Prof. Dr. Feridun Emecen: "Osmanlılar daha kurulurken imparatorluk vizyonuna sahipti"

Prof. Dr. Feridun Emecen: "Osmanlılar daha kurulurken imparatorluk vizyonuna sahipti"

Osmanlı tarihinin en tartışmalı devri olan ‘kuruluş’ ile ilgili Paul Wittek’ten Fuad Köprülü’ye; Halil İnalcık’tan Cemal Kafadar’a pek çok tarihçi ufuk açıcı eserler kaleme aldılar. Osmanlılar kimdi? Osmanlı Devleti nerede ve ne zaman kurulmuştu? Küçük bir uç beyliği olan Osmanlıların kısa zamanda yükselmesinde hangi faktörler etkili olmuştu? Bütün bunları İlk Osmanlılar ve Batı Anadolu Beylikler Dünyası kitabının yazarı, Osmanlıların klasik çağı üzerine pek çok kıymetli araştırmaya imza atan Prof. Dr. Feridun Emecen ile konuştuk. Yoğun çalışmalarının arasında bize zaman ayıran Emecen ile kuruluş devrinin sis bulutlarını biraz olsun dağıtmaya çalıştık. DT.

Konuşan: Halil Solak

Prof. Dr. Feridun Emecen
Prof. Dr. Feridun Emecen

Osmanlıların kimliği meselesi ile başlayalım hocam arzu ederseniz…

Bu konuda doğrudan dönemin kaynaklarına dayanarak çok az şey biliyoruz aslında. Bunun sebebi daha ziyade 15. yüzyıla ait olan Osmanlı kaynaklarındaki muhteva problemidir. Bu tarihler kuruluştan aşağı yukarı 100-150 yıl sonrasında kaleme alındığı için 100 yıl öncesindeki olaylar ancak rivayet kabilinden, insanların zihinlerine yerleşmiş şekilde kaynaklara intikal etmiş vaziyette. Bu yüzden ciddi bir boşluk var ve bu, Osmanlıların teşekkülü safhasında kendisini açıkça gösteriyor. “Osmanlılar kimdir, Anadolu’ya nasıl geldiler, Anadolu’da kimler vardı, Osman Bey bölgede nasıl bey oldu?” gibi sorularımızı cevaplamak için kaynaklarda fazla ayrıntıya girebilecek bilgi birikimine sahip olduğumuz söylenemez.

Mevzu, Osmanlı kaynaklarının ne kadar güvenilir olup olmadığı bahsinde düğümleniyor sanırım.

Şimdi şöyle: Osmanlı kroniklerinde bu bağlamda bir muhteva problemi var. Onların aktardıkları hikâye ve rivayetler mevcut. Konuyu ele alış biçimleri biraz farklı, o yüzden böyle bir problem söz konusu. Bu kaynaklardaki bilgiler sonraki tarihçiler, özellikle de modern tarihçiler tarafından güvenilmez bulunuyor; çünkü bu bilgileri doğrulayabilecek herhangi bir muasır tarih serisi yok. Geç tarihli Osmanlı kaynaklarının ilk Osmanlılarla alakalı bilgilerini kontrol edebileceğimiz mesela bir Selçuklu kaynağı veya yerli bir yan kaynak, o dönemden bugüne ulaşan bir belge söz konusu değil.

Bu sebeple bazı tarihçiler tarafından bunlar son derece güvenilmez bulunuyor, bazı tarihçilerse -ki biz de bu yolu takip ediyoruz- bu bilgilerden tarihî bir realiteye ulaşabileceği ümidini taşıyor, bu yönde çalışmalar yapıyor. Özellikle de o dönemde verilen bilgileri mümkün olduğu kadar bağlam çerçevesinde düşünüyoruz. Bizans kaynakları, Selçuklu kaynakları, bazı seyahatnameler ve kitabelerden istifade ediyoruz. Tüm bunları göz önüne alarak o dönem hakkında ulaşılabilecek en doğru bilgiyi elde etmeye çalışıyoruz. Bu da zor bir iş tabii…

Peki Colin Imber’in Osmanlı kroniklerinin sıhhati meselesinde toptancı bir tutumla kuruluş dönemini ‘karadelik’ olarak yorumlamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sırf zikrettiğimiz sebep yüzünden biraz reddedici şekilde, daha ziyade Bizans tarihçilerine güvenerek belli bir periyodik, daha doğrusu kronolojik bir olay serisi yakalamaya çalışıyor Imber. Zaten yazmış olduğu kitapta da bunun bir örneğini görebiliyoruz. Kendisi Bizans tarihlerine göre bir Osmanlı tarihi yazmıştır. Bu da bir yaklaşımdır tabiî. Burada asıl önemli olan, Osmanlı kaynaklarının da yabana atılmayacağı, ne kadar problemli olursa olsun bize hâlâ çok önemli ölçüde bilgiler verebileceğidir. Bu bilgileri gerek Selçuklu kaynaklarında ortaya konan genel durumla, gerekse diğer bazı kaynaklarla karşılaştırırsak o zaman belli bir noktaya ulaşabileceğimizi düşünüyorum. Bu bakımdan ben bunu bir konuşmamda ‘kör kuyuyu doldurabilme ümidi’ diye nitelemiştim.

Tarih yazıcılığımızda Osmanlı’nın kuruluşu nasıl ele alınıyor peki?

Bu bilgi ihtiyacı aslında çok yeni değil, eskiden de böyleydi. Osmanlı beyliği, büyük bir imparatorluk haline geldiği zaman ciddi anlamda devletin kökenlerine ve hanedan mensuplarının kimler olduğuna dair bilgi ihtiyacı doğdu. Osmanlı tarihçileri aslında belki de bu ihtiyaç sebebiyle belli bir arayış içerisine girdiler. 16. yüzyıla ait bazı kaynaklara baktığımda, aşağı yukarı bugün bizim kullandığımız kaynaklardan istifade ettiklerini görüyorum. Onlar da böyle bir bilgi ihtiyacı içindeler. Demek ki, bize çok az bilgi kalmış. Osman Bey ve Orhan Bey döneminden, bu devri anlatan bir vekayiname mevcut değil. Kuruluştan aşağı yukarı 100 yıl sonra yazan Osmanlı tarihçileri de böyle bir kaynak arayışı içinde olmuşlar.

Osmanlılar da kim olduklarını merak ediyorlardı yani?

Evet. Dolayısıyla karşımıza birtakım şecereler çıkmaya başlıyor. Osmanlıları bir yere bağlama geleneği ortaya çıkıyor. Ben Osmanlıları Kayı boyuna bağlamanın doğru olduğunu düşünüyorum. Pek çok tarihçiyse buna ihtimal vermiyor, Kayı boyu meselesinin II. Murad döneminde uydurulmuş, Timurlu etkisine karşı üstünlük iddiasından başka bir şey olmadığını belirtiyorlar.

Şimdi bir bakalım: Yazıcızade’nin yazdıkları dışında acaba Kayı boyu ile Osmanlıları ilişkilendirebilecek bir bilgimiz olabilir mi? Tahrir kayıtlarına baktığımızda Osmanlıların kurulduğu coğrafyada Kayı’nın açık izleri görülür. Hatta o kadar ki, Kayı boyu ile beraber Karakeçililerin izleri var. Kimileri bu Karakeçililer meselesini II. Abdülhamid’in uydurduğunu söylüyorlar ama benim makalem dikkatle okunduğu zaman, çok daha geriye, 17. yüzyıla kadar inen belgelendirilebilir bir bağ olduğu ortaya çıkar. 17. yüzyıla ait kadı sicilinde çok açık bir şekilde Karakeçililerin Osmanlıların kurulduğu çekirdek coğrafyada mevcut olduklarına dair kayıtlar çıktı. Dolayısıyla ben bu bağların hemen reddilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Üstelik hanedanın bizatihi kendisi de Kayı boyuna bağlılık meselesini benimsemiştir.

O dönemde Batı Anadolu’da Osmanlı gibi pek çok uç beyliği var. Osmanlıların kuruluştaki avantajı neydi peki?

Bunun çok önemli sebepleri var. Osmanlı beyliğinin bulunduğu coğrafyanın onlara vermiş olduğu büyük bir jeopolitik avantaj söz konusu. Bölge, ticaret yolları üzerinde olması dolayısıyla hem siyasî, hem de tarihî açıdan çok mühim. Hatta bu yöne dayanarak Osmanlı Devleti’nin aslında biraz ekonomik temellerle ortaya çıkan bir beylik olduğu yolunda bazı görüşler var. Mesela Marksist tarihçiler bu avantajları çıkarmaya çalışıyorlar. Vaktiyle Mustafa Akdağ da ‘Marmara Bölgesi Ünitesi’ gibi bir tez ortaya atmıştı bu gerekçelerle. Dolayısıyla bulundukları bölgenin jeopolitik avantajlarını göz ardı etmememiz gerekiyor. Aynı zamanda çok kısa bir süre içinde Rumeli yakasına geçişle beraber başlayan süreç var. Bu, diğer beyliklere nispetle Osmanlılar için büyük bir avantaj oldu. Unutulmaması gereken bir başka önemli nokta, bu topraklarda yaşayan insanların durumu: Osmanlı Devleti Türkmen aşiretine dayalı bir beylik olarak ortaya çıktı. Çıktı ama bulunduğu bölgedeki insanları kendi bünyesinde imtizaç ettirecek bir politika oluşturdu. Osmanlıların hızlı yükselişinin önemli sebeblerinden biri olarak daha o dönemde, bulunduğu coğrafyadaki çok değişik, gayr-i mütecanis gruplarla beraber hareket etmesi keyfiyetini öne sürüyorum. Yani imparatorluk vizyonu bir ölçüde daha kuruluş döneminde belirmeye başlamıştı.

İlk Osmanlı fetihlerine bakıldığı zaman art arda gelen başarılarda Çimpe Kalesi’nin surlarının çökmesi, Sakarya Nehri’nin yatağının değişmesi gibi bazı tabiî faktörlerin de etkili olduğu söyleniyor. Bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Osmanlı beyliğinin kuruluşunda biraz da bazı kritik olaylar, şanslar ister istemez devreye girer tabiî. Siz oturursunuz, ben devlet kuracağım dersiniz ama böyle olmuyor, planınız yürümeyebilir. Birdenbire vuku bulan hadiseler yönü değiştirebilir. Bugünün siyasetinde de bunu rahatlıkla görebiliyoruz. Sosyal olaylar çok değişkendir, dolayısıyla karşınıza çıkan bu fırsatları iyi değerlendirmeniz gerekiyor.

Galiba Osmanlılar da böyle fırsatları o dönemde çok iyi değerlendirdiler. Osmanlı Devleti’nin bulunduğu coğrafyada, ciddi anlamda bir Bizans savunma hattı oluşmuştu. Bu aşağı yukarı Selçukluların döneminde, Türkmen boylarının bu bölgelere yığılmalarıyla başlayan bir süreç. Onları engellemek amacıyla bir savunma zinciri oluşturmuşlar. Bu, 1250’den sonra oluşan bir sistem. Sakarya Nehri de doğal bir sınır teşkil etmiş adeta. Nehrin ani yağışlar sebebiyle taşması, yatağının değişmesi, buradaki müdafaa hatlarının çökmesine sebep olmuş. Bütün bunlar dönemin Bizans kaynağı olan Pachymeres’te açık bir şekilde anlatılıyor. Yani bu hadiseden istifade eden Türkmen gruplarının rahatlıkla Sakarya’yı aşarak Bizans savunma zincirini çökertip daha ileri yürüdüklerine dair kayıtlar var. Tabiat olayları ile bağlantılı bu durum, önemli bir adım olmuş olmalı Osman Bey ve diğerleri için.

Bir de sizin ortaya attığınız sınır boylarında askerî birlikler tezi var, değil mi?

Evet, bu nokta çok önemli. Osmanlı beyliğinin kuruluşunun sırları araştırılırken farklı tezler ortaya atıldı. Bunlar arasında en önemlisi Paul Wittek’in gaza tezi. Buna göre, gazi akıncılar gaza ruhunun vermiş olduğu manevi güçle savaşıyorlardı.

Bunun yanı sıra özellikle Fuad Köprülü’nün Anadolu Selçuklularından gelen geleneğe önem vermiş olduğu bir tez vardı. Halil İnalcık hoca, bunları imtizaç ettirerek alpleri, yani savaşçı grupları ortaya koymuştu. Ben de özellikle son oluşumun çok önemli olduğunu düşünüyorum. Savaşçı bölük sistemi bana göre Osmanlı beyliğinin kuruluşunda asıl belirleyici etken gibi görünüyor.

Nerden çıkarıyoruz bunu? Hadi Osmanlı kaynaklarının tartışmalı bilgilerini bir tarafa bırakalım, o dönemde Osman Bey’in adını zikreden tek çağdaş kaynak var, bir Bizans kaynağı: Pachymeres. Oradaki bilgiler açık bir şekilde Osman Bey’in aslında aşiret lideri olmaktan ziyade bir savaşçı bölüğün başında bulunan askerî lider vasfını haiz olduğunu gösteriyor. Bu, elimizdeki müdellel (kanıtlı) bir bilgi.

Şimdi biz bu bilgiyi doğrulayacak yan kaynaklara ihtiyaç duyuyoruz. Benim yapmaya çalıştığım şey, bu bilgiyi alarak onun Osmanlılarda ya da diğer beyliklerde izlerini bulmaya çalışmak. Ben Osmanlı Devleti’ni beylikler dünyası içinde değerlendirme eğilimindeyim. Sebebi ise Osmanlıların tek, biricik ve birdenbire ortaya çıkmış ‘nevzuhur’ bir devlet olmadığını göstermek. Çünkü böyle yapılıyor. Gibbons da böyle yaptı, ondan sonra gelen tarihçiler de böyle düşündü. Öyle bir çerçeve çiziyorlar ki, sanki Osmanlı Devleti bulunduğu bölgede birdenbire, gökten zembille inmiş bir teşekkül.

Halbuki Osman Bey ve etrafındakiler köklü bir devlet geleneğinden geliyorlar. Çok önemli izler mevcut bu hususta. 14-15. yüzyıllara ait Osmanlı teşkilatlanması ile ilgili 15-16. asra ait tahrir defterlerinde kayıtlar var. Onlara baktığımızda mesela bölük adı verilen eski askerî teşkilatı belirten terimlere rastlıyoruz. Bunlardan hareketle sınır boylarındaki askerî yapılanmanın çok önemli olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla bu tezi hararetle desteklediğimi söyleyebilirim. Bana göre Osman Bey’in bu askerî liderlik pozisyonu onu bir beylik kurucusu olarak öne çıkarmış olmalı.

O dönemdeki diğer Anadolu beyleri için ne söyleyebiliriz?

Aslında diğer Anadolu beyleri de aşağı yukarı aynı tarihî süreçlerden geçmiş gibi görünüyor. Pachymeres’e inanmak gerekirse, Osman Bey’in bir farkı var, o da etrafına toplamış olduğu grupların niteliği. Osman Bey’in etrafında toplanan savaşçı gruplar var. Bu grupların çok geniş bir coğrafyadan gelen Türkmenler olduğunu söylüyor Pachymeres.

Osman Bey’in yanında olan birtakım meşhur akıncı aileleri var; Mihaloğulları, Turhanoğulları gibi…

Evet, Osman Bey’in silah arkadaşları diyelim, daha doğrusu alpler. Rumeli uç bölgesine gaza ve cihad amacıyla geçtikleri için adı bilinen, özellikle Mihaloğlulları ve Turhanoğulları gibi aileler. Bunlar içinde ilk dönemde Gazi Mihal Bey Osman Bey’in silah arkadaşı olarak öne çıkmış durumda. Kroniklerde adları üzerine pek mutabakat sağlanamayan ve çoğu kuşku ile karşılanan başka birtakım akıncı beyleri de zikredilir. Vaktiyle bunlar hep beraber faaliyet göstererek aynı pozisyona sahipken, zamanla Osman Bey’in liderliği altında biraz daha farklı bir yapılanmanın oluştuğunu görüyoruz. Bu oluşum Osman Bey’in şahsiyeti ile alakalı bir durum. Demek ki Osman Bey, etrafındaki bu beyler arasında giderek öncü bir konuma doğru ilerlemiş, yani Osman Bey’in etrafına toplanan, onun liderliğini benimseyen bir topluluk var. Bu topluluk onu bir askerî lider olarak görmüş.

» Osmanlı’nın kalbi Yıldırım Bayezid döneminde inşa edilen Bursa Ulucami, Mekke, Medine, Kudüs ve Şam’dan sonra İslamın beşinci kutsal mabedi olarak kabul ediliyor.
» Osmanlı’nın kalbi Yıldırım Bayezid döneminde inşa edilen Bursa Ulucami, Mekke, Medine, Kudüs ve Şam’dan sonra İslamın beşinci kutsal mabedi olarak kabul ediliyor.

Osmanlı Devleti 1299’da değil de, 1302’de kuruldu diye Halil İnalcık hocaya atfedilen bir tez, geçtiğimiz yıllarda sıkça gündeme gelmişti. Sizin görüşünüz ne bu konuda?

Anadolu’da 1260’lı yıllardan itibaren başlayan farklı bir siyasî gelişme olduğunda tarihçiler mutabıktır. Bu dönemde İlhanlı vesayeti altına giren Selçuklu sultanları arasındaki taht mücadeleleri sırasında Batı Anadolu bölgesindeki Türkmen gruplarının yavaş yavaş bağımsız birer beylik olma sürecini yaşadıklarını biliyoruz. Bunlar giderek Selçuklu idaresinden kopma evresine gelmiş durumdalar ve askerî faaliyetleri ile beraber özellikle Anadolu’daki Moğol valileri arasındaki çekişmeler, karışıklıklar onların işine yaramış.

Tam da bu sırada, 1299’da çok önemli bir gelişme yaşanıyor. O tarihte Sülemiş isyanı var ve bu isyan sonucunda yaşanan karışıklık nedeniyle Anadolu beylerinin daha müstakil hareket etme imkânları doğmuş.

1299’dan sonra ortaya atılan 1302 tarihini ise Osmanlı Devleti’nin kuruluş tarihi olarak Halil İnalcık hoca öne sürmüştü. Tabii İnalcık hoca Osmanlı beyliğinin ilk önemli olayı olan Bafeus (Koyunhisar) Savaşı dolayısıyla 1302’nin başlangıç olarak alınabileceğini söylüyor. Elbette olabilir. Ama ben bunun bir de arka planı olduğunu, 1302’ye kadar gelen süreçte Osman Bey’in önemli bir konuma geldiğini düşünüyorum. Dolayısıyla 1299’daki bu karışık ortam, yani beylerin bağımsız hareket etmeye başlaması ile beraber 1302’deki savaşı düşündüğümüzde demek ki bu arada Osman Bey’in daha müstakil hareket etmeye başladığı bir devir vardır. O yüzden ortayı bularak 1300 tarihinin kabul edileceğini düşünüyorum. İnalcık hoca da daha önce 1300 yılını benimsemiş ve kullanmıştı.

Bir devletin kuruluşu nasıl olur? İlan mı edilir, bir başşehri, bayrağı mı olur? Eğer böyle maddî bir şey arıyorsak, o zaman Bursa’nın, alınması ile beraber 1326’da Osmanlı Devleti’nin resmen başşehri olduğunu biliyoruz. Kaynaklar bunu açık şekilde söylüyor. Teşkilatı ile beraber devletin ortaya çıkışı olarak 1326 söylenebilir mesela. Ama dediğim gibi 1300 yılını, Osman Bey’in bağımsız hareket etmeye başladığı bir tarih olarak kullanmakta beis görmüyorum.

Yer olarak neresi makul görünüyor peki?

Kuruluş yeri olarak Yalova, daha çok savaşın geçtiği mekân olması bakımında zikrediliyor. Ama anlaşıldığına göre Osman Bey’in bulunduğu bir coğrafya var. Söğüt bana göre çok önemli bir yer. Çünkü daha 1299’da -doğruysa- Söğüt’te İlhanlı hükümdarı adına darb edilen paralar var. Eğer paranın üzerindeki basım yeri Söğüt okunursa -farklı okuyanlar da var- çok önemli bir delil olur. Hatta bundan yola çıkarak Rudi Paul Lindner gibi bazı yabancı tarihçiler “Osman Bey 1299’da İlhanlı valisi adına para bastırdığına göre Osmanlılar bağımsızlıklarını Selçuklulardan değil, İlhanlılardan almıştır” gibi bir tez ortaya atmışlardı. Ama paraya güvenip güvenilmeyeceğini bilmiyoruz; çünkü oradaki ‘Söğüt’ yazısı hayli tartışmalı bir ibare. Bu tabiî nümizmatların işi. Onlar tam bir mutabakata varmalılar ki biz bu bilgiyi kullanabilelim.

Elimizde kuruluş dönemine ait neler var?

Osman Bey’e ait paralar var ortada dolaşan. Bunlar Osman Bey’in bağımsızlık alameti olarak kabul ediliyor ama üzerinde çok ciddi tartışmalar var. (İbrahim Artuk yayınlamıştı bunu.) Para zaten bildiğimiz bir paraydı, bugün Arkeoloji Müzesi’nde bulunuyor. Bir de elde çizimleri ile dolaşan bir para var; Rudi Paul Lindner makalesinde o parayı gördüğünü ifade ediyor. Ben de paranın bir fotoğrafını 1980’li yıllarda rahmetli hocam Şahabettin Tekindağ vasıtasıyla görmüştüm.

Paranın aslı kimdeymiş?

Para yurtdışında özel bir koleksiyonda. Lindner gördüğünü söylüyor ama o da çok açık bir şekilde paranın resmini filan vermiyor ne yazık ki. Son çıkan kitabında da var zaten ama mesele muammalı bir şekilde olduğu için bir şey söyleyemiyoruz. Vesika olarak ilk belgeler ise Orhan Bey zamanına ait. 1324 Mekece vakfiyesi ve 1348 tarihli mülkname var.

Kuruluşta etkili olan sünni ya da gayrisünni tarikatler konusuna nasıl bakıyorsunuz?

O dönemlerde böyle çok kesin sünni-gayri sünni ayrımı gibi bir düşüncenin olduğunu pek düşünmüyorum. Sünni addedilen grupların da heterodoks davranışlar içinde oldukları çok açık. Çünkü Türkmen gruplarının İslâmı nasıl anladıkları önemli. Bunlara meşru zemin sağlayan şeyhler ve kurmuş oldukları zaviyeler var. Kat’i bir şekilde hepsini heterodoks ya da sünni diye nitelemenin doğru bir yaklaşım olmayacağı kanaatindeyim.

Sonuç olarak kuruluşa dair araştırmalar, iğne ile kuyu kazmak kabilinden de olsa İlk Osmanlıların ‘gerçek’ tarihine bizi adım adım yaklaştırıyor.