Afrika'da sistem kuran ülke Türkiye
2000'li yıllar ile kendini yeniden tanımlamaya başlayan, özellikle Çin, Hindistan, Brezilya ve Türkiye gibi yükselen güçlerin etkisiyle, girdiği Batı kuşatmasını delmeyi başaran Afrika, yeni bir geleceğe adım atıyor. Bu gelecekte Türkiye, Afrika için Afrikalılarla birlikte hareket ederek, yüz yıl önce terk ettiği topraklarda yeni bir ekonomik ve siyasi sistemi inşa etme çabasında.
Batı'nın Afrika ile ilgili tüm dünyaya dayattığı algı, millenyum ile tamamen değişmeye başladı. Safariler, iç savaşlar, cılız çocukların başında akbabaların beklediği, yoksulluk ve yoksunluk ile resimlenen Afrika artık geride kalıyor. Yaşlı kıta yeniden ayakları üstünde durmaya, dünya ekopolitiğinde belirleyici bir güç olmaya doğru yol alıyor. Beyaz adamın dayattığı Afrika kimliği, bizzat yine Afrikalılar tarafından ters yüz ediliyor. Afrikalılık bilinci, Afrikalıların eli ile, kendi kültür ve medeniyetlerine sahip çıkarak yeniden oluşturuluyor. Bunun son örneği Afrika Birliği'nin kıta içinde ortak pasaport uygulamasına geçme yönündeki iradesi oldu. Batı'nın süper güçleri kıta için uyguladıkları Sykes-Picot tarzı paylaşılan egemenlik alanlarını yitirme korkusuyla bir kez daha ve bu sefer terör bahanesiyle Afrika'ya müdahale ederken, siyasi, kültürel ve ekonomik yollarla kendilerine bağladıkları kıtanın özgürlüğünü kazanmasına engel olmaya çabalıyor. Dünyanın en genç yaş ortalamasına sahip, en verimli yer altı ve yer üstü kaynaklarını elinde tutan, Batı'ya özellikle Avrupa'ya uzanan önemli ticaret yollarını kontrol altında tutan Afrika ülkeleri ise Çin, Hindistan, Brezilya, Katar ve Türkiye gibi dünyanın yükselen güçlerinin de desteği ile içinde bulunduğu kuşatmayı parçalamanın arayışında.
Afrika, dünyanın en hızlı nüfus artışına sahip kıtası. Öyle ki 2000 – 2015 arasında kıtanın nüfusu, 370 milyon artarak, 814 milyondan 1,2 milyara yükseldi. Birleşmiş Milletler'in yaptığı projeksiyonlara göre ise nüfus artışı önümüzdeki yıllarda da devam edecek. Buna göre kıtanın nüfusu 2030 yılında 1,7 milyara, 2050 yılında ise 2,5 milyara yükselecek. Bu rakamların şöyle bir önemi var. Yapılan analizlere göre, Afrika'daki nüfus artışı bu şekilde devam ederse, kıta seçkin bir işgücü nüfusuna sahip olacak. Yani dünyanın diğer kıtalarında nüfus giderek yaşlanıp çalışan nüfus giderek daralırken, Afrika'da 15-64 yaş arası olarak tanımlanan çalışan nüfus artacak. Öyle ki bu nüfus aralığı, genel nüfusa göre daha hızlı bir şekilde artmakta. Yapılan tahminlere göre nüfustaki bu veri eğer gerekli şartlar sağlanırsa, önümüzdeki 15 sene içinde Afrika'nın yıllık GSMH'na 0,5 puanlık bir ek büyüme olarak yansıyacak. Çalışma yaşındaki nüfusun daha çok Afrika'nın Doğu, Batı ve Orta bölgelerinde yoğunlaştığı da yapılan araştırmalar neticesinde belirlenmiş durumda. Afrika'nın bu potansiyeli değerlendirmesi için daha çok iş yaratması ve dolayısıyla daha çok yatırım çekmesi gerekiyor. Bunu da tek başına yapması mümkün değil. Afrika'nın Afrikalı gibi düşünen ve Afrika ile çalışan ülkelerin desteğine ihtiyacı bulunuyor.
Nüfus demişken, Afrika'nın dünyanın diğer kıtalarına göre ortalama yaşam süresinde 60 yaş ile son derece düşük bir ortalamaya sahip olduğunu da eklemek gerekiyor.
Bu rakam, bölgelere göre ayrıldığında Orta Afrika'da 52'ye kadar inebiliyor. Kuzey Afrika'da ise 71'e kadar çıkabiliyor. Mevcut büyüme rakamlarına bakıldığında, kıtanın hızlı büyüme yaşanan bölgelerinde ortalama yaşam süresinin oldukça düşük olduğu gözlemleniyor. Salgın hastalıklar (sıtma, Aids, ebola vb.), su başta olmak üzere temel ihtiyaç/gıda maddelerine ulaşmanın güçlüğü, iç savaşlar ve terör, ortalama yaşam süresini düşüren etmenlerin başında geliyor. Afrika'nın ortalama yaşam süresini yükseleterek daha aktif bir nüfusa sahip olmasının yolu da hem istikrarlı yönetim sistemine hem de modern alt yapı sistemlerine sahip olmasından geçiyor. Bu da önümüzdeki yıllarda hem siyasi hem de ekonomik anlamda ciddi bir yatırımın gerekliliğini ortaya koyuyor. 100 yıldan uzun süredir, kıtanın kaynaklarını sömüren Batılı devletler bu iki gerek şartı da Afrika için sağlamış değil. Siyasi anlamda, Afrika'ya diktatörlükler ve yapay sorunlar anlamıyla müdahale ederlerken, ekonomik anlamda da, kıta için adeta kurumsallaşan bir “yardım ekonomisi” sistemini hayata geçirmişler. Bu sistem beyaz adamın çıkarını korurken, Afrika'nın yerlilerini bağımlı ve yaşayabileceği kadar ürünün sağlandığı bir ekosisteme mahkum ediyor.
1980'ler ve 1990'lar boyunca Dünya Bankası ve IMF tarafından Afrika ülkelerine dayatılan tek tip acı reçeteler, o ülkelere kredi veren bankaların ve finans kuruluşlarının çıkarını korurken, esas çözüm bekleyen yoksul Afrikalıların hayat şartlarında hiçbir iyileşme sağlayamamış hatta bizzat Batılı kurumların raporlarına da yansıdığı gibi daha kötüye gidişin de zeminini hazırladı. Afrika'ya tek bir renk ile bakan Batılı göz, kıtanın çeşitliliğini ve farklılığını görmeyi reddetti. Öyle ki dayatılan reçeteleri uygulamayı reddeden ülkeler, kabul edenlere oranla daha fazla büyüme performansı gösterdi. Batılı ülkelerin dayattığı, yardım ekonomisi, Afrikalı ülkeleri/yönetimleri bir çıkmazla karşı karşıya bırakmıştır. Yardımlar geldiği müddetçe, temel alt yapı yatırımlarına devam eden ülkeler, yardımlar azaldığı ya da kesildiği zaman ilk olarak bu yatırımlara son vermişlerdir. Bu düzen ikibinli yılların başlangıcına, yeni aktörlerin dünya ekonomik sahnesine çıkışına kadar sürdürüldü. Çin başta olmak üzere, Hindistan, Brezilya ve Türkiye gibi ekonomilerin yükselmesi ile Afrika'da bu düzene ilk çomak sokulmuştur. Bunda da en önemli etken, sözkonusu ülkelerin hammadde ihtiyaçlarının artması ile emtia fiyatlarının yükselmesi.
Afrika son 15 yılda etkileyici bir büyüme performansı sergiledi. 1980'ler ve 1990'larda yüzde 2 civarında büyüme ortalaması tutturan Afrika, 2000'ler ile birlikte bu oranı ikiye katlayarak, 2001-2014 arasında yüzde 5'in üzerinde bir büyüme ortalaması yakalandı. 2015 yılında ise büyüme dinamiği, küresel finans sistemindeki negatif dalgalanmalar özellikle de Çin'de büyüme rakamlarındaki düşüş ile Afrika'nın büyüme trendi de göreceli olarak düşdü. 2015 yılında Libya dahil Afrika'nın ortalama büyümesi yüzde 3.6 seviyesindeydi. 2016'da da büyümenin yüzde 3.7 seviyesinde olması öngörülüyor. 2017'de ise büyümenin kısmi bir yükselişle yüzde 4.5 oranında gerçekleşmesi tahmin ediliyor. Tabii bunun için emtia fiyatlarında yavaş da olsa istikrarlı bir yükselişin yaşanması gerekiyor. 2000 ile 2016 yılları arasındaki Afrika kıtasının GSMH'da yaşanan olağanüstü artış da zaten büyüme performansını göstermesi açısından dikkati çeken veriler sunuyor. Buna göre 2000 yılında sadece 587 milyar dolar olan kıtanın toplam GSMH'si, 2016'da neredeyse 5 katı artışla, 2 trilyon 545 milyar dolarlık bir seviyeye ulaşmış durumda. Bu dönem arasında, sadece küresel finans krizinin yaşandığı 2008 yılının hemen ardından 2009 yılında bir düşüş yaşanırken, diğer yıllarda sürekli yükseliş göze çarpıyor. Bu veriler bize Afika'nın gerekli şartlar sağlandığında geleceğinin açık olacağını gösteriyor. Öyle ki tüm olumsuzluklara rağmen Afrika, küresel anlamda en fazla büyüyen ikinci kıta olmayı başardı. Fildişi Sahilleri, Cibuti, etiyopya, Mozambik, Ruanda ve Tanzanya gibi ülkeler yüzde 6 ila yüzde 10 arasındaki büyüme rakamları ile dünyada en hızlı büyüyen ülkeler arasında yer almayı başardı. Kıta'nın Doğu, Batı ve Orta bölgeleri büyüme performansı açısından önemli vaatlerde bulunuyor.
- Afrika'nın 2017 GSMH büyüme oranı beklentisi: %4.5
- Afrika nüfusunun dünya nüfusuna oranı: 16
Türkiye'nin stratejik Afrika hamlesi
Türkiye Afrika'nın mevcut yükselişini geç sayılmayacak bir dönemde, ilk olarak 1998 yılında fark etti. O yıl itibariyle kurlan ilişkiler, 2005 yılında ilan edilen Afrika Yılı ile stratejik bir boyut kazandı. Somali ve Etiyopya gibi Afrika kıtasında siyasi, ekonomik ve kültürel olarak önemli konumu bulunan ülkelerle hem devlet hem de sivil toplum düzeyinde dikkate değer ilişkiler tesis edildi. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın katıldığı, ilki 2008 yılında İstanbul'da düzenlenen Türkiye-Afrika Ortaklık Zirvesi'nin ikincisi 2014 yılında Ekvator Ginesi'nin başkenti Malabo'da düzenlendi. Bu zirve Türkiye'nin kıta ile ilişkilerinin geçen 16 yılda sağlamlaştığının temel göstergesiydi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye ile
Afrika ülkeleri arasındaki ilişkinin yeni bir ortaklık modeli çerçevesinde yürütüleceğini de bu zirvede şöyle açıkladı: “Özellikle tarım, enerji, sağlık, eğitim, küçük ve orta ölçekli işletmeler, istihdam, yatırımların teşviki, enerji ve ulaştırma gibi konularda dayanışmaya ve daha verimli daha derin bir iş birliğine hazır olduğumuzu belirtmek istiyorum. Zirvenin temasında da vurgulandığı gibi kalkınma ve bütünleşme yolunda yeni bir ortaklık modeli hedefinde birlikte ve kararlılıkla yürüyeceğiz.” Erdoğan, Türkiye'nin Afrika'ya bakışını hürmet ekseninde değerlendirerek, “Binlerce yıllık tarihi ve en az iki bin yıllık bir devlet geleneğine sahip olan, insanlığın ortak birikimine de eşsiz katkılar sağlamış olan Türkiye, Afrika kıtasına her zaman hürmet nazarıyla bakmıştır” ifadeleriyle, Türkiye'nin kıtaya yönelik sömürgeci bir yaklaşımı bulunmadığını en üst düzeyde ifade etti.
Türkiye'nin, Afrika'ya yönelik siyasi, ekonomik ve kültürel ilgisini, “Afrika sorunları için Afrika çözümleri” başlığı çerçevesinde değerlendirmek mümkün. Türkiye, Afrika'ya yönelik faaliyetlerinde hiçbir zaman üstten bakan, plan program dayatan bir yaklaşım içinde bulunmamaya özen gösteriyor. Bilakis, ilişki kurulacak ülkenin devlet kurumları ve STK'lar ile mevcut problemlere ilişkin, hangi çözüm yollarının bulunabileceğine ilişkin işbirliğine gidiliyor. Bu yol kullanılarak yapaılacak yardımların ve yürütülecek projelerin birebir insana dokunması amaçlanıyor ve anlamda da dikkate değer sonuçlar alınmış durumda. Örneğin Somali'de, kamu, özel sektör ve STK'lar aktif koordinasyonu ile adeta sıfırdan bir devlet inşa etme (nation building) faaliyetli yürütülüyor. TİKA, Sağlık Bakanlığı, AFAD, YTB, Diyanet Vakfı, Kızılay ve Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü (KDK) gibi birçok kamu kuruluşu yanında İHH, Cansuyu, Hüdayi Vakfı gibi kamu kurumları ve sivil toplum kuruluşlarının belirli bir koordinasyon çerçevesinde çalıştıkları ülke, Türkiye için Afrika'daki başka ülkelerde de uygulanabilecek bir modeli ortaya çıkarmış durumda. Son olarak Türkiye'nin Afrika'daki en büyük elçiliğini, Somali'de açması da, kıtaya yönelik ilgi ve iddiasının uzun dönemli olduğunun en önemli delili.
Tabii bu noktada Türkiye ile kıta arasındaki ekonomik ilişkilerin pozitif görünümünü not etmekte fayda var. İki taraf arasında ticaret hacmi her geçen gün artmakla birlikte ileriye dönük önemli bir potansiyel de taşıyor. Ergüç Ülker'in Yoksulluktan Umuda Afrika Ekonomisi adlı kitabında da ifade ettiği gibi “Türk iş dünyası son 10 yıl içerisinde Afrika'yı keşfetdi.” Türkiye'nin 2006 yılında, tüm Afrika'ya ihracatı toplam 4,5 milyar dolar iken, 2015'te bu rakam 12,5 milyar dolar seviyesine yükselirken Afrika'dan ithalatımız ise 5 milyar dolar seviyesinde gerçekleşti. Toplam ticaret hacmi ise 17 milyar dolar seviyesinde oluştu. Ülker'e göre, Türk işadamları Afrika'da Afrikalı olmayan milletlere göre birçok avantajı bulunuyor. Bu özelliklerin önde geleni ise Türklerin kıtada sömürgeci bir geçmişinin olması ve ırkçılığın kültürümüzde bulunmaması. Yine Osmanlı ve Türk kültürü yalnızca Kuzey Afrika'da değil, Sahra Altı Afrika'da hissedilmesi ve bizzat Afrikalılar tarafından dile getiriliyor. 100 yıllık bir kopuşa rağmen Osmanlı'nın ve Türklerin izi hala daha Afrikalıların hafızasında canlı. Bunda, Afrika'da önemli oranda Müslüman nüfusun varlığı da etkili. Osmanlı'nın Doğu ve Orta Afrika ile kurduğu ilişkilerin izleri bugün de yaşamaktadır. Afrika pazarlarında Türk mallarının bir başka avantajı da, Türk mallarının Avrupa menşeli gözükmesine rağmen fiyat olarak daha ucuz ve buna karşın kalitesinin Çin mallarından daha yüksek olması. Öyle ki bu sayede Türkiye yeni girdiği Afrika pazarında Çin ve Hindistan ile rekabet edebilir düzeye yükseldi. Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi Türk işadamlarını Afrika'nın pazar olarak potansiyelini fark ettiği gibi işgücü anlamında da değerini kavramış. İkibinli yıllar ile özellikle Mısır ve Etiyopya'ya yapılan yatırımlar ile Türk işadamları Afrika için yeni bir iş modeli oluşturdular. Kısaca özetlemeye çalıştığımız ama hepsi birbirinden değerli gelişmeler, Türkiye'nin 100 yüzyıl önce terk ettiği topraklarda kalıcı olacağının da işaretleri.
Sadece iktisadi alanda değil, sosyal alanda da dikkate değer gelişmeler yaşanıyor. 2015-2016 eğitim yılında, Türk üniversitelerine kabul edilen Afrikalı öğrenci sayısı 5437 olurken, 1239 öğrenciye de burs verildi.Türk havayolları'nın Afrika'daki 31 ülkede 48 noktaya gerçekleştirmeye başladığı uçuşlar ile Afrika'da en çok noktaya uçan havayolu şirketi ünvanı kazanması, yumuşak gücümüzün kıtada yükselmesi için önemli faaliyetlerin başında geliyor. Binlece Afrikalı işadamı, bürokat, öğrenci ve bireyin THY'yi kullanması, Türkiye'nin Afrikalıların gönlünde farklı bir konuma sahip olmasının da önünün açıyor. Yine, ikibinli yılların başına kadar iki elin parmaklarını geçmeyen büyükelçilik sayısının, 54 ülkeli Afrika'da 39'a yükselmesi de, Türkiye'nin Afrika'daki siyasi, kültürel ve ekonomik varlığının temsili noktasında stratejik bir hamledir. Son olarak, ilk kez İstanbul'da düzenlenen Dünya İnsani Zirvesi'ne Afrika'dan yoğun katılım atılan tohumları yeşerdiğini gösteriyor. Tüm bu gelişmeler Türkiye'nin Afrika'da yeni bir paradigma ile, fırsat ve adalet eşitliğini öngören yeni bir sistem tahayyülü ile var olmak istediğinin yoldaki işaretleridir.