25 yıl önce yaşanan Asya mali krizinden neler öğrendik, neler öğrenmedik?
25 yıl önce, Doğu Asya tarihinin en kötü mali krizini yaşadı. Başta Malezya, Tayland, Endonezya ve Güney Kore olmak üzere pek çok ülke krizden etkilendi.
Temmuz 1997’de Tayland bahtına spekülatif bir saldırı olarak başlayan şey, adeta “bulaşıcı” bir hastalık gibi hızla diğer ülkelere yayıldı. Temmuz-Ekim 1997 arasındaki üç aylık dönemde ABD doları karşısında, Tayland bahtı yüzde 40, Malezya ringgiti yaklaşık yüzde 27, Endonezya rupisi yaklaşık yüzde 40 ve Kore wonu yaklaşık yüzde 35 değer kaybetti. “Doğu Asya’nın Mucizeleri” olarak adlandırılan ülkeler için bu ağır bir darbe oldu. Döviz krizi hızla ekonomistlerin “ikiz kriz” olarak adlandırdığı duruma dönüştü. Esas itibarıyla, hızla değer kaybeden para birimleri ve bu para birimlerini faiz artırımı yoluyla desteklemeye yönelik politika tepkisi, söz konusu ülkelerde bankacılık krizine yol açtı.
Garip olan şu ki, krizden önceki yedi yıllık dönemde bu dört ülkenin ortalama nominal GSYİH büyümesi yılda yüzde 12’yi aşmıştı. Yani 1996 yılında her bir ülke GSYİH’sini 1990 seviyelerine kıyasla iki katından fazla artırmış, dolayısıyla IMF’nin övgüsünü kazanarak “mucize ekonomiler” haline gelmişlerdi. Ancak hızlı parasal büyüme, büyük cari açıklar ve özellikle kısa vadeli sermaye girişlerinin neden olduğu bu büyüme sürdürülebilir değildi.
Krizden alınan dersler
Kriz, politika yapıcıların gözünü açan olağanüstü bir gelişme oldu. Onlara birçok ders verdiği gibi, daha da önemlisi, ihtiyaç olduğunu bildikleri ancak iktidardaki siyasi elitlerin direndiği reformları gerçekleştirme fırsatı da sağladı. Çıkarılan ilk ders, açıklık ve şeffaflığın, kapalılık ve bilgi boşluklarından beslenen spekülatif saldırılara karşı en iyi panzehir olduğuydu. Dolayısıyla kriz sonrası dönemde, özellikle bankacılık ve finansla ilgili bilgiler zamanında üretilip açıklandı. Alınan ikinci önemli ders ise, sabit kurların istikrarsız olması, mütemadiyen döviz uyumsuzluğuna yol açması ve şirketleri döviz kuru risklerine karşı korunaksız pozisyonlar almaya itmesi sebebiyle gelişmekte olan ekonomiler için oldukça tehlikeli olabileceğiydi. Kriz sonrasında sabit kur sisteminden kontrollü dalgalı kur sistemine geçildi.
Krizden çıkarılan üçüncü ders, borçla finanse edilen büyümenin yüzeysel, sürdürülemez ve krize açık olduğuydu. Krizin ekonominin yüksek oranda kaldıraçlı olduğunda dış şoklara karşı kırılganlığın ne kadar yıkıcı ve maliyetli olabileceğini göstermesiyle birlikte, “ne pahasına olursa olsun büyüme” düsturu bir kenara bırakıldı. Alınan son önemli ders, hırs ve açgözlülük gibi dürtülerle aşırı risk almanın ve alınan riskleri dış faktörlere bağlama ve riskleri
Yazının devamı Z Raporu 40. Sayısında