“İslam’dan uzaklaştıkça özümüzden hızlıca kopuyoruz”
Sultan Abdülhamid Han'ın 5'inci kuşak torunu, sürgün sonrasında İstanbul’da doğan ilk sultan olan Nilhan Osmanoğlu; Abdülhamid Han’ı, ailesinin yaşadığı sürgünü, Osmanlı’da kadının yerini ve daha birçok konuya dair düşüncelerini GZT okurlarıyla paylaştı.
Sürgün sonrasında İstanbul’da doğan ilk sultan olan Nilhan Sultan kimdir? Nilhan Osmanoğlu Vatansever, 25 Nisan 1987 doğumluyum. Herkes yaşımın büyük olduğunu zannediyor ama daha genciz. Aile içerisinde sürgünden sonra burada doğan ilk sultan unvanı taşıyorum. Dünya genelinde yaşayan 13 tane sultan, 25 tane şehzade var. Onun dışında 2 tane çocuğum var. Halkla İlişkiler Reklamcılık mezunuyum. İşletme yüksek lisansı yaptım. Bizim soyumuz aslında sultan Abdülhamid Han’ın en büyük oğlu Mehmet Selim Efendi’ye dayanıyor. Sonrasında Selim Efendi’nin Beyrut’a sürgünü söz konusu, ailemde Beyrut sonrasında Şam ve aftan sonra Türkiye’ye dönüşleri söz konusu oluyor.
Öyle derin projeler içindeymiş ki, kendisini daha bugün anlayabiliyoruz. Burada aynı zamanda ilmi siyaset ve feraset sahibi olduğunu görüyoruz. Onu anlamanın birçok kapıyı açacağını düşünüyorum. İnşallah, devlet büyüklerimiz ilmi siyaset hamleleri yolunda kendilerini örnek alırlar. İlmi siyasi boyutunu anlatacak çok örnek var. Bugün Kudüs, Musul, Kerkük’ü, Filistin’i konuşuyorsak, Sultan Abdülhamid Han’ın aldığı önlemleri, tedbirleri de aynı bölge üzerinde görüyoruz. Aynı zamanda geçmişimizle hiçbir zaman bağlarımızı koparamayacağımızı da görüyoruz. O yüzden onu daha iyi anlamamızı temenni ediyorum. Gençlerimiz zaten bu yönde çok hevesliler, okuyorlar. Allah’a şükürler olsun hiçbir şey eskisi gibi değil. En azından anlamaya çalışıyorlar ama ileriki dönemlerde daha iyi olacağına inanıyorum.
Osmanlı, birçok görüşü, fikri kendi çatısı altında toplayan bir medeniyet. Farklı görüşlere karşı olan hoşgörüsüzlüğümüz, tahammülsüzlüğümüz nasıl bu duruma geldi? Aslında bunun çok kısa bir cevabı var.
İslam’dan ne kadar uzaklaşırsak kendi değerlerimizden, özümüzden kopmuş oluyoruz.
Abdülhamid Han’ın dünyanın dört bir yanına yayılan istihbarat ağını nasıl kurulduğu hep merak edilmiştir. Bu istihbarat ağı nasıl kuruldu? Hala birçok ülkenin temellerini oluşturuyor. Abdülhamid Han’ın kurmuş olduğu istihbarat bir örnek teşkil ediyor. Başka ülkeler FBI, İtalyan istihbaratı daha güçlü diye bunları paketleyip bize satmaya çalışmışlar ama bunların hepsi bizim değerlerimiz. Yani Abdülhamid Han’ın kurdurduğu istihbarat ağı olmasa, devleti 33 sene yönetmenin imkânı olamazdı. Severek anlattığım, bu hikâyeyi anlatmadan geçemeyeceğim. Sultan Abdülhamid Han barışçıl bir politika izlemişti. Hiçbir devlete savaş açma lüksü yoktu, o dönemde bile. Hiçbir elçiye tokat atma şansıda yoktu. Diğer ülkelerin elçileri de, ‘Biz barış içerisindeyiz. Neden sultandan istediğimizi alamıyoruz?’ diye toplanıp veryansın ettikleri bir gün, o elçilerin başındaki Fransız elçi ‘Ben gidip sultandan istediğimi alacağım. Sizde göreceksiniz.’ diyor.
Sonrasında Yıldız Sarayı’na geliyor. Sultan Abdülhamid Han sarayında oturuyor ve Yıldız bahçesine doğru arkası dönük bir şekilde atını izliyor. Elçi içeri giriyor. Sultan Abdülhamid Han gel işareti yapıyor ve ona atını anlatmaya başlıyor. Bu at şöyle koşar, cinsi şöyle diyerek at hakkında yarım saat bahsediyor. Elçide çok hevesli bir şekilde dinliyor. Sultan Abdülhamid Han diyor ki, ‘Ben çok üzgünüm. Çünkü bu atın eşi öldü.’ bunu duyan elçi büyük hevesle hemen atılıyor ‘Ben size bu atın eşini getirebilirim.’ diyor. Sonrasında süresinin bittiğine dair ziline basıyor ve yaverini çağırıyor. Abdülhamid Han yaverine, ‘Bize bir iyilik yapacak. Parasını fazlasıyla verin. Dönsün ve bize atımızı getirsin.’ der. Elçi büyük bir hevesle ülkesine geri dönüyor. Diğer elçiler kendisini bekliyor ve ne aldığını bekliyorlar. Adam durup bir düşünüyor, ‘Vallahi bende bilmiyorum. Cebim dolu, elim boş geldim.’ diyor. Sultan Abdülhamid Han 33 sene boyunca Ali’nin tekkesini Veli’ye, Veli’nin takkesini Ali’ye giydirerek bu ülkeyi yönetmiş. Buradaki sır da, bu elçinin atlara olan zaafını bilmesidir.
Oradaki teşkilatlanmanın içerisindeki ajanı Sultan Abdülhamid Han’a haber veriyor. 33 sene boyunca elçiye bile ayrı bir plan, onu hakkında ayrı bir istihbarat. Bu olmasaydı devlet nasıl yönetilirdi? O yüzden suçlandığı en büyük konulardan biri de, jurnalci olduğudur. Sonrasında Alatini Köşkü’ne sürüldüğü zaman ‘Gerçekleri öğrenmek istiyorsanız. Jurnalleri açıp bakmanız yeterli.’ diyor ve İttihat ve Terakki gerçekler ortaya çıkmasın diye ilk Yıldız yağmasında ortadan kaldırıp, yakıp yıkıyor. O yüzden onunda değerini iyi bilmek lazım. Bugüne örnek olması gereken konulardan bir tanesi.
Okumayı sevmeyen bir millet olarak ecdadımızı yanlış bilgilerin verildiği dizilerden, filmlerden tanır olduk. Yapılan işleri nasıl buluyorsunuz? ‘Her şerde bir hayır vardır.’ diyerek başlamak istiyorum. Muhteşem Yüzyıl’ı eleştirdik. Ben çok fazla eleştirmedim açıkçası, çünkü bu milletin özünü, genini hiçbir zaman değiştiremezler. Pis su akıp geçecektir, hiçbir zaman aşağıya işlemeyecektir. Ben buna her zaman inandım. O yüzden gerçeği öğrenmelerine vesile olacaktır, diye baktım. Kanuni Sultan Süleyman Han gerçekten uluslararası çapta çok kötü lanse edildi. Aynı zamanda uluslararası çapta da çok kötü lanse edildi. Bir millet kendisine bunu nasıl yapabilir, anlamış değilim. Bizim zaten başka bir düşmana ihtiyacımız yok. Zaten bunları bize düşman yapmıyor, biz kendimize yapıyoruz. Bu dizilere tarihsel bir gerçeklik olarak kesinlikle bakmamak lazım. Daha önce de söylediğim gibi körü körüne bağlanmamak lazım, doğruyu açıp biz kitaplardan öğreneceğiz ama dizilerden öğrenmeyeceğiz. Çünkü tüm diziler reyting kaygısı içerisindedir ister istemez. O yüzden biz daha fazla kitaplara yönelirsek daha iyi olur diye düşünüyorum.
Tarihte insanın iyi yetişmesi için hiçbir masraftan ve güçlükten kaçınmayanlar, başarının ve medeniyetin zirvesine yükseldiler. Osmanlı da böyle yaptı. Böyle aileden gelen bir sultan olarak bu devirde çocuklar nasıl yetiştirilmelidir ve nelere dikkat edilmelidir? Benim 2 tane evladım var, Hanzade ve Mehmet Vahidettin. Dünyanın en zor sorumluluğu anne olmak.
Dünyanın en zor sorumluluğu anne olmak.
Çünkü bir evlat yetiştiriyorsun. Vatanına, milletine hayırlı olsun istiyorsun. Aynı şekilde Allah’ını seven bir evlat istiyorsun. Bunu ortaya çıkarmak en zor iş. Her şeyi elimin kenarıyla itiyorum, bu gerçekten saygı duyulması gereken bir konum diye düşünüyorum. Allah’ını seven bir çocuk olmaları benim için en önemli şey. Doktor olsun, mimar olsun, öğretmen olsun, ne istiyorsa onu olsun ama Allah’ını seven ve ondan korkan evlat olsun. Ben elimden geldiğince muhakeme yeteneği yüksek çocuklar olsun diye arkalarında duruyorum ve destekliyorum. Yani doğruyu ve yanlışı kendileri bulmalılar. Verdikleri kararın sonuçlarına katlanmayı küçük yaşta dahi öğrenmesi gerekiyor. O yüzden körü körüne bağlanmaz, körü körüne sevmez, açıp okuyup araştıran bir nesil yetiştirmeyi Allah izin verirse istiyorum.