“İslami hayat, hak ve adalet kavramlarından asla taviz vermeden arz üzerinde onurlu bir yürüyüştür.”
Payitaht Abdülhamid dizisinde oynadığı Tahsin Paşa karakteriyle geniş bir hayran kitlesine ulaşan, ekranların sevilen yüzlerinden ünlü oyuncu ve yazar Bahadır Yenişehirlioğlu; oyunculuğa geçiş sürecini, Abdülhamid Han’ın bu topraklar için ne ifade ettiğini, kul olmayı, son kitabı Tahta At’ı ve daha birçok konuyla alakalı düşüncelerini GZT okurlarıyla paylaştı.
Oynadığınız roller sayesinde kısa sürede birçok kişinin tanıdığı bir isim haline geldiniz. Sizi neden bu kadar geç tanıdık? Oyunculuğa geçiş sürecinizi sizden dinleyebilir miyiz? Geç ya da erken izafi bir şeydir. Neye göre geç neye göre erken? Bana göre geç değil. Bana göre, tam zamanı. Olması gereken yaşta, olması gereken zamanda. Biz birçok şeyi kendimiz gerçekleştiriyoruz, kendimiz yapıyoruz zannediyoruz ki işte o zaman çukura düşüyoruz. Allah neyi takdir ettiyse o, biz neyi takdir ettiysek değil. Zamanı o belirlemiş, kapıları o açmış. O andan itibaren görünür kılmış. Benim yapabileceğim bir şey yok.
Beni esas kışkırtan, heyecanlandıran, ona olan ilgimi arttıran esas unsur budur. Abdülhamid’i gördüğümde nasıl birini gördüğümü aslında oyunum ile anlatmaya çalışıyorum. Karşımdaki asla bir oyuncu değil. Bülent Bey’i çok severim, çok kadim dostumdur, arkadaşımdır ama benim karşımda duran, o an Abdülhamit Han. Sadece oyuncu değil. Zaman zaman hadisenin gerçek mi yoksa film mi olduğunda bile gidip gelmeler yaşıyorum. Çünkü kıyafetimi giydiğim, makyajım yapıldığı zaman ve o atmosfere girdiğim andan itibaren ben kendi şahsiyetimden kopuyorum. Karşımdakiler de oyuncu arkadaşlarım olmuyor. Bir zaman tünelinden bir ana ışınlanıp, oradaki var olan şahsiyetlerle bir arada bir şey teneffüs etmeye başlıyoruz. Abdülhamid’in benim için ne ifade ettiği aslında benim ortaya koyduğum oyunla çok açık. Zaman zaman soruyor dostlarımız, izleyicilerimiz nasıl bu kadar gerçek oynuyorsunuz? Hiç oynuyor gibi değilsiniz duygularınız tamamen gerçek, nasıl yakalıyoruz bunu diye. Ben belki de uzun soluklu yıllardır yaptığım okumalarımın da karşılığını alıyorum. Abdülhamid Han’ı çocukluğumdan beri okumamış, o konuda bilgi sahibi olmamış ve annemin bana açtığı yolda Abdülhamid Han’ı tanımamış olsaydım onun ne yapmak istediğini, felsefesini, ülküsünü, kızıl elmasını bilmiyor olacaktım. Bu heybenizin dolu olması ile alakalı. “Abdülhamid sizin için ne ifade ediyor?” dediniz. Abdülhamid’in benim için ne ifade ettiğinin en önemli parametresi bugün. Çünkü dün oynanan oyunlar Abdülhamid Han’ı devirerek Osmanlı’yı parçalamak isteyenler; İsrail Devletini kurup bütün o Ortadoğu coğrafyasını sömürmek ve kendi çıkarları için kullanmak isteyen küresel güçler, dün ne yaptılarsa bugün de aynı şeyi yapıyorlar. Zaman değişti, oyuncular değişti ama felsefe, düşmanlık aynen devam ediyor. Bugün Anadolu coğrafyasına sıkışmış olan bizi bu kadim kültürü yeniden bölüp, parçalamak derdindeler.
Bütün Ortadoğu’ya yani Osmanlı’nın hükümranlığı altındayken mutlu ve mesut yaşayan o coğrafyayı ne zaman ki Osmanlı’dan ayırdılar, yok ettiler. Kan ve gözyaşı akmaya başladı. Günümüzde bugün o coğrafyaya Anadolu umut olduğu için o akan kanı durduracak o an gözyaşını durduracak tek gerçek devlet olduğu için bu kez çanlar daha hızlı çalmaya başladı.
Abdülhamid Han’ı devirerek Osmanlı’yı parçalamak isteyenler; İsrail Devletini kurup bütün o Ortadoğu coğrafyasını sömürmek ve kendi çıkarları için kullanmak isteyen küresel güçler, dün ne yaptılarsa bugün de aynı şeyi yapıyorlar.
Ben, Ortadoğu coğrafyasını çok iyi bilirim. Gezdiğim, dolaştığım, dinler, tarih, kültür ve toplumlar üzerine yaptığım araştırmalar neticesinde halklar bazında bizim kardeşliğimiz var. Hala gittiğinizde bir kardeşinizi görmüş gibi dokunabilirsiniz, onlarda size dokunur. Devlet başkanları nezdindeki temsil kabiliyetini kastetmiyorum. Oradakiler hala bizi ağabey, hami, kurtarıcı olarak görüyorlar. Biz şefkat ve merhamet medeniyetinin temsilcileriyiz. Afrin Operasyonunda dağ başındaki, susuz aç bırakılan köpeğe askerlerimiz kendi suyunu veriyor. Oradaki eve terk edilmiş ‘canlı bomba’ gibi kullanılan, kalkan gibi kullanılan yaşlı, ayakları tutmayan, yürümek durumunda olmayan yaşlı teyzeleri, dedeleri kucağın alarak ilk müdahaleyi onlar yapıyor.
Biz merhametin, muhabbetin, şefkatin kaynağı olduk. Biz asla sömürmedi, ezmedik ve asla yok etmedik.
Biz merhametin, muhabbetin, şefkatin kaynağı olduk. Biz asla sömürmedik, ezmedik ve asla yok etmedik. Bizim hükümranlığımız altında hangi dinden, hangi ırktan, hangi dilden olursa olsun yaşadılar ve mutlu oldular. Şimdi eski günlerin tekrar canlanmaması adına sömürü düzenlerinin bozulacağını anlayan, küresel sömürü düzencileri Türkiye’ye, bugünün Türkiye’sine saldırıyorlar. Abdülhamid bu açıdan çok önemli. Dün yaşananları, içerdeki hainlikleri ve küresel saldırıyı bugün ki mantığımızla anlar idrak edersek, bugün ortaya konulan fotoğrafı anlıyoruz. Abdülhamid dönemi bize pek çok done sunuyor. Biz 31 Mart Vakasını tam manası ile bilmiş olsaydık okullarda ders olarak okutulmuş olsaydı belki o talihsiz ‘15 Temmuz’ yaşanmayabilirdi. O kadar birbirine benzer ki. O yüzden Abdülhamid bugünü anlamamız için benim kendi menkıbemde bir büyüteç vazifesi görüyor. Abdülhamid perspektifinden bugünün Türkiye’sine baktığımız zaman olayları çözüyoruz.
Video: Abdülhamid Han bu topraklar için ne anlam ifade eder?
Hak ve adalet kavramlarından asla vazgeçmemesidir. Bütün bir kâinatın sahibini mutlu etmek adına insana dokunmalıdır. Onu mutlu etmek için. Onun yanında da değeri artsın diye. Derdi bu olmalı, yazarken de derdi bu olmalı. İnsanoğlunun çocuk yetiştirirken derdi bu olmalı. Günümüz insanı böbürleniyor, kibirleniyor, açmazlar, mutsuzluklar, hezeyanlar içersin de ben yaptım diyor. Sürekli şikâyet ediyor, bir soluğun bile hesabını veremeyecek durumda günümüz insanı. Neyin sahibi? Alıp verdiği soluğun bile sahibi değilken, neyin kibrini neyin böbürlenmesini yaşıyor. Acziyetimizi bilerek hak ve adalet kavramlarından asla taviz vermeden arz üzerinde onurlu bir yürüyüştür, İslami hayat.
Televizyon seyretme. Seyrediyorsan da bir kısım vaktini kitaba ayır. Hocam; ‘Benim çocuklarım kitap okumuyor’ diyorlar, imza günlerimde. Hanımefendi, siz okuyor musunuz? Telaştan okuyamıyorum. Yorgun, argın geliyorum okuyamıyorum. Televizyon izliyor musun? Evet. Anne, babayı televizyon izlerken gören bir çocuk okumaz. Okumak bir kültürdür. Çocukluktan itibaren aşılanacak. Ben anamı, rahmetli anamı elinde sürekli elinde kitapla görürdüm. Ortaokula giderken 2000 cilt kitabım vardı. Sonra diyorlar ki; ‘Efendim siz 50 yaşlarında şöhret oldunuz. Çok iyi bir oyuncu oldunuz, nasıl oldu o birdenbire? Hala bunu akıl edemiyorlar. Yahu bir derin birikim. Aysberk gibi görünen bir kütle var. Görünmeyen kütle aşağıda. Görünmeyen kütle, aşağıda ki kütle şu: ‘Çocukluktan itibaren aldığı eğitim ve okuma çalışması.’ Bizim kitaba dokunmamız gerekiyor, okumamız gerekiyor. Kelime hazinemizi artırmamız gerekiyor. 300 kelime ile konuşan insan grupları haline geldik. İfade kabiliyetimiz azaldı. İnsanoğlu hayatta başarılı olmak istiyorsa kendini doğru ifade edebilmeli. Bunun sebebi bir kitaba dokunası ve okumasıdır. İki şey insanın zihni yapısını geliştiriyor. Kendi menkıbemden yola çıkarak söylüyorum. Açılmayan kapıları açılır hale getiriyor. Birisi … şahsi menkıbemle alakalı, ikincisi okumak. Okumak çalışmayan beynin şubelerini çalışır hale getiriyor. Aman Allah’ım bunu daha önce hiç böyle tahayyül etmemiştim, inanamıyorum diyorsunuz. Allah’ın kullarıysak, en azından İslam dinini din olarak seçtiysek nüfus cüzdanımızda Müslüman yazıyorsa okuyun. Birinin size anlatmasını beklemeyin. Kitaba dokunun, kokusunu teneffüs edin. Yanınızda bir kitap olsun. Kitap çok iyi bir dosttur, arkadaştır. Düşmanlık yapmaz adama. Düşmanlık yapan kitaplar, küresel sömürü düzencilerinin edebiyat adı altında bu topluma sundukları ama ahlaki yapımızı, aile yapımızı, kültür kodlarımızı bozan tehlikeli kitaplardır. Okuyan bir insanda neyi okuyup neyi okumayacağını bilen bir insandır zaten.
Bir öneri de bulunma ama Tahta At da onu yapmadım. Tahta At da roman başlar ve biter. Tahta At da iyi ve kötüyü sorguladım. İyi nedir, kötü nedir? Bazen kötü bildiğimiz bir şey bambaşka sahip ve sebeplerle kötüye dönüşmüş olabilir. Bazen iyi zannettiğimiz şeyler aslında bizim sonumuzu hazırlayabilir. Günümüzün tam bir ‘Musa Hikâyesi’ aslında. Kötünün elinde büyüyen iyiyi anlatıyorum. Bir iş adamının yetiştirme yurdundan çıkmış iki gencin hayatı üzerine kurgulu ama psikolojik tahlilleri daha çok olan, felsefik tarafı daha yoğun olan, biraz da insanın okurken kendini sorgulayacağı, kendi ile yüzleşeceği zaman zaman aynaya dönüp kendisine bakmasını sağladığım bir roman oldu. İyi de gidiyor. Şimdilerde Tahsin’in hayatını yazıyorum harıl harıl. Bu kadar yoğunluğumun içerisinde onu bitirmeye çalışıyorum. Çünkü Tahsin Paşa’nın hayatı ile ilgili çok fazla done yok elimizde. ‘Tahsin’in Hatıratları’ daha ziyade Abdülhamid Han’ı ve devletin işleyiş şeklini anlatıyor. Ben Tahsin Paşa’nın duygularını anlatmak istiyorum. Nasıldı? Reflekslerini biliyoruz, parametrelerini biliyoruz, kadim değerlere saygılı, sadık, sağduyulu temiz bir adamdı. Peki, nasıl evlenmiş? İttihat ve Terakki’nin 2. Meşrutiyet’in ilan edilmesinden sonra Abdülhamid Han’a baskı yaparak Tahsin’i azletmesine sebebiyet vermişler, zorlamışlar. Sonra da hemen Abdülhamid’i hal’ettiler biliyorsunuz. Büyük Mabeyn’den ayrılırken neler hissediyordu? Abdülhamid’i bir daha göremeyeceğini anladığı andan itibaren Tahsin’e ne oldu? Abdülhamit Han Alatini ailesinin yanına Selanik’e sürgüne giderken Tahsin de Sakız adasına sürgüne gitmiş. Bunu biliyoruz ama Sakız da neler yaşadığını bilmiyoruz. Gelen küçücük bir mektuptan neler hissettiğini, Payitaht da olup biteni merak içinde kendine ulaşan bir metni okuduğun da hangi duygulara girdiğini bilmiyoruz. Sürgünden döndükten sonra nasıl hayatını idame ettirdiğine dair ipuçları var. Antika eşyalarını satmış, evini satmak zorunda kalmış. Eziyet çekmiş, horlanmış Abdülhamid Han’a olan sadakatinden dolayı neler hissetti acaba İstanbul sokaklarında yürürken. Artık paşa değildi. Abdülhamid Han yoktu, vefat etmişti. Tahsin ne hissediyordu? Çok insani, çok sıcak ama 31 Mart Vakasının da bütün sebep ve sonuçlarını Tahsin üzerinden okuyacağımız gençlere bir armağan olarak, harıl harıl da onu yazıyorum şimdi. Adı da ‘Hünkârım’ olacak. Çünkü hünkârım lafı da benimle özdeşleşti. Hünkârım lafıyla aslında neyi kastettiğimi okurlarım çok iyi anlıyorlar. Onu yazıyorum şimdi.
Video: Müslüman bir ülkede dünyaya gelme nimetinin ve nimet sahibinin ne kadar farkındayız?