‘ABD’yi ihracat boyutunda yeniden keşfetmeliyiz’
ABD ile Türkiye arasındaki ticaret hacmi gerçek potansiyeli yansıtmıyor. Bu tablonun değiştirilmesi ve ticaret hacminin 100 milyar dolarlara çıkarılması hedefleniyor. Bu nasıl mümkün olacak? ABD ticaret bakanı Wılbur Ross’un Türkiye ziyaretini değerlendiren taba-am-cham başkan yardımcısı Süleyman Şanlı, ABD’yi, tek bir ülke olarak görmemek gerektiğinin altını çiziyor ve ekliyor, “ezberlerle olmaz, ABD’yi ihracat boyutunda yeniden keşfetmek gerekiyor!”
ABD yıllık 2.6 trilyon dolar ithalat; 1.6 trilyon dolarlık ihracat yapan; 4.2 trilyon dolarlık bir ekonomi. 20 trilyon dolar bir gayri safi hasılaya sahip. Bu kadar büyük bir ekonomi olmasına, stratejik ortaklık ve müttefiklik ilişkisine rağmen Türkiye’nin ABD ile olan ticari ilişkileri çok zayıf. ABD Ticaret Bakanı Wilbur Ross’un 06-11 Eylül tarihleri arasındaki beş günlük Türkiye ziyaretinde iki ülke arasında 100 milyar dolarlık ticaret hedefinin altyapısını oluşturacak temel adım atıldı, ticaret hacmini artıracak 12 öncelikli sektör belirlendi. TABA-Am-Cham (Türk Amerikan İşadamları Derneği) Başkan Yardımcısı Süleyman Ecevit Sanlı, “ABD ticaretimizin bu kadar zayıf kalmasının sebebi, Türk tarafı olarak bizim de zamanında doğru adımları atmamamızdan ve ABD’ye eyaletler olarak bakmamamızdan kaynaklanıyor” diyor. Süleyman Sanlı, ABD’yi ihracat boyutunda yeniden keşfetmek gerektiğinin altını çiziyor.
ABD ile Türkiye arasındaki ticaret hacmi gerçek potansiyeli yansıtmıyor. Yeni gelişmeler ışığında potansiyeller nerelere ulaştırılabilir?
ABD’nin Türkiye ile ticari işbirliği, stratejik ortaklık ve müttefiklik ilişkimize yakışmayacak bir şekilde zayıf. Bu kadar devasa bir ekonomiye yıllık 10 milyar dolarlık ihracat yapmak ve Amerikan ithalatında binde 5’lik rakamda kalmak müttefiklik ilişkimize yakışmıyor. Buna karşılık ABD’den yaptığımız 10 milyar dolarlık ithalat ise bizim ithalatımızın yüzde 5’ine tekabül ediyor. ABD ticaretimizin bu kadar zayıf kalmasının sebebi, Türk tarafı olarak bizim de zamanında doğru adımları atmamamızdan kaynaklanıyor. Türk ihracatçılarımızın Amerikan pazarına tek bir pazar, tek bir ülke olarak bakması, orayı eyaletler bazında düşünmemesi, bizim bu konuda zayıf yönümüzü teşkil etmiş. Örneğin orada eyaletlere ayırdığınızda Kaliforniya tek başına bir devlet olsa dünyanın 6. büyük ekonomisi; Fransa büyüklüğünde. Teksas dünyanın 7. büyük ekonomisi; Kanada büyüklüğünde. Bu kadar çarpan bir ölçek varken bizim de zaman ve süreç içerisinde sadece İstanbul’a belirli uçuş mesafesindeki pazarlara yönelik ihracat stratejimiz dünyanın kalan 3’te 1’i olan Amerika kıtasına, diğer 3’te 1’i olan Asya’ya yönelik doğru açılımlar sergilemememize neden olmu. Bu konuda ciddi bir öz eleştiri yapmamız gerekiyor. Aynı zamanda serbest ticaret anlaşmasıyla müttefiklik ilişkisinin taçlandırılmaması da bu ticareti etkilemiş vaziyette. ABD ile yakın çevremizde İsrail’in, Fas’ın, Umman’ın ve Ürdün’ün serbest ticaret anlaşması bağlantıları var. Mısır’ın da QIZ dediğimiz nitelikli serbest bölgesi üzerinden, orada üretilen ürünleri ABD’ye vergisiz girişine yönelik hamleleri söz konusu. Daha düne kadar savaştıkları Vietnam’ın bile bugün ABD’ye 53 milyar dolar ihracatı var. Şu an ambargo uyguladıkları düşünülen Venezuela’nın bile 13 milyar dolar ihracatı var. Bizim sadece belli başlı, ana arter şehirlerde New York’ta, Los Angeles’ta Washington’da vb. şehirlerde konsolosluklarımız, büyükelçiliğimiz ve dış ticaret ataşeliğimiz var. Halbuki neredeyse bir Fransa büyüklüğünde olan Kaliforniya’da, bir Kanada büyüklüğünde olan Teksas’ta diplomatik misyonumuz olmadığı gibi, bir ticari bağlantı yapacak ataşeliğimiz bile bulunmamaktadır. Bu anlamda tabii STK’ların da bir özeleştiri yapması gerekiyor kendisine.
Daha önce de bazı eyaletler hedef alınmış, bazı sektörler belirlenmişti. Bu kararlar hayata geçmedi mi?
Maalesef geçmemiş. Ama şu anda başarılı olan sektörlerimiz var. Kuyumculuk inanılmaz başarılı. Peki kuyumculuk sektörümüz neden başarılı? Çünkü önemli firmalarımız oranın önemli şehirlerinde mağazalar açtılar. Tüketici eğilimlerini biliyorlar. Amerikan kadını ne takar, ne kullanır, zevkine ne hitap ederi, orada gördüler, pazarı yerinde keşfettiler ve sektör olarak bir numaraya yerleştiler. Ev tekstili de halı da son derece başarılı. Tekstil sektörümüzün pazar payı yüzde 3.7’lere doğru gidiyor. Ortalama pazar payımız binde 5 iken, yüzde 3.7’lere komplede çektiğinizde zaten ihracatımızı otomatikman 10 misli artırmış oluyorsunuz. Bu noktada serbest ticaret anlaşması çok büyük önem arz ediyor. ABD Ticaret Bakanı’nın Türkiye ziyareti yeni bir adım. Başkan Trump’ın daha önceden konulan 75 milyar dolarlık dış ticaret hedefini Osaka’daki G-20 Zirvesi sonrasında özellikle 100 milyar dolara revize etmesinden sonra, Ağustos ayında ABD büyükelçisi çok hızlıca Ankara’ya geldi, başladı. Uzun zamandır Türkiye’de Amerika büyükelçisi yoktu. Peşi sıra, 10 gün geçmeden Ticaret Bakanı beş günlük uzun sayılabilecek çalışma ziyareti yaptı.
Wilbur Ross’un Türkiye ziyaretiyle ekonomik ilişkiler ivmelenir mi? Kesinlikle ivmelenir. Bu bir heyecan yarattı zaten. Bu ziyaret, uzun zamandır üzerine toz serpilmiş ticari ilişkileri yeniden gündeme getirdi. Çünkü
Türk – Amerikan ilişkilerinde bu kadar hızlı kırılmalar yaşanmasının sebebi, ekonomik ayağımızın karşılıklı güçlü olmaması. Eğer iki müttefik arasında ticari ilişkiler bu kadar zayıf olursa kırılganlıklar ve kırılmalar artar. Bunun kök neden analizi doğru yapıldı. Bu yüzden ticaretin hızlıca geliştirilmesi gerekiyor.
Neticede Türkiye ile ABD, Transatlantik değerlerine muhatap olan ve liberal demokrasiye ait iki ülkedir. Temel kültürel ortaklığımız ve paylaşımımız da bunradan kaynaklanır. Bu anlamda belirlenen hedeflere ulaşması ütopik değil, olası.
İki olgu bu ziyaretten sonra dile getirildi. Birisi Türk KOBİ’lerinin konsolide olmaları, diğeri de otomasyon sorunu. Ne diyorsunuz?
Özel sektörde bazı mental değişiklikler yapılması gerekecek.
Ticaretin ekseni değişiyor, bunu nasıl yorumluyorsunuz?
Tabii ki soğuk savaş dönemi sonrasında bazı çerçeveler anlamını yitirdi. Doğu batı ekseni değişti. Transatlantik’te olan dünya çekim merkezi ve ekseni Asyapasifik’e kaydı. Güç merkezi Asya - ABD arasındaki Pasifik’e kaydı. Bundan 20 yıl önce hiçbir zaman bir Fransa’nın Çin’le işbirliği yapabileceği kimsenin aklının ucuna gelmezdi. Bir Almanya’nın bazı fonlarda Rusya’yla stratejik işbirliği geliştireceğini kimse düşünmezdi. Dünyada dengeler değişiyor. Bu noktada artık ortak çıkarlar üzerinde belirli konu başlıkları altında, birçok konuda ülkelerin anlaştıklarını ve stratejik işbirlikleri geliştirdiklerini görürken, birçok konuda da karşı karşıya geldiklerini gözlemliyoruz. Bu noktada Türkiye’nin hem jeopolitik konumu itibariyle, hem Türkiye ekonomisinin büyüklüğünden ziyade coğrafik etki bölgesinden mütevellit inanılmaz bir ağırlığı söz konusu. Doğunun batısı, batının doğusu. Hem batılı hem doğulu. Ne batılı ne doğulu bir ülkedir Türkiye. Baktığınızda jeopolitik konumun sırrı da burada saklıdır. Bundan dolayı da yeniden küreselleşmeyle ulusallaşma arasında gidip gelen dünyada, önemli bir mihenk taşı haline dönüşecektir. Bu noktada güzide ülkemizin de bu çekim merkezi, baskının üzerine yoğunlaştığı noktada her durumdan faydalanmayı bilmesi gerekir. Gerekirse her krizin ortasına kendisini konumlandırarak çözüme yaklaştırma konusunda ağırlığını kullanabilir. Bunu da ticarete ve sanayi yatırımlarına elverişli hale getirilebilir. Önemli olan iradelerin karar vermiş olmasıdır. Bizim için ABD Ticaret Bakanı’nın Türkiye ziyaretindeki en önemli mesaj, Amerikalı şirketlerin Çin’deki olan yatırımlarını Türkiye’ye kaydırmaları yönündeki tavsiye kararıdır. En önemli başlık da odur. Amerika ikliminden incelediğinizde, yaklaşık olarak yılda 1 trilyon dolarlık bir dış ticaret açığı artık sadece ekonomik olmaktan çıkmıştır. Bunun sadece 560 milyar dolarının bir ülkeye veriliyor olması artık ulusal güvenlik sorunu haline gelmiştir. Bunun sonuçlarından hangi ülkeler faydalanacak? Mesele bu. Bir Hindistan faydalanıyor, iki biz.
Hindistan ve Türkiye demir çelik sektörlerinin ABD ile sorunları oluştu. Buna nasıl bakmak lazım?
O aslında bir ticaret savaşı değildi, o bir korumacılık önlemiydi. Bu konuda özellikle sayın Ticaret Bakanımız Ruhsat Pekcanın demir çelik sektörüyle ilgili muafiyet istemesi haklı bir taleptir. Ama sonuç alabilir miyiz? Hayır. Çünkü ABD’yi 20. asrın devi yapan hadise, demir çelik sektörüdür. Otomotiv sektörü, silah sanayi, uçak, gemi vb. sektörlerin tamamında başarısının sırrı inşaat, devasa gökdelenler, hepsi çelik konstrüksiyonlardır, bu sektörünü yeniden korumaya alma ihtiyacı hissetmiştir. Neticede işsizlik oranı da şu anda yüzde 3’ lere düştü orada.
Amerika’yı biz yeniden mi keşfetmeliyiz?
Kesinlikle Amerika’yı ihracat anlamında yeniden gerçekten keşfetmemiz gerekiyor. Ezberlerle olmaz, bu ezberleri bozmamız gerekiyor. Sanayicimizin alışkın olduğu bir ihracat düzeni var. Fasonculuğa alışmışız. Son tüketiciye ulaşmak çok önemli ve değerli. Ama Amerika’da malınızın iddialı olması için mutlaka orada deponuzun, üretim tesisinizin Kuzey, Güney, Doğu, Batı yakalarında olmanız gerekiyor. Bu anlamda lojistik sektörümüze de ciddi ödevler düşüyor.
ABD, Çin ticaret savaşının Türkiye’ye yansımaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Pozitif. Amerika, Çin ticaret savaşları kaçınılmaz. Bunun mecrası sadece Dünya Ticaret Örgütü, Dünya Gümrük Örgütü olmaktan çıktı. Sadece G-7 ve G-20 zirvelerinde görüşülür hale geldi. Bu ticaret savaşları bitecek mi? Asla bitmeyecek. Derinleşecek mi? Kesinlikle evet. Bunun sonuçlarından nasıl istifade edebiliriz?
Biz sadece Amerika bacağını okuyoruz ama Çin bacağını da doğru okumamız gerekiyor, Çin’de de bizim için fırsatlar var.