“Yetim çocuklara somut yardımda bulunamıyorsak bile en azından gülümseyip daha fazla anlayış gösterebiliriz.”
Bosna sinemasının en önemli yönetmenlerinden Aida Begiç; yeni filmi Bırakma Beni'yi, filmin çekim sürecini, Türkiye'nin mültecilere yaklaşımını ve daha birçok konuyla alakalı düşüncelerini GZT okurlarıyla paylaştı.
Bırakma Beni filmini yönetme teklifini nasıl aldınız? Beşir Derneği tarafından davet edildim. Yetimler için bir şey yapmak istiyorlardı. Onlar çok şey yapıyorlardı ama kültür ve sanat anlamında değildi. Bosna savaşının yetimleri, kız ve erkek kardeşler hakkındaki olan son filmimi izlemişlerdi. Filmin adı “Sarajevo’nun Çocukları”. Birlikte çalışmak için en uygun kişi olduğumu düşündüler. Çok sevindim. Çünkü bir şey yapma şansım oldu. Suriye ve mülteciler hakkında çok şey duydum ama nasıl katkıda bulunabileceğimi bilmiyordum. Bunu harika bir fırsat olarak buldum.
Dinlediğiniz hikâyeler ve şahit olduğunuz olaylar arasında sizi en çok ne etkiledi? Benim asla unutmayacağım şey çocukların, yetim çocukların gözleri çünkü böyle inanılmaz kaybı sırf gözlerine bakarak hissedebilirsiniz. Filmi çekerken çok güldük. Çünkü Suriyeli çocuklar ve tanıştığım çocuklar dünyanın bütün çocukları gibi çok neşeli ve harikaydı. Çok güldük birlikte müthiş vakit geçirdik ama aynı zamanda dehşet verici olaylar geçirdiklerini bildiğin için kalbinin derinliklerinde onlara bakarken derin bir hüzün hissedersin.
İsa filmdeki oğlanlardan biri, vahşice yaralandı. Onu yaralayan bomba babasını öldürdü. Türkiye’ye geldi. Türk doktorları hayatını ve bacağını kurtardı. Sanırım bu kaza olduğunda 8 yaşındaydı. Bu genç hayata, yaralı kalbe bakınca soğuk kalamazsınız.
Neden ağlıyorsunuz, oyunculuk yapıyordum.
Film için oyuncu seçimini nasıl yaptınız? Çocuklarla çalışma deneyimim var. Atölyeleri yaparken o çocukların günlerini biraz daha mutlu hale getirip, aynı zamanda da film için uygun birini bulursak seçeriz diye düşündük. Örneğin, İsa’yı ilk defa yetimhanede gördüğümde doğaçlama küçük bir sahne kurduk. Sahnede çok çekingendi. Sonrasında çok konsantre oldu ve onun gözlerine bakınca bir şekilde onu çok sevdim. Anında kalpten kalbe bağlantı kurduğumuzu düşünüyorum. Yetimhanenin önünde onun fotoğrafını çektim ve bu oğlanın filmde rolü olacağını düşündüm. Filmin hikayesi hakkında hiçbir fikrim yoktu ama filmde oynayacağını biliyordum. Örneğin, Ahmad, bana hemen söyledi. “İyi oyuncuyum, beni yönetmene bile gerek yok” dedi ve haklıydı. Harika oyuncu. Doğaçlamada Motaz’a “Bu oğlan sana bunu yapınca ağlamaya çalış” dediğimizde, öyle içten ağladı ki bizde ağladık. Sonra gözlerini sildi ve bize “Neden ağlıyorsunuz, oyunculuk yapıyordum” dermiş gibi baktı. O çocukların hepsi çok yetenekliydi. Bu önemli bir motivasyon kaynağı oldu. Böylece kendilerini işine adamış olup gerçekten yapmak istiyor olmaları gerekiyor ve ilk baştan yönetmene güvenmeleri gerekiyor. Bence aramızda güçlü bir güven, sevgi ve destek kurduk. Çekim süreci sorunsuz geçti.
Bırakma Beni normal hayattan koparılmış çocukların hikâyesini anlatıyor. Çekimler esnasında bazı olaylar çocuk oyuncuların bilinçaltındaki kötü anılarını tetikledi mı? Çekim sürecinde bu sorun oldu mu? O sahneler için çocukları çok dikkatlice hazırladım. Yaşadıkları bazı olayları tetikleyecek bazı sahneler olduğunu biliyordum. Açık açık konuştuk çünkü çocukları çok ciddiye alıyorum ve kişiliklerine saygı duyuyorum. Onlarla konuştum. Onlara ‘öyle ya da böyle yaparsak daha iyi olur musun’ diye sordum. Gerçekten iyi hazırlanmış olduklarını düşünüyorum. Yapmaları gerekeni çok iyi biliyorlardı. Bizim için onları izlemenin onların yaptığı işten daha zor olduğunu düşünüyorum. Onlar bunları gerçekten yaşadı diye düşünürken, onu yaşayan çocuklardan ziyade bizim için daha zordu. Bu sahnelerde, mesela Ahmed babasıyla görüşürken, biz biliyoruz ki Ahmed’ın babası kayıp. Ekip için yıkıcı bir andı ama sahneden sonra Ahmed bana “Ben ağlamıyorum. Kaybolduktan sonra bir yıl ağladım sonra durdum” dedi. Bu küçük çocuğun ciddi duygusal süreçten geçebildiğini görünce, bu çocuklar gerçekten benim kahramanlarım diye düşünüyorsun. Bir yetişkin kadın olarak onlardan çok şey öğrendim.
Bu çocuklar benim kahramanımdı.
Bırakma Beni filminde tek başrol karakteri yok. Birçok karakterden oluşan bir hikâyesi var. Bu durum hikâyeyi ve hikâyenin derinliğini nasıl etkiledi? Benim için bu filmin yapısını oluşturmak en zor olanıydı. Çünkü bütün hikâyeleri anlatmak istedim. Şimdi bile Balıklı Göl’de şarkı söyleyen kız hakkında daha fazla şey anlatamadığım için çok üzgünüm. Tuka’nın karakteri veya Mahran hakkında daha fazla söyleyemediğim için üzgünüm. Çünkü benim için seçim yapmak en zor şeydi. Bütün çocukları sevdim, çok fazla hikâyeyle karşılaştım ve seçim yapmak benim için kolay değildi. Diğer yandan çok hızlı çalışmam gerekiyordu. Çünkü çocuklar çok çabuk büyüyordu. Mesela İsa, Eylül’de olan deneme çekimlerden Ocak’ta olan gerçek çekimlerin başladığı zaman arasında o kadar büyüdü ki yetişkin olmanın sınırındaydı. Çünkü özellikle oğlanlar yazda büyür. Bütün bunun içinde hayatın mantığını takip etmeye çalıştım. Günlük hayat. Bu yüzden, film üç aşama gibi yapılandırılmadı. Filmin yapısı çok akıcı çünkü mülteci çocukların günlük yaşamını takip etmeye çalıştım.
Bu filmle izleyicilerin mültecilere karşı duruşunun nasıl değişeceğini öngörüyorsunuz? O çocuklara bakınca her anne, her kardeş kendi akrabalarını, çocuklarını ve kardeşlerini görebilir. Benim, bizim hedefimiz bu çocukların günlük hayatlarının bütün detaylarını, hayallerinin bütün ayrıntılarını ve mizahlarını insanlarla tanıştırmaktı ki böylece çocuklarla bağlantı kurabilsinler ve yetim çocuk hadisesini düşünebilsinler istedik. Somut yardımda bulunamıyorlarsa bile en azından onlara gülümseyip daha fazla anlayış gösterebilirler.
Kapısını gerçekten herkese açan tek ülke Türkiye.
Türkiye’nin mültecilere yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz? Zaman geçtikçe herkes, kabul etmelerini beklemediğimiz insanlar bile itiraf ediyor. Çünkü yurtdışındaki insanlarla da konuştum. Kapısını gerçekten herkese açan tek ülke Türkiye. Girebilecek veya giremeyecek mülteciler diye seçme yoktu. Açık kapıydı ve neredeyse 4 milyon insan girdi. Bunun sayesinde insanlar yaşıyor. Bunun sayesinde o çocuklar yaşıyor. Yarası veya psikolojik yarası olan ve Türk doktorlar tarafından hayatı, bacağı, kolu kurtarılan o kadar çok çocukla tanıştım. Türkiye onlara baktı ve bu çok büyük bir şey. Bence şu anda çok objektif olamayız. Bence zamanla bu adımın ne kadar büyük olduğunu, Türkiye’nin yaptıklarının bütün insanlığa ne kadar büyük adım olduğunu tarih gösterecektir. Baktığım noktada her zaman şunu söylüyoruz. Türklerde, biz Boşnaklarda olmayan bir şeyin olduğunu söyleriz. Onlar çok daha organize, çok daha disiplinliler. Bu kampları, mülteci kamplarını görmek sadece Türkiye’de mümkün. Çünkü çok kısa zamanda okul görebilirsin, bütün gerekli tesisleri görebilirsiniz. Tabi normal apartmanlarda yaşayan da çok var. Dört milyon insan var bu yüzden hayatın farklı seviyelerinde olan, yaşam kalitesi ve kararları farklı olan mültecilerle de karşılaşabilirsiniz. Bazıları çok iyi öğrenci ve bazıları fiziksel iş yapıyor. Bu anlamda çok ilginç. Türkiye’de sokakta “bu mülteci” diyemezsiniz ve bunu filmde yansıttığımızı düşünüyorum. Mülteciler organik olarak uyum sağlıyorlar, yabancı değiller. Onlara bakarak çok farklılık göremezsiniz. Aynı mahallelerde yaşıyorlar. Birbirleriyle bağlantı kuruyorlar ve bunun yaptığımız filmde de görüldüğünü düşünüyorum.