Eczane yönetim felsefesi
Eczacılık okurken, yaz aylarında iyi eczanelerde çalışıp sektörü içeriden tanıyın. Mezuniyet sonrası, tıbbî kurumlarda birkaç yıl çalışıp sağlık sektörünü bir bütün olarak kavrayın. Sıra kendi eczanenizi açmaya geldi mi, gene birkaç yıl sıkı çalışıp piyasada iyi bir yer tutun ve iyi kalfa(lar) edinin. Daha ilk günden, eczaneyi teslim edip dünya turuna çıkacağınız robot kalfalar icat edilmedi henüz!
Fethiyeli Efe muhtemelen Henry David Thoreau, Werner Sombart ve Andre Maurois adlarını duymamıştır. Olsun, insanların ruh kumaşı aynıysa, hangi yaşta, hangi çağda ve hangi ülkede olurlarsa olsunlar, “hayatı doğru yaşamaya” dair benzer fikirlere sahip olabilir, aynı kararları verebilirler. Harvard Üniversitesi’nden 1827’de mezun olan Amerikalı şair ve filozof Thoreau, kendisine şu basit soruları soruyordu:
Para kazanmanın en iyi yolu nedir? Buna ne kadar zaman harcamalıyım? Düzgün ve özgürce yaşamak için ne kadara ihtiyacım var?”1 Alman sosyolog ve iktisat tarihçisi Sombart 1913 yılında, kapitalizmin insan iradesini cüceleştirdiğini; en büyük patronların bile artık “iş sahibi değil de iş kölesi
olduklarını yazıyordu: “Kapitalist sistem, girişimcinin kendisine hakim olur; onu, sistem için gerekli olanı yapmaya zorlar. Sistem, bizzat kendinin olan bir hayat yaşar.”2 Fransız romancı Maurois ise 1927 yılında Sombart’ın tezini haklılaştıran bir roman kahramanı kurguluyordu: “Yün almak, kumaş satmak... Demek böyle geçecek ömrüm... Yirmi yılda her şey tüketilmiş, bütün macera ümitleri kaybolmuş, bütün mutluluk fırsatları elden kaçmış olacak. Her sabah atölyeleri bir defa dolaşacak, akşamları büroda ‘... tarihli mektubunuza cevaben...’ diye oturup mektuplar yazdıracağım... Peki ama niye?”3
19 ve 20. yüzyıldan 21. yüzyıla; ABD, Almanya ve Fransa’dan da Türkiye’ye geçiyoruz: 2023 yılında Fethiye Lisesi’nden mezun olacak Efe Beşkazalı’nın kafası benzer sorularla meşguldür: Annem hukukçu, babam mimar, ikisi de çılgınca koşturuyor. Çalışmaktan, yaşamaya vakit bulamıyorlar. “Vakit, nakittir!” diyorlar ama bunu vakti değil, nakti (parayı) değerli hissettirmek için yapıyorlar. Paraya benim de ihtiyacım var; ama onlar gibi para peşinde koşturmakla hayatımı tüketmek istemiyorum! Ben en iyisi Eczacılık okuyayım; eczanemi kalfaya bırakır, serüven ümitlerimi yitirmez, keyfimce dolaşırım. Zamana söz geçiremeyeceğime göre, hiç değilse birkaç mutluluk fırsatı yakalamak üzere gönlümce yaşamak daha doğru değil mi?
Hayat, çalışmaya değer mi?
Modern Amerika’nın Tanrı’ya değil, servet tanrısı Mammon’a tapmakta olduğundan kuşku duymayan Thoreau, günün yaşamaya ayrılması gereken saatlerini para kazanmaya ayırmanın akla zarar bir iş olduğunu ve bize “uğruna yaşayacak” hiçbir şey bırakmadığını düşünüyordu: “Yaşamını kazanmak için yaşamının büyük bölümünü tüketen insanın yaptığından daha ölümcül bir ahmaklık olamaz.” Çinli filozof Lao Tzu yüzyıllar öncesinden, “Zengin, yeteri kadarına sahip olduğunu bilendir” demiş; Yunus Emre bu veciz sözü şiirle kanatlandırmıştı: “Kemdürür yoksulluktan nicelerin varlığı / Bunca varlık var iken gitmez gönül darlığı.” Thoreau ise çağdaşlarına yeteri kadarına sahip olduklarını, ama “bunu bilmedikleri için” yoksul kaldıklarını hatırlatıyordu: “Bir şeyin bedelinin, onunla takas edilmesi gereken yaşam miktarı olduğunu anlamıyorlar!” Efe’nin her hususta Thoreau ile hemfikir olmasını beklemiyorum. Amerikalı bilge az kazanmak ve sade yaşamak istiyordu. Belki Efe az çalışmak ama çok mükellef bir hayat sürmek istiyor. Bunları kendisiyle konuşma imkânım olmadı; sadece eczacı olmak, eczaneyi de kalfaya bırakıp hayatını yaşamak istiyor, o kadar!
Peşinen söyleyeyim, kendimi geçkalmış bir Efeci ve Thoreaucu olarak görüyorum. Yani bunların hayata bakışları temelde yanlış değil. Fakat kırk yıllık bir şirket danışmanı olarak Efe’ye, bir yönetim felsefesi geliştirmeden eczaneyi kalfaya bırakması halinde avucunu yalama ihtimalinin çok yüksek olduğunu da hatırlatmak istiyorum. Eczane veya market, hastane veya mektep, her türlü organizasyon usulünce yönetilmediği zaman, kâr değil zarar kapısı olur. Deneyimli bir eczacı, geleceğin eczanesinin nasıl olabileceğini anlamaya yönelik eserinde, eczane işletmenin temelde tıp veya eczacılık biliminin değil, yönetim biliminin konusu olduğunu vurguluyor: “Ben eczanemi 1999 yılında açtım. Eczaneyi açınca, bu mesleğin ne kadar karmaşık ve detaylı bir iş olduğunu ve işimizin büyük bir bölümünün işletme yönetimine dayandığını fark ettim.”4 Bu satırları yazdığım günlerde, ülkemizde bir yandan et ve süt ürünleri kıtlığı yaşanıyor; diğer yandan 5000 dolayında çiftlik satışa çıkarılmış, alıcı bekliyordu. Bu çiftlikleri kuranlar elbette eczacılar gibi mesleklerini iyi bilen uzman kişilerdi; ama çiftlik yönetimini ve genel anlamda satış ve pazarlamayı beceremedikleri için iflastan kurtulamamışlardı.
Birer şifa bahçesi olarak eczanelerin çiftliklerden farkı yoktur. Eczacıların toplumdaki statüleri belki bütün mesleklerden üstündür; doktora gidemeyen sayısız insan, binbir umutla onların kapısını çalarak dertlerine deva arar. Buna rağmen “sürdürülebilirlik” sorunu onların da birincil gündemidir. Yukarıda sözünü ettiğim eczacı, kendimize sürekli olarak şu soruları sormalıyız diyor: “Dünyada neler oluyor? Mesleğimiz nereye doğru gidiyor? Gelecekte bizi neler bekliyor? Geleceğin eczacılık sektöründe neler olacak? Biz bu değişime nasıl ayak uyduracağız? Mesleğimizi daha ileriye nasıl götürebiliriz?”
1.Samuel Alexander: Yeteri Kadarsa Çoktur: Thoreau’nun Alternatif İktisadı, İstanbul: Heretik, 2018, s. 15.
2.Werner Sombart: Luxury and Capitalism, Ann Arbor: Michigan, 1967, s. Viii.
3.Andre Maurois: Patronlar, İstanbul: Varlık, 1956, s.
4. 4.Ecz. Bengü Özdemir: Geleceğin Eczanesini Tasarlamak, İstanbul: Elma, 2012, s. 13.
Yazının devamı Z Raporu 50. sayısında