tarafından yönlendirilmeye başlandı.
Çin’in elektrikli araçlarına yönelik Biden yönetiminin son kararı da ABD’nin İkinci Dünya Savaşı sonrasında yerleştirmeye çalıştığı serbest ticaret ilkelerinden sapma anlamına geliyor. Çin ise korumacılık kararlarının ABD ve AB’nin yerel endüstrileri koruma adı altında dünyadaki yeşil dönüşüme darbe anlamına geldiğini iddia ediyor.
Çin’in elektrikli araçlarına yönelik kararların dışında ticarette korumacılık duvarlarının sayısı dünyada da artış eğiliminde. Buna göre 2015’te kısıtlayıcı sayısı 500 civarındayken bu sayı 2023’te 3000’lere dayandı.
Dünyada korumacılık politikalarının artışı ticaret büyümesi üzerinde de etki gösteriyor. 2023'te mal ve hizmet ticareti, küresel durgunluklar dışında 50 yılın en yavaş hızı olan tahmini yüzde 0,2'lik çok küçük bir oranda büyüdü. Dünya Bankası’na göre de 2024 sonunda küresel ticaret 1990’dan bu yana en yavaş beş yıllık büyümeyi kaydedecek.
Ekonomide bloklar arasında sınırlar belirginleştikçe, ticaretin yapısında da değişimler ortaya çıkıyor. Çin’in ABD ithalatındaki payı 2018'de yüzde 22'den 2023'ün başlarında yüzde 13'e düştü. Bununla beraber ABD ile Çin arasındaki doğrudan bağların yerini dolaylı bağlar alıyor. Bu ise tedarik zincirindeki süreleri uzatıyor. Ayrıca Washington ile Pekin arasındaki ticaret savaşı ve jeopolitik gerilimler nedeniyle tedarik zincirlerinin bir bölümü Vietnam'a ve Meksika’ya kaymaya başladı.
Tedarik kesintileri olağan hale geldi
İçinde bulunduğumuz dönemde, Dünya Ekonomik Forumu’nun da dikkat çektiği gibi önemli okyanus rotalarında tedarik zinciri kesintileri de daha yaygın hale geldi. Ticarete konu olan malların yüzde 90’ının deniz yoluyla taşındığı düşünüldüğünde, su yolları üzerindeki çıkarlar da büyük öneme sahip.
İsrail’in Gazze’de başlattığı insani yıkım devam ederken, önemli ticaret yollarından olan Kızıldeniz, en büyük belirsizliğin yaşandığı rota oldu. Yemen merkezli Husilerin İsrail’in geri adım atması amacıyla Kızıldeniz'den geçen gemilere saldırıları, ticarette gecikmelere, kesintilere ve artan nakliye maliyetlerine neden oldu. ABD ve İngiltere Şubat ayında Husiler’in su yolundaki eylemlerine yanıt olarak hava saldırısı başlatırken, hiçbir güç İsrail’in Gazze’deki soykırım savaşını durdurmak için harekete geçmedi. Her yıl ortalama 20 binden fazla geminin geçiş yaptığı Süveyş Kanalı da Kızıldeniz’de ticari gemilere yapılan saldırılardan olumsuz etkilendi.
Dünya ticaretinde deniz taşımacılığının hâkimiyeti devam etse de küresel bloklar arasında yeni lojistik koridorlar konusunda da mücadele var.
- Dünya ticaretinin devasa ticaret hacmini yönetmek için geleneksel ticaret koridorlarına alternatifler olacak ticaret koridorları üzerinde kontrol sağlama yarışı da son hızıyla sürüyor.
ABD’nin finansal sistemine alternatif arayışlar
ABD ve Çin blokunun karşı karşıya kaldığı konulardan bir diğeri de küresel finans sistemindeki doların hâkimiyeti.
Son dönemlerde, özellikle Rusya’nın uluslararası finans sisteminden dışlanmasından sonra ticari ödemelerde ABD dolarının payı azalmaya başladı. Buna göre Çin bloku ticaret finansmanında renminbinin payı, iki kattan fazla artarak yaklaşık yüzde 4'ten yüzde 8'e çıktı. Renminbinin artan kullanımı, Çin Halk Bankası tarafından başlatılan ve bu para cinsinden sınır ötesi işlemler için takas ve ödeme hizmetleri sunan bir sistem olan Sınır Ötesi Bankalararası Ödeme Sistemi (CIPS) tarafından destekleniyor.
Döviz rezervlerinde doların payı ise 2000 yılında yüzde 72 iken 2024’te bu oran yüzde 60’a geriledi. Çin’in renminbisinin payı ise sıfırdan yüzde 2,6’ya çıktı. Tüm bu verilerin gösterdiği gibi dünya finans sisteminde uluslararası ticaret ve yatırımda Çin renminbisi gibi para birimlerinin kullanımında artış olmasına rağmen bu gelişme ABD dolarını tehdit edecek seviyede değil.
- Dünyanın en büyük ticaret ülkesi Çin halen ithalat ve ihracatında doları yoğun olarak kullanıyor.
Doların dünya hâkimiyeti devam etse de bunu azaltmak için çabalar var. Üye sayısını artıran ve küresel GSYİH’nin üçte birini oluşturan BRICS ülkelerinden olan Brezilya Devlet Başkanı Lula, Ağustos 2023’te ortak bir BRICS para birimi oluşturulması çağrısında bulundu. Ortak bir para birimi kurulsun ya da kurulmasın, BRICS+ üyelerinin kendi aralarındaki ticarette yerel para birimlerini kullanma ihtimali ise doların karşısındaki en ciddi meydan okuma olarak değerlendirilebilir.
Savaşa kim dur diyecek?
Ekonomi etrafında bloklar arasındaki savaş devam ederken, Ortadoğu, Avrasya ve Asya-Pasifik Merkezi Direktörü Dr. Ali Semin, iki büyük dünya savaşı yaşayan dünyanın, bu derece yıkıcı topyekûn savaş yaşamamak için Soğuk Savaş döneminde krizlerden diplomatik çabalar ile çıkıldığını hatırlatıyor. Üçüncü Dünya Savaşı’nın silah tüccarları dışında kimsenin işine gelmeyeceğini dile getiren Semin, dünya liderlerinin bu savaşa mahal vermemek için daha fazla diplomatik çaba harcaması gerektiğini ifade ediyor.
“Günümüzde söylemler ve eylemler arasında ciddi uçurumlar söz konusu. Gelinen noktada uluslararası toplum Üçüncü Dünya Savaşı eşiğinde mi? değerlendirmeleri yapılabilir. Bana göre eşiğindeyiz. Ancak nasıl iki dünya savaşının yöntemleri farklıysa üçüncüsünün de diğerlerinden farklı olacağını düşünüyorum” şeklinde konuşan Semin, olası savaşın yapay zekâ ya da siber savaş gibi yeni teknoloji yöntemleri ile yürütülebileceğine dikkat çekiyor. İçinde bulunduğumuz koşullarda nükleer caydırıcılık nedeniyle topyekûn bir dünya savaşı beklemediğini ifade eden Kırklareli Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sinan Alçın ise bu kez ABD ve Çin bloğu etrafında yeni bir Soğuk Savaş’ın daha muhtemel olduğunu söylüyor.
Öncü Akademi Kurucusu Prof. Dr. Ahmet Öncü’ye göre ise Otuz Yıl Savaşları'ndan çıkarılan dersler, münferit gibi görünen anlaşmazlıkların nasıl uzun süreli ve çok yönlü çatışmalara dönüşebildiği, çok kutuplu bir dünyada barışın kırılganlığına dair çarpıcı bir uyarı niteliği taşıyor.
“Mevcut küresel iklim, geçmişteki zincirleme ittifakları ve rekabetleri anımsatan, daha geniş çatışmaları tetikleme potansiyeline sahip çok sayıda çatışma noktası ile şekilleniyor. Bu koşullar belirsizliklerle dolu bir geleceğe işaret ederken, tırmanmayı önlemek için diplomatik maharet ve uluslararası işbirliği hayati önem taşıyor” şeklinde konuşan Öncü’ye göre iklim değişikliği ve kaynak kıtlığından teknolojik değişimler ve jeopolitik rekabete kadar günümüzün küresel sorunlarının birbiriyle bağlantılı doğası, bu belirsizlikleri daha da artırırken, uluslararası ilişkilere dikkatli ve incelikli bir yaklaşım gerektiriyor.