15 Temmuz'un derin anlamı
15 Temmuz darbe girişimi dünyada emsali bulunmayan bir saldırı. Akademik yorumlar da bunun bir benzerinin daha önce yaşanmadığını söylüyor. Ekonomik, politik, askeri, teknolojik, dış politik bağımsızlığını kurmaya güçlüce ve hasretle sarılan bir ülke ve karşısında son 60 yıldır alıştıkları/kurdukları düzenin yıkılmasını asla kabul edemeyen/ sindiremeyen iç ve dış karaktersizler... İşin özü tek kelimede aslında: 'bağımsızlık'!
Farklı ülke ve farklı zamanlarda-elbette Türkiye'de de-"darbe" girişimi olduğu biliniyor. Ama bu şekilde, devletin tüm kurumlarına sinsice sirayet etmiş bir grubun, yönetimi değiştirmek bir yana, ülkeyi parçalama, iç savaş çıkartma, dışarıda hazır bekleyen tüm unsurlara içeriden kapı açan, nihayet bizzat seçilmiş lideri öldürmeyi tasarlayan bir cürete tanık olunmadı. Üstelik bu işin sadece bir yanı. 15 Temmuz gibi bir vakanın "işin sadece bir yanı" olması bile yeterince dehşet verici. Türkiye'nin belli bir zamandır; çok yönlü, çok katmanlı, çok beslemeli, çokça saldırıya uğramasının anlamı var bu anlam iyi anlatıldığında zaten faili/failleri işaret ediyor.
Türkiye ve tabii medya her olay yaşandığında -ekonomik ataklardan intihar saldırılarına kadar- bu olayları tek tek izah ediyor. Bu anlamlı elbette ama her olay ve arkasındaki bağ tek tek izah edildiğinde sanki unutuluyor. 15 Temmuz'un daha yılı dolmadı, sanki çok basit, sıradan bir olay yaşanmış ki, onu zihnimizin kötü anılar bölümüne hapsettik. Belki psikiyatrik açıdan rahatlatıcı bir yanı vardır ama ya saldırı sürüyorsa? Ki sürüyor! O halde tüm bu olaylar arasındaki bağı/rabıtaları kurmak/sağlamlamak gerekiyor. Yetmiyor, bu olayların kronolojisine paralel bir "dış dünya konuşmaları" eklemek gerekiyor. Bu gerçekten çözümleyici bir resim oluşturuyor.
Örneğin Rus büyükelçisine yönelik suikastın yaşandığı günün sabahında Almanya Federal Meclisi'nin Dış İlişkiler Komisyon Başkanı, "Türkiye ile Rusya, Suriye'de anlaşırsa Batı için felaket olur" açıklaması yaptı. Bu beyan, Almanya'yı suikastın sorumlusu mu yapıyor? Hayır. Ama izah edici bir yönü olduğu gibi "bunu kime söylüyor" diye sorduğunuzda Türkçesi, "bir şeyler yapalım"dır. O birşeyler kimi Batı ülkelerinin kimi derin odakları tarafından Ankara'da Rus büyükelçisine yönelik mermiye dönüşüyor.
Veya, Beşiktaş, Kayseri terör saldırıları ve Büyükelçi suikastı zamanlamasında Türkiye Cumhurbaşkanı'nın yurt dışı gezilerine -kimi ertelendi kimi gerçekleşti- baktığınızda da rahatsızlığın yüzeye çıkma nedenlerinden birine daha ulaşıyorsunuz. Pakistan, Özbekistan, Kazakistan, vb. Kaldı ki Kazakistan, Suriye'de; Türkiye-Rusya-İran zirvesinin devamında Astana'da ağırlayacak tarafları!
Başta söylediğimiz "çoklu" eylemlerle "çoklu söylemleri" birleştirdiğinizde nihayet elinizde bir "olağan şüpheliler listesi" oluşuyor. İşte çok kabaca çizdiğimiz bu yordamın kamuoyunun tamamına tekraren ve tekraren üstelik düzgün biçimde ulaştırılması gerekiyor.
Bu işin iç tarafı. Dış kamuoyu ayrı bir dert. Çünkü Türkiye'ye yönelik bu operasyonun planlayıcısı olan ülkelerin halklarına bunu öyle söylemeniz gerekiyor ki, kafalarını kendi yönetimlerine çevirip, "sen ne yapıyorsun yukarıda" desin. Daha zor elbette bunu sağlamak ama mümkün.
Saldırılara karşı savunma hattı kuruluyor
15 Temmuz Türkiye'ye yönelik kuşatma ve çok yönlü saldırıların pik noktasıdır. Düşünün ki bir süper güç ve ortakları, hırsı ve düşmanlığı o kadar büyük ve Türkiye'nin yaptıklarından o kadar rahatsız ki, 1970'lerden beri biriktirdiklerini -tabii hepsini değil- bir gecede harcadı. Ama saldırılar kesilmedi ve her başarısız girişimin ardından format değiştirdiğini görüyoruz. Son 3 yıldır Türkiye'ye yönelik medya saldırıları bir yandan Ankara'yı rendelemeye davranırken bir yandan da Ankara'yı devirmeye yönelik girişimleri meşrulaştırmaya, dünya kamuoyunu ikna/izah etmeye, hatta "şimdiye kadar niye yapılmadı, iyi yapmışsınız" dedirtmeye yönelik. Kuşkusuz müstevlilerin yerli ortaklarının bu propaganda faaliyetlerine verdikleri katkıyı da hep anımsamak gerekiyor. Kaldı ki, dışarıda nasıl ödüllendirildiklerini de görüyoruz.
Ters açıdan bakıldığında, burada dersler de vardır. Çünkü dünya kamuoyu da bu tür etkilere açıktır. Bugünden bakıldığında Türkiye'yi hedefleyen küresel medyanın bir listesi de elimizde bulunuyor. Yani kim kime çalışıyor, bağlantıları nedir biliniyor. "Erdoğan'ın yolu"nu kesmeye çalışan bu propaganda makinalarının da aslında yavaş yavaş yavan kaldığını söyleyebiliriz.
Gezi olayları bunun sembol/somut örneklerinden biridir. O kadar elle tutulur haldedir ki, uluslararası medya markalarının bir ülkenin seçilmiş ve politik desteği güçlüce sabit iktidarına yönelik bir kalkışma denemesinin destekçilerine ve haliyle meşrulaştırıcılarına dönüştüler. CNN International'ın bir son dakika haberini verme süresi dahi dakikalarla sınırlıyken ve bu kanala verilen saniyelik reklamların servet miktarında olduğu bilindiğinde, sabahlara kadar varan Gezi protestoları yayınlarının anlamı daha iyi anlaşılır. Esasen bu "gazetecilik" anlayışının bir zihniyet ortaklığı ve derinine hasarlı bir hal olduğu anlaşılıyor; Suriye'den Avrupa'ya geçen, aç, yorgun, bitkin, varlığı kalmamış, ancak kucağındaki çocuğunu tutmaya dermanı kalmamış can derdindeki insanlara çelme takarak çamurlara yuvarlayan "gazeteciler" de aynıdır. Nihayet Türkiye ulusal güvenliğine yönelik bu entegre gölge orduya karşı savunmasını kurdu, kuruyor ama bu tahkimatın en güçlü mühimmatı her gün yüzlerine vurduğumuz ahlaksızlık suçlamasıdır.
Türkiye zincirlerini kırıyor
İşin özü tek kelimede aslında; "bağımsızlık"! Mustafa Kemal'in Türkiye için kurduğu, "bağımsızlık benim karakterimdir" cümlesinin bugün Türkiye iktidarının hem icraatlarıyla hem siyasetiyle buluştuğu noktadır bağımsızlık. Ekonomik, politik, askeri, teknolojik, dış politik bağımsızlığını kurmaya güçlüce ve hasretle sarılan bir ülke var ve son 60 yıldır alıştıkları/kurdukları düzenin yıkılmasını asla kabul edemeyen/sindiremeyen iç ve dış karaktersizler var.
Tabii Türkiye'nin tüm bu konular ve alt-üst alanlarında zincirlerini kırma girişiminin kendisinden daha tehlikeli olan, Batı dünyası için ürkütücü bir tarafı var. Türkiye'yi parmaklarında oynatma gücünü yitirmeleri büyük yara ama bir de Ankara'nın emsal olma durumu var. Bağımsızlık arzusu berbat bir virüstür. Hızla yayılır. Türkiye bunu yapıyor. Bu onlar için asla ne affedilebilir ne de kabul edilebilir bir durum. Neden? Çünkü nihayetinde kendi varlıklarına yönelik bir büyük tehdittir. Bu ülkenin niyeti bu değil. Ama küresel adalet istediğinizde-ki bunun siyasetteki karşılığı "dünya beşten büyüktür" vecizidir-birileri sanık sandalyesine oturmak zorunda kalabilir, hakimiyet alanlarını kaybedebilir.
Bu tırnak içinde kötü örnek olma halinin eşyanın tabiatına uygun olarak bir stratejik sonuç üretme potansiyeli var. Bu potansiyel, hali-hazırdaki "müttefikleri", potansiyel müttefiklerle tokuşturmaya dayanmıyor. Yine aynı cümleye gidiyor; yeni ve bağımsız ilişkiler kurmak. Bu ilişkilerin coğrafyası Türkiye için tarihsel olarak farklı bir miras barındırıyor. Çin sınırlarından Avrupa'nın ortasına, Rusya'dan Afrika ve Arap yarım adasının tamamına kadar.
"Hayır, bunu yapamazsınız" dendiğinde, "bağımsısız ve kimse bunu engelleme hakkına sahip olamaz, yapacağız" dedikten sonradır tüm bu yaşananlar.
Tüm bu faktörler birleştiğinde Türkiye'nin ilk önce yakın çevresi sonra orta ve uzak çevresi için hızlı ve iletişim dili sağlam bir "ortağa" dönüşme kabiliyeti/olasılığı neredeyse sınırsız görünüyor. Bu da "onlar" için stratejik bir tehdit olarak algılanıyor.
Peki bu iddianın hayata geçirilmesi mümkün mü? Müstevliler ve yerli mümesilleri sayısız gerekçe ile bunun imkansızlığına işaret ediyor. Bizim atladığımız ise şu; bu gerçekten mümkün olamayacak olsa, gerçekleşme ihtimali bulunmasa, bu kadar çok ve ağır saldırılar düzenlerler mi?!
Tabii ki de mümkün. Türkiye bunu gösterdi zaten. Sadece siyasi istikrara verdiği oy tüm istikrarsızlık hücumlarına rağmen tekrarlanıyor.