Çin rüyasının sonu mu?
1970'lerin sonunda Çin, planlı ekonomiden piyasa ekonomisine geçiş için öncelikle kırsal bölgelerde bir dizi reformu hayata geçirdi ve 20 yılı aşkın bir sürenin ardından ülke ekonomik anlamda büyük bir dönüşüm yaşadı. 1979'dan 2002'ye kadar, Çin'in GSYH'sinin yıllık ortalama büyüme oranı yüzde 9,4'e, kişi başına düşen GSYİH artış oranı ise yüzde 8,1'e ulaşarak rekor kırdı. Ülke ekonomisi, 1976’daki daralmanın ardından, 2020 hariç yüksek büyüme oranını 46 yıl boyunca sürdürdü.
Çin ekonomisi geçtiğimiz yılı yüzde 3 büyüme ile kapatırken, bu oran pandeminin etkilerinin başladığı 2020’deki yüzde 2,2 büyümenin ardından; 1976’daki daralmadan bu yana kaydedilen en düşük yıllık büyüme oranı olarak kayıtlara geçti. Çin’de ‘sıfır vaka’ politikasının terk edilmesi ardından ekonomi güçlü bir büyüme ile geri döndü. Ancak nisan-haziran arası dönemde büyüme yüzde 0,8 seviyesinde gerçekleşti ve bu durum 2023’te yüzde 5 hedefinin oldukça uzağında kalındığını gösteriyor.
Uzakdoğu Ajans Başkanı M. Mesut Aktaşçı, Çin'in resmi büyüme hedefinin bu yıl için yüzde 5 olarak belirlense de sıfır vaka kısıtlamaları sebebiyle 2023 büyümesinin aslında yüzde 3 civarında olduğunu belirtiyor. Aktaşçı ayrıca bu oranın pandemi öncesindeki ortalama büyümenin yarısından bile az bir büyüme olması haziran ayında tüketici enflasyon oranının sabit kalması ve fabrika çıkışı fiyatlarının düşüşü nedeniyle Çin ekonomisinin tehlikeli bir deflasyon sarmalına girme endişelerini artırdığını vurguluyor.
Tüketici fiyatları düşüyor
Büyüme oranı dışında, Çin ekonomisinde ortaya çıkan zayıflıklardan biri de tüketici fiyatlarında düşüş ile yaşanıyor. Dünya genelinde yaşanan enflasyona rağmen, Çin’de temmuz ayında tüketici fiyatlarının bir önceki yıla göre yüzde 0,3 ve üretici fiyatlarının üst üste onuncu kez yüzde 4,4 oranında düşmesi, ekonominin deflasyona girdiğinin kanıtları olarak gösteriliyor.
Çin’de fiyatların düşüşü, Çin hükümetinin pandemi sırasında vatandaşlarına etkin bir şekilde yardım etmemesi ve yardımlarını endüstriyel üretim faaliyetlerine yönlendirmesi; bu nedenle pandemi sonrasında halkın intikam harcaması ile tüketmek yerine paralarını biriktirmelerine yol açtı. Tecritler sona erdiğinde Çin halkı harcamalarını artırmak yerine, tasarrufa yöneldi ve 2023'ün ilk yarısında halkın tasarrufları 1,7 trilyon dolara ulaştı. Sonuç olarak ülke genelinde azalan talep nedeniyle fiyatlarda düşüş sürüyor. Fiyatların daha da düşeceği algısı insanları harcamalarını ertelemeye sevk ederken, ekonomide deflasyon sarmalını da artırıyor.
Gedik Üniversitesi ASEAN Merkezi Müdürü Öğretim Görevlisi Sibel Karabel’e göre Çin’de ortaya çıkan deflasyonu tüm boyutları ile ele almak gerekiyor. Ekonomide fiyat düşüşünün, indirim anlamına gelmediğini söyleyen Karabel, tüketicinin neden harcamak istemediğini ortaya koymak için pandemi dönemi ile başlayan sürece bakmak gerektiğini belirtiyor.
“Çin’de sıfır politikası uygulandı ve bu politikada tam kapanmalar oldu. İşgücü etkilendi, Mart 2020’de işsizlik rakamlarının 80 milyonu kapsadığı belirtiliyordu. Bu nedenle işgücündeki sorunlar ilk sebep olarak karşımıza çıkıyor. Ayrıca Çinli vatandaşların gelirleri ile ilgili bir sosyal güvenlik sistemine ihtiyacını görüyoruz. Pandemi döneminde ABD, İngiltere gibi ülkelerde sosyal güvenlik ile ilgili çok fazla inisiyatif ortaya çıkarken, Çin’e baktığımızda devletin rotasının sanayiye yönlendirildiği görüyoruz. Bu sürece genç işsizliği de eklemeliyiz. Tüm bunlar tüketici davranışında, harcama yapmama davranışını etkileyen unsurlar oldu” şeklinde konuşan Karabel’e küresel talepteki azalma, Çin’in demografisinin yaşlanması ve emlak sektöründeki sorunlar da eklendiğinde, fiyatların rekabetçi ortamda aşağıya çekilmesi durumu ortaya çıktı.
İkinci Japonya
Çin yıl boyunca sadece iç pazarda değil, dış pazarlarda da azalan talep ile karşı karşıya kaldı. Temmuz ayında Çin’in ihracatı yıllık yüzde 14,5 oranında düşerken, art arda üçüncü aylık düşüş gerçekleşti. Çin'deki doğrudan yabancı yatırımlar da 1998'den bu yana ikinci çeyrekte en düşük seviyesine ulaştı. Tüm bu gelişmeler 1990’larda emlak krizinin ardından uzun bir durgunluk sürecine giren Japon ekonomisi ile büyük benzerlikler taşıyor. Çin ekonomisindeki sorunlar düşük büyüme ve deflasyon ile sınırlı değil. Ülkede açıklanan dış ticaret verilerindeki düşüş yanı sıra yüksek genç işsizlik oranları da ekonominin içinde bulunduğu durum için sorunları artırıyor. Halen resmi kaynaklara göre yüzde 21 civarında olan genç işsizlik oranı, dünyadaki en yüksek oranlar arasında bulunuyor.
Çin küresel üretimin yaklaşık beşte birini karşılarken, ülkede tek çocuk politikasının mirası olan demografik sorunlar da bulunuyor. Yüksek gelirli bir ülke haline gelemeden Çin nüfusunun yaşlanması ve işgücündeki azalış hızlı ekonomik büyümenin önündeki en önemli engeller arasında gösteriliyor. Çin ekonomisindeki endişelerden biri de ülkede ekonominin yüzde 30’unu oluşturan emlak sektöründe ortaya çıkan sorunlar. Çin’de yüksek büyümenin itici güçlerinden olan emlak sektörü uzun süredir, yüksek borçlu üretim, satılamayan konut ve ofis binaları ve düşen fiyatlar ile boğuşuyor.
Geçtiğimiz yıldan bu yana Çin’de emlak fiyatları düşerken, en büyük emlak şirketi Evergrande’nin temerrüde düşmesi bu yöndeki korkuları artırdı. Son olarak Çin’de emlak sektöründe en büyük gayrimenkul şirketlerinden Country Garden’in toplam 22,5 milyon dolarlık iki tahvil borcunun faiz ödemesini zamanında ödeyemeyeceğini duyurması, tüketicilerin yatırım yapmak yerine tasarruf etmeyi seçmesine neden olurken, bu durum emlak fiyatlarında düşüşe neden oldu.
Aktaşçı, Çin ekonomisindeki sıkıntıların sadece sıfır vaka politikası sonucu olmadığını, Çin'in 18 trilyon dolarlık ekonomisinin birçok sektörde zorluk yaşadığını vurguluyor. “Aralık 2021'de 340 milyar dolara ulaşan ihracat, mayısta 284 milyar dolara geriledi. Aynı zamanda, ABD'nin Çin'i gelecekteki ekonomik büyümeyi destekleyecek gelişmiş yarı iletkenlerden mahrum bırakma çabaları, ticari ilişkileri daha da zorlaştırıyor. Gayrimenkul sektöründe yaşanan durgunluk ve borç seviyesinin artması gibi içsel faktörler de ekonomik baskıyı artırdı” şeklinde konuşan Aktaşçı, Çin hükümetinin 2020'de borç yükü ağır olan emlak geliştiricilere müdahalesinin konut fiyatlarının düşmesine ve birçok şirketin iflasına yol açtığını savunuyor. “2022 yılında Çin'deki konut satışları, bir önceki yıla göre yüzde 15 oranında düşüş gösterdi. Bu düşüş, özellikle büyük kentlerde hissedildi. Pekin ve Şanghay gibi metropollerde konut fiyatlarındaki artış oranı yüzde 5'in altına geriledi. Bu zorluklara yanıt olarak Çin Merkez Bankası, Haziran'da faiz oranlarını düşürdü ve yeni teşviklerin kapısını araladı” şeklinde konuşan Aktaşçı, kamu borçluluğu ve emlak spekülasyonlarının büyük ölçekli harcama planlarını sınırlayabileceğini, tüm bunların sonucu olarak da Çin'in 2030'larda dünyanın en büyük ekonomisi olma hedefinin tehdit altında olduğunu sözlerine ekliyor.
Yönetimin zaafları da belirleyici oldu
Çin’de ortaya çıkan ekonomik sorunlar ile ilgili olarak pandemi döneminin etkileri ön plana çıkarılsa da Dumlupınar Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkileri Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Dr. Barış Adıbelli, Çin hükümetinin politikalarının da bu süreçten sorumlu olduğunun altını çiziyor.
Çin’in uzun zamandır yakaladığı kesintisiz büyüme ve yabancı yatırımlar için cazibe merkezi olma özelliğinin, Xi Jinping yönetimi politikaları ile beraber sekteye uğradığını belirten Adıbelli, Xi Jinping’in kontrolü ele alır almaz Kuşak ve Yol Girişimini ilan ettiğini; böylece dünyayı ticaret ağları ve koridorlarıyla birbirine bağlamayı hedeflediğini hatırlatıyor.
Xi Jinping’in kendisinden önceki diğer Çinli liderlerden en önemli farkının, ekonomik büyümeyi ikincil plana atması buna karşın siyaseti ön plana alması olduğunu söyleyen Adıbelli, 2018’de Jinping’in, Çin’i bir dünya gücü ilan etmesi, Made in China politikası, kaliteli büyümenin desteklenmesi ve dolayısıyla yeni bir orta sınıfın, yani tüketici sınıfının oluşturulma hedefini açıkladığını belirterek Çin yönetiminin ekonomide doğrudan yabancı yatırımlara bağlı olunmasının önüne geçmek istediğini vurguluyor.
“Xi Jinping, Çin’in yeniden canlanması ve yeniden ayağa kalkması bağlamında bu kalkınma sürecinin 2049’da yani Çin’in kuruluşunun 100. yılında tamamlanacağını ve Çin'in küresel düzende hak ettiği yeri alacağını ilan etti. Xi Jinping’in 2018’deki konuşması yeni dönemde Çin’in yol haritasını belirleyen bir manifesto olarak görülmüştür. Aynı yıl ABD Başkanı Trump, Çin’e ticari savaş ilan etmiş ve Çin’le mücadele edeceğini duyurmuştur. 2018 bir milattır zira bu tarihten itibaren Çin; ABD ve Batı tarafından ötekileştirilen, düşmanlaştırılan bir ülke haline gelmiştir. 2019’dan itibaren NATO belgelerinde Çin bir tehdit olarak yer almıştır” şeklinde konuşan Adıbelli, konunun siyasal bir yönünün olduğunu da belirtiyor.