"Namaz özgürlüğe kanatlanmaktır"
Namaz Gönüllüleri Platformu Başkanı, araştırmacı yazar Abdullah Yıldız; yazarlığa başlama sürecini, modern insanın en büyük rahatsızlığını, ana-baba hakkını, insanın Kur'an-ı Kerim’le olan ilişkisi hakkındaki düşüncelerini GZT okurlarıyla paylaştı.
Kimliğinizi ve yazarlığınızı nasıl tanımlarsınız? Yazmaya başlayalı 42 yıl oldu. 1976’dan beri yazıyorum. Önce haftalık bir dergide daha sonra Pınar dergisinde yazmaya başladım. “Namaz - Bir Tevhid Eylemi” kitabını 1991’de yazdım ve o kitapla tanındım. Abdullah Yıldız dendiğinde namaz kitabının yazarı diye anılmak benim için büyük bahtiyarlıktır. Bir kitap okudum hayatım değişti derler ya, bende bir kitap yazdım hayatım değişti gibi oldu. O kitapla beraber namaz konusundaki konferanslar, seminerler, sohbetler sistematik olarak başladı. Elhamdülillah, internette arandığımızda Abdullah Yıldız ve namazın yan yana olması benim için Rabbimizin lütfudur. Ondan sonra Kur'an'la, yakın tarihle alakalı kitaplar geldi.
Son çalışmamız ise “Selahaddin Eyyubi: Minberin Sırrı” kitabıydı. Bu kitabın da namazla alakalı bir boyutu var. Çünkü Selahaddin Eyyubi’nin sabah namazlarında camileri dopdolu hale getirmeden Kudüs’e yürünmesinin, yeniden kurtarılmasının mümkün olmadığını söylüyor. Meşhur bir olay vardır. Selahaddin Eyyubi, Şam Emevî Camii’nde Cuma namazı kıldırıyor. Gençlerden biri; ‘Ya Sultanımız neyi bekliyoruz? Emredin yürüyelim.’ diyor. Selahaddin Eyyubi cevap vermiyor.
Aynı gecenin sabahında sabah namazını aynı camide kılıyor. Namazdan sonra Selahaddin Eyyubi ayağa kalkar ve ‘Dün bana bir genç soru sormuştu. Nerede o delikanlı?’ der. Bakıyorlar ki o delikanlı camide değil. Bunu gören Selahaddin Eyyubi, ‘ Gençlerimiz, halkımız Cuma namazlarındaki gibi camilerimizi sabah namazında da doldururlarsa işte o zaman Kudüs’e yürüyeceğiz.’ diyor ve gerçekten öyle oluyor. Kitaplarımızın sayısı 25’e ulaştı. Hamdolsun. Sonra Namaz Gönüllüleri Platformu’yla tanınır hale geldik. 2006 yılında Namaz Gönüllüleri Platformu’nu kurduğumuzda bir grup yazar arkadaşımızla, namaz konusunda kitabı olan, namaz konusunda söyleyecek sözleri olan, kamuoyunda özgül ağırlığı olan hocalarımızla birlikte yola çıktık. O zaman 15 tane namaz bilinci kitabı varken şuan bu kitapların sayısı 200’e yaklaştı. Toplam tirajlar 10 milyonu geçti. Binlerce konferans, sohbet seminer yapıldı. Son 5 yıldır okullarımızda gençlerimize namazı sevdirme, namazın özünü, ruhunu anlatma konusunda çalışmalar yapıyoruz.
Video: Kimliğinizi ve yazarlığınızı nasıl tanımlarsınız
Nefsinizi yenmeden, şeytanı mağlup etmeden, Allah’ın huzurunda boyun büküp secdeye kapanmadan, yeryüzünün şeytanlarına ve zorbalarına karşı mücadele edemezsiniz.
Dilin fahşası yalandır. Malın fahşası faiz, sahtekârlık ve haksız kazançtır. Bütün bunlara karşı durmayan, mücadele etmeyen ve bu haramları işlemeye devam edenlerin kıldığı namazda bir problem vardır. Efendimiz, bu tip insanların namazlarına Allah’ın ihtiyacı olmadığını beyan ediyor. Maun suresinde “Ellezîne hum an salâtihim sâhûn” onlar kıldıkları namazdan habersizdirler, onların kıldığı namaza veyl olsun, yazıklar olsun. Namazın, namaz kılan bir mümini her türlü kötülüğe, olumsuzluğa, günahlara, haramlara karşı hem koruyan hem de mücadeleye sevk eden, dinamize eden, harekete geçiren bir tevhid eylemi olduğunu insanımızın, özellikle gençlerimizin gönlüne, dimağına yerleştirmemiz gerekiyor. Modern insanın en büyük hastalığı namazı bir külfet, işimizin arasında bir engel görme eğilimidir. Modern insan doludizgin tüketici bir hayat yaşıyor. Hayatı adeta nefsani arzu ve isteklerini tatmin etmek, hazlarını hızlı bir şekilde gerçekleştirmek için uğraşıyor.
Modern insanın en büyük hastalığı namazı bir külfet, işimizin arasında bir engel görme eğilimidir.
O yüzden haz ve hız medeniyeti tabir ediliyor. Böyle bir dönemde ezan öyle bir çağrı yapıyor ki, “Ey insanoğlu bırak dünya koşusunu, bırak bu geçici hazları. Sen geçici hazların esiri olacak bir varlık değilsin. Sen ebedi hayata doğru yürümen lazım. Bu geçici, fani şeyleri bırak ve ebedi, baki olan Allah’a yönel.” Namaz, özgürlüğe kanatlanmaktır. Namaz, bir miraçtır. Peygamber efendimiz buyuruyor ki; “Namaz müminlerin miracıdır.” Namazlarda Rabbimizle yaptığımız sohbeti eğer fark edersek o namazın tadı başka olur. O namaz bizi günde 5 vakit özgürlüğe kanatlandırır ve nefsin, şeytanın esaretinden, zincirlerinden kurtarır. Özetle; namaz özgürlüğe kanatlanmaktır.
Ayetlerde ve hadislerde anne-baba hakkının önemi fazlasıyla vurgulanır. Peki, İslam’da babanın yerini anlata bilir misiniz? Kuran-ı Kerim’de anne-baba hakkı genellikle birlikte zikredilir. Anne ve babasına gereği gibi ihsanda bulunan, onlara bakan, onları koruyan, onlara saygıyla, şefkatle, merhametle muamele eden kimseler övülür. “fe lâ tekul lehumâ uffin” onlara ‘öf’ bile demeyin derken, ikisine birden söylenir. Çünkü insanın dilinin ucuna gelen ilk kelime budur. Bunu bile demeyin. Efedimiz’e (sav), ‘Ya Resulallah, insanlar içinde en çok kime saygı, iyilik ve hürmette bulunalım.’ diye sorarlar. Peygamber (sav) Efendimiz: “Annendir” buyurdu. Adam: “Sonra kimdir?” Peygamber (sav): “Annendir” buyurdu. Adam: “Sonra kimdir?” diye sordu. Peygamber (sav) Efendimiz yine; “ Annendir “ buyurdu. Adam yine sordu: “Sonra kimdir?” Peygamber (sav) Efendimiz: “Babandır” buyurdu. Bu baba hakkını iptal etmiyor. İslam’da evladına terbiye verme konusunda babanın öne çıktığını görüyoruz. Özellikle de Lokman suresi bu konuda muhteşem bir örnektir. Hz. Lokman (as) bir baba olarak evladını karşısına alır. ‘Yavrucuğum, Evladım’ der ve başlar. Bir baba evladını nasıl yetiştirmelidir? Hz. Lokman’ın (as) oğluna tavsiyeleri çerçevesinde yetiştirmelidir. İlk önce tevhidin hakikatini anlatır. Hz. Lokman (as) ‘Allah’a ortak koşma, Allah’tan başkasına kulluk etme, onu sadece Rab ve İlah olarak tanı’ der. Sonrasında anne, babayı anlatır. Bu sıralama da hep anne-babadır. Baba ve anne değildir. Babanın evladını eğitmesi, iyiliği emretmesi, kötülükten alıkoyması, namazı hatta yürüyüşüne kadar müdahale eder. Hz. Lokman (as): ‘Evladım, yolda yürürken yürüyüşüne dikkat et.’ Âlimler bunu hayat yürüyüşünde, insan ilişkilerinde, toplum ilişkilerinde, ekonomik ilişkilerinde, komşuluk ilişkilerinde nasılsın diye yorumlamıştır. Özetle; Hz. Lokman’ın (as) evladına tavsiyelerinden yola çıkarak, Hz. Peygamber (sav), Sahabeyi Kiramın özellikle babanın evladını yetiştirme önceliğine vurgu yapar. Bir Hadis-i şerifte Rasûlullah (sav) şöyle buyurdu: “İyiliklerin en iyisi, babasının dostu olanlara, kişinin iyilik etmesidir.” Babaya saygı göstermenin yanı sıra, baba vefat ettikten sonra babanın dostlarını ziyaret etmelidir. “Baba dostunun hakkını gözet, ona ilgiyi kesme yoksa Allah nurunu söndürür.” gibi hadis-i şeriflere de rastlıyoruz.
Allah’ın sevdiği kullar arasında olmak için ne yapmalıyız? Kuran-ı Kerim’e baktığımızda Rabbimiz kullarının neleri yapmasını sevdiğini, neleri yapmasını sevmediğine dair çok geniş bir çizelge çıkarabiliriz. Bir insanın Allah’ın sevgisini, rızasını elde etmiş olması, Allah’ın onlardan razı ve onlarda Allah’tan razı olduğu anlamına gelir. Rıza makamı, cennet ve nimetlerinden sonra sayılır. Bunun için ne yapılması gerekir? İmam-ı Şafi’nin Asr suresi hakkındaki yorumu bu sorunun asıl cevabıdır.
Eğer Kuran-ı Kerim nazil olmamış olsaydı. Allah, Asr suresini indirmiş olsaydı. İnsanlığın kurtuluşa ermesi için yeter ve artardı.
Hak olduğunu zannettiğimiz şeylerin hak olmadığını öğrendiğimizde nasıl bir tavır takınmak gerekir? İnsan ve haksızlık ilişkisi nasıl kurulmalıdır? Bugün maalesef hak ve batılın birbirine bulaştırıldığı, karıştırıldığı bir ortamı yaşıyoruz. Bakara suresinde Rabbimiz diyor ki: “Ve lâ telbisûl hakka bil bâtılı”, sakın hakkı batılla bulaştırmayın. Hakkı anlatırken batıl kalıplar kullanmayın. Modern dünyada moda kavramlar var. İnsanları ciddi manada etkileyen, arkasında sürükleyen, sonuna “-izm” katılan ideolojiler, meta söylemler var. Bunlar insanları ciddi manada cezbediyor. İnsanlar bu akımları İslam’la telif etmeye, İslam’ı bu kalıpların içerisine sıkıştırmaya, İslam’ı kendi özünden, kendi genetiğinden adeta koparıp başka bir hale getirmeye çalışıyorlar.
İslam’ı sosyalizmle, kapitalizmle, liberalizmle, faşizmle asla bağdaştıramazsınız. İslam bütün bunların üzerindedir. Hakkı ideolojilerde aramak yerine Kuran’da ve Efendimizin sünnetinde aramalıyız.
Günümüzde hakikat niye batılla bulanıyor? Buna müsaade etmemenin yolu; Hakkı doğrudan Allah’ın kitabından ve Rasûlullah efendimizin Kuranı nasıl anladığını, uyguladığını kavrayarak o ilkeleri bugüne taşımamız gerekir.
Üstad Sezai Karakoç; “Müslümanlar Kur’ân’dan uzaklaştı uzaklaşalı gün yüzü görmediler” der. Kuranı Kerim ile aramızdaki mesafeyi nasıl kapatabiliriz? Sezai Karakoç’un bu sözünü ben çok kullanırım. “Müslümanların yaşamakta olduğu problemler nedir?” diye araştırmalar yapalım, doktora çalışmaları yapalım, kitaplar yazalım, analizler yapalım, kamuoyu araştırmaları yapalım sonra bunların bir özetini çıkaralım. Bu özeti bir sayfa haline getirelim ve bunu bir cümleyle anlatalım denilse ben bu cümleyi tercih ederdim. Müslümanlar Kuran’dan uzaklaştı uzaklaşalı gün yüzü görmediler. Müslümanlar Kuran’dan uzaklaşınca Efendimizin yaşayan örnek ahlakından da uzaklaştılar. Kuran ahlakı onun hayatıydı. Furkan suresinin 30. ayetinde, Efendimiz (sav) kıyamet gününde ümmetinden Kuran’ı terk edenlerden şikâyet edecek. “yâ rabbi inne kavmîttehazû hâzâl kur’âne mehcûrâ”, bu ümmetin Kuran’ını terkedilmiş bıraktılar, mehcur bıraktılar. Kuran’ın belki fiziki olarak Mushaf’ından ayrılmadılar ama Kuran’ın ahkâmını, hükümlerini, prensiplerini, ilkelerini uygulamadılar. Kendimizi, çağımızı, sanatımızı, edebiyatımızı, tüm iş ve ilişkilerimizi Kuran’a ve sünnete göre dizayn ederek yeniden dirilebiliriz.
Kuran-ı Kerim’i hayatımızda hâkim kılma konusunda çözüm nedir? Yeniden Kuran’a dönüp, Allah’ın kitabını hayat prensibi haline getirmektir. Hadid suresinin 16. Ayetinde Rabbimiz der ki: “E lem ye’ni lillezîne âmenû en tahşea kulûbuhum li zikrillâhi ve mâ nezele minel hakkı.” İman edenler hala vakti gelmedi mi? Allah’ın zikri olan Kuran’a ve Allah’tan inen hakikatlere gönüllerini açarak zihinlerini, kalplerini, düşüncelerini, ruh dünyalarını Kuran’la yoğurarak yumuşamaları ve onunla hayatlarını şekillendirmelerinin zamanı gelmedi mi? “Evet, vakti geldi Ya Rabbi” demeliyiz. Kendimizi, çağımızı, sanatımızı, edebiyatımızı, tüm iş ve ilişkilerimizi Kuran’a ve sünnete göre dizayn ederek yeniden dirilebiliriz.