ABD ve Türkiye merkez bankaları arasındaki hedef farkları
Döndük dolaştık yine aynı yere geldik. TCMB başkanın yaklaşık dört aylık süresi sonunda görevden alınması piyasaları vurdu. Neden oldu? Nasıl oldu? soruları sonucu ne kadar etkiler bilemiyorum. Zira işletme kökenimle ve doktora tez konum olan kurumsal yönetim ile beraber hayata genel olarak şahıslar ve olaylar üzerinden değil de sistem üzerinden bakmakta yarar olduğunu düşünmekteyim. Bu nedenle hem akademik olarak yaptığım çalışmalarda hem de iş insanı olarak yönettiğim şirketlerde hep sistemin, alt yapının düzenin ilk olarak yapılandırılması gerektiğini ifade ettim ve uyguladım. Bu nedenle de başarıya ulaştığımı düşünüyorum.
Bu noktada konuyu tam analiz etmenin, kısır tartışmalardan daha ziyade faydası olacağını düşünmekteyim. Kısaca değinecek olursak; “Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası” yani “Türkiye Cumhuriyeti” değil; kanunlar ile kendisine özel hak tanınmış bildiğiniz özel bir şirkettir. Türkiye Cumhuriyetine ait kamu kurumu değildir. Para basıp emisyon yaratma gibi ekonomi için çok kritik hakkı olan böylesi bir kurumun ilk kuruluşunda devlet payı yüzde 15’lerde iken 1970 yılında sermaye arttırılarak en azından yüzde 51’lik kısmı hazineye ait hale getirilmiştir. A, B,C,D grubu olarak dörde ayrılan hisselerin “A” grubu hazineye, “B” grubu bankalara, “C” grubu banka harici ancak banka imtiyazlı finans kuruluşlarına “D” grubu ise özel şirket veya şahıslara aittir. “D” grubu hisse sahiplerinin kim olduğunu tam olarak bilememekteyiz. Zira bu bilgi açıklanmamaktadır. Şeffaflığın çok önemli olduğu finans sektöründe garip bir durum değil mi?
ABD Merkez Bankası’nın (Fed) durumunun da bizden iç açıcı olmadığı ortadadır. Zira Fed’in sahipliği daha fazla tartışmalı bir konudur. Görünürde hisselere, özel on iki ABD bankası sahiptir. Yine tamamıyla devlet harici şahıslara ait olan bu bankalarda ki hisseler esasen birkaç ailenin elindedir. Bu aile isimlerine aşinasınızdır, Rothschild, Rockefeller vs… Konumuz bu değil, dolayısıyla buradaki esrar perdelerine daha fazla değinmeyeceğim. Sadece iki merkez bankasının sahiplik bilgisini vermek amacındayım.
Her iki banka da merkez bankacılığı teorisinde olduğu üzere bağımsızdırlar. Teorisinde diyorum zira bu konu tartışmaya epey açıktır. Halkın oyu ile seçilen tam bağımsız hükümetlerle, esasen devlet ile kısmi bağı olan ancak devlet olmanın en temel unsuru; para basma yetkisine, süresiz sahip olan bu özel kurumların bağımsız olması ne kadar mümkün veya doğrudur? Bu konuyu şu anekdot ile izah etmek ve sizlere düşünmeniz için sunmak isterim. Dünya’da en bağımsız merkez bankası olarak Alman merkez bankasının (Bundesbank) gösterildiği genel kabuldür. Batı Almanya ve Doğu Almanya’nın 1990 yılında birleşmesi esnasında iki ülkenin farklı para birimlerinin tek bir para birimi altında yani Batı Almanya para biriminde toplanması önemli bir maddeydi. Ancak Batı Almanya para birimi değeri Doğu Almanya’nın neredeyse beş katına yakındı. Hükümet görüşmelerinde Bundesbank’ın teklifi ile Batı Almanya’nın ikiye bir teklifinin basına sızması bile yoğun protestolara sebep olmuştu. Kaldı ki, bu bile iyi bir teklifken dönemin başbakanı, Helmut Kohl, Bundesbank’ın tüm ısrar ve engellemelerine rağmen bire bir oranında yani eşit seviyede kur ile iki ülkenin para birimlerini birleştirme kararını vermiş ve uygulamıştı. Bunun için var olan Merkez Bankasının başkanını değiştirip bu işe imza atacak yeni başkan ile yoluna devam etmişti. Mevzu kendince basit idi; siyaseten büyük bir hedefi vardı, iki ülkeyi birleştirmek. Bunun için ne gerekiyorsa yapacaktı, kimsenin bu tarihsel oluşuma engel olmasına müsaade etmeyecekti. Özerklik abidesi Bundesbank’a bile.
Esas konu: Hedefler ve Farklılıklar
Fed resmi internet sitesinde kendi hedeflerini şu şekilde sıralamaktadır; en yüksek istihdam oranı, fiyat istikrarı ve bunlara uygun faiz oranı. TCMB’nin internet sitesinde kurum hedefini fiyat istikrarı olarak belirlediğini yazmıştır. İşte filmin koptuğu yer burasıdır. Zira Fed istihdam oranı endişesi taşırken bizim Merkez Bankamızın böylesi bir endişesi yok! TCMB kendini sadece enflasyon hedeflemesi yapmak ile mükellef tutmaktadır. Kanun bu yönde olduğu için haklıdır o ayrı… Ancak bu durum ekonomik gerçeklerden ve faydalardan çok uzaktır. Enflasyon hedeflemesi yapmak üzere faiz oranı belirlemek ekonomi için bir fayda üretmez, hatta zarar sağlar. Zira halkın oyu ile seçilen hükümetin ana hedefi tam istihdamı yani düşük işsizliği sağlamakken ekonomiye yön veren ana kurum merkez bankamızın böylesi bir hedefi olmadığı gibi enflasyonu düşürmek için faizi yükseltmek üzere hareket etmesi de kendi kanunu ile gayet doğal bir durummuş gibi karşımıza çıkmaktadır. Hâlbuki faizi yükselttikçe yatırımlar düşer, yatırımlar düştükçe de istihdam azalır. Elimizde düşük enflasyon bile kalmaz. Nitekim şuan da kalmadığı gibi... En önemlisi ise ekonomi kurumları arasında hedef birlikteliği olmamasıdır. Hedefler ayrı olduğu için çözümler de uygulamalarda farklıdır.
Sözün özü; en kısa zamanda TCMB kanununda değişikliğe gidilip TCMB’nin hedefinin Fed’de olduğu gibi en yüksek istihdam oranını sağlama, fiyat istikrarı ve bunlara uygun faiz oranının belirlenmesi olarak değiştirilmelidir. Böylelikle TCMB hükümet ve bakanlıklar ile ortak hedefe sahip özerk bir kurum olarak millete fayda üretecektir.
Bu makalem, 15 EKİM 2017’de Yeni Şafak’ta yayımlanmış makalemden alıntılanmıştır. Ne yazık ki aradan geçen yaklaşık 4 yılda bu konuda ilerleyemedik. Aynı süreçten farklı sonuçlar beklemekteyiz. Elbette, farklı sonuç hiçbir zaman olmayacak, şahısları değiştirmekle sonuçlar değişmeyecektir.