Asya para birimleri uzun süre düşük seviyelerde kalabilir
1971 yılının sonlarında gelişmekte olan ülkeler doların değerlenerek diğer para birimleri üzerinde hâkimiyet kazanmasının kendilerine zarar verdiğinden şikâyet ediyorlardı. Bu şikâyetlere yanıt veren dönemin ABD Hazine Bakanı John Connally, şu ünlü ve kibir dolu ifadesiyle dünyayı adeta şok etti: “Dolar bizim paramız ama sizin probleminiz.” Bu sözler “Ben yönetirim, ama bedelini siz ödersiniz” zihniyetini tüm çıplaklığıyla ortaya koydu. 2024’e geldiğimizde, üzerinden 50 yıldan fazla bir süre geçmiş olmasına rağmen, bu şikâyet hiç değişmedi. Zira gelişmekte olan ülkeler, ABD faiz oranlarındaki sert yükseliş nedeniyle hızla yükselen doların baskısı altında bir kez daha sıkışmış durumda. Amerikan Merkez Bankası FED, enflasyonla mücadele kapsamında gecelik faiz oranlarını kısa sürede yüzde 0,5'ten yüzde 5,5'e çıkarmıştı. Faiz oranlarının 11 kat artması, doların hemen hemen tüm para birimleri karşısında hızla değer kazanmasına neden olmuş ve bunun sonucunda ortaya çıkan sıkışma da mevcut şikâyetlere yol açmıştı. Peki son 50 yılı aşkın süredir değişmeyen bu durumdan kimi sorumlu tutacağız?
ABD'nin kendi ihtiyaçlarını karşılama konusunda tek taraflı davranmasını mı, yoksa gelişmekte olan ülkelerin dolarizasyonu azaltmaya yönelik politika eylemsizliğini mi? Son 50 yılı aşkın süre boyunca, doların kestirilemeyen seyri gelişmekte olan ülkelerin ekonomilerine zarar vermiş ve bu ülkelerin dolarizasyonu azaltma ihtiyacına dair pek çok konuşma ve tartışma yapılmış olsa da, bunların ötesinde bir eyleme geçmeye yönelik neredeyse hiçbir adım atılmadı. Yerli ihracatçıların ödemeyi dolardan çok daha az likit ancak daha değişken bir para birimiyle kabul etmeye zorlanması nedeniyle, çok abartılan ikili ödeme düzenlemeleri dolarizasyonu etkili bir şekilde azaltamıyor. Dolayısıyla ihracatçıların ikili ödemeler oyunu oynama konusunda pek motivasyonu kalmadığından, kendimizi aynı filmi tekrar tekrar izlerken buluyoruz. Doların bu seferki yükselişi sadece hızlı değil aynı zamanda geniş tabanlı oldu. Zira dünyada 150'den fazla para biriminin en az üçte ikisine ve en aktif olarak işlem gören gelişmekte olan piyasa para birimlerinin 30'una karşı değer kazandığı söyleniyor. Asya'da Japon yeni, Güney Kore wonu, Malezya ringgiti, Hindistan rupisi, Tayvan doları ve Filipin pesosu son yılların en düşük seviyelerinde seyrediyor. Öyle ki, bu yılın sadece ilk dört ayında Japon yeni yüzde 12 değer kaybetti. 2022 yılının ortasında başlayan FED faiz artırımları Ağustos 2023'te durağan bir noktaya ulaştıktan sonra piyasa beklentilerinin bu yıldan itibaren düşüş eğilimine geçmesiyle birlikte ilk faiz indiriminin Mart 2024'te yapılması bekleniyordu. Faiz indirimlerinin kaçınılmaz olduğuna ilişkin beklenti o kadar yerleşmişti ki, ABD hisse senetleri ve tahvilleri mükemmel bir fiyatla fiyatlandı ve Asyalı merkez bankası yöneticileri nefeslerini tutup rahatlama beklemekten başka bir şey yapmadılar. Maalesef enflasyon bunu destekleyen bir seviyede seyretmedi. ABD ekonomisinde tüketim ve şirket kârları, pandemi sonrası dönemdeki devasa teşvikler sayesinde patlamaya devam ederken, enflasyonun FED'in hedeflediği yüzde iki seviyesine düşmesine dair hiçbir belirti yok. ABD faiz oranlarının daha uzun süre yüksek kalmaya devam edeceği düşünüldüğünde, Asya ve gelişmekte olan piyasaların para birimlerinin de daha uzun süre durgunluk içinde olması muhtemeldir.
Doların yükselmesi gelişmekte olan ülkeler için bir dizi sorunu beraberinde getiriyor. Zira ülkelerin ticaret hadlerini değiştirip ithalat fiyatlarını artırdığı gibi, gıda maddeleri ve diğer temel maddeleri ithal etmeleri durumunda da ithal enflasyonu ortaya çıkarabilir. İhracat tarafında ise, çoğu gelişmekte olan ülke emtia ihracatçısı ve dolayısıyla fiyat alıcısı olduğundan, yerel para birimindeki değer kaybından neredeyse hiç fayda sağlayamıyorlar. Dış ticaret dengesi üzerindeki bu asimetrik etki, otomatik olarak cari açığı artırarak ödemeler dengesi sorunlarına yol açıyor. Zira dolar bazlı borçlanan ülkelerde mali yükümlülük ve borç yükü yerel para birimi cinsinden artıyor. Dahası, negatif faiz farkının tetiklediği sermaye kaçışı potansiyel olarak yabancı rezervleri aşındırabilir. Dolayısıyla ülkelerin ekonomik göstergeleri çok hızlı bir şekilde bozulabileceği gibi, makroekonomik kırılganlık da önemli ölçüde artabilir.
Peki gelişmekte olan bir ülke kendini korumak için ne yapabilir? Aslında yapabileceği pek bir şey yok. Söz konusu durumdan etkilenmemenin en hızlı ve en etkili yolu, iç faiz oranlarının ABD faiz oranlarındaki artışa paralel olarak yükseltilmesi olacaktır. Ancak borçla beslenen büyüme ve pandemi ile ilgili harcamalar nedeniyle gelişmekte olan ülkelerin çoğu artık boğazlarına kadar borca batmış olduğundan, ne yazık ki bu uygulanabilir bir seçenek değildir. Zira ülke ekonomisi yüksek kaldıraca sahip olduğunda, faiz oranlarının yükseltilmesi dayanılmaz derecede acı verici olacaktır. Bu durumda büyüme tıkanır, iç yatırımlar bastırılır, tüketim kısıtlanır ve hane halkı sektörü yüksek borç ödemeleri yüzünden sıkışır. Dahası, denetlenmeyen batık krediler artar ve bankalar sarsılmaya başlar. Dolayısıyla en etkili politika aracı olan faiz seçeneği ne ekonomik ne de siyasi açıdan uygulanabilir olur.
Gerçek şu ki, gelişmekte olan bir ülkenin tek başına yapabileceği çok fazla şey olmasa da, kolektif olarak yapılabilecek çok şey var. Tıpkı el ele tutuşan bir grup kişinin, güçlü akıntıların olduğu bir nehri geçme şansının tek bir kişininkinden çok daha yüksek olması gibi, uzun süredir devam eden doların hakimiyeti sorununun, ülkelerin tek başına hareket etmesiyle çözülmesi mümkün değildir. Filipinler, Tayvan ve Endonezya'nın yakın zamanda faiz oranlarını artırdığını ancak para birimlerinin dolar karşısında daha da fazla değer kaybettiğini hatırlayalım. Öte yandan güçlü Japonya hem faiz oranlarını artırmak, hem de ağır müdahalelerde bulunmak suretiyle bir hafta içinde rezervlerinin 59 milyar dolarını kullanmasına rağmen Yen daha fazla değer kaybetti. Önemli olan, bu koşullarda ülkelerin tek başına yapacağı eylemin son derece maliyetli ve uzun vadede etkisiz olabileceğidir. Gelişmekte olan ülkelerin dikkate alması gereken daha mantıklı yol, kolektif Bölgesel Para Birimi Düzenlemesi olacaktır. Bölgesel Para Birimi Düzenlemesi sadece dolarizasyonu azaltmaya yardımcı olmakla kalmayacak, aynı zamanda gelişmiş ticari ve ekonomik entegrasyon, döviz kuru istikrarı ve rezerv yönetimi gibi başka faydalar da sunacaktır. Artık hiçbir para biriminin doların kestirilemeyen seyrine karşı koyamayacağı bir ortamda, üye ülkelerin birleşik kaynaklarına dayanan bileşik bir bölgesel para birimi daha fazla direnç sağlayabilmelidir.
Tüm bunları dikkate alarak, Asya'nın gelişmekte olan ülkelerinin hedeflemesi gereken, Avrupa Para Sistemi hedef bölgesi şablonuna göre tasarlanmış esnek düzenlemelere sahip bir Bölgesel Para Birimi Düzenlemesi’dir. Söz gelimi, Malezya, Endonezya, Tayland ve Vietnam'ın Avrupa Para Birimi tarzı bir Güneydoğu Asya Uluslar Birliği (ASEAN) para birimi üzerinde çalışma başlatmaması için hiçbir neden yok.
Esnek olmakla birlikte, bu tür bir düzenlemenin gerektirdiği politika uyumu katılımcı ülkeler üzerinde disiplin uygular. Ülkelere güvenilirlik sağlayan ve döviz piyasalarının güvenini kazandıran da bu tür zorunlu disiplindir. Bölgesel Para Birimi Düzenlemesi hızlıca ulaşılabilecek bir çözüm olmadığı gibi, kendine has zorlukları vardır. Ancak yine de kolay lokma olmaktan başka seçeneği bulunmayan ülkelere, ekonomik kaderlerini daha iyi yönetmeleri için uzun vadeli uygulanabilir bir çözüm sunar. İşbirliğine dayalı bir para birimi düzenlemesine yönelik ciddi bir adım atılmadığı sürece, doların fenalıklarına dair son 50 yıldır dile getirilen şikayetler önümüzdeki 50 yılda da devam edecektir.