Ahıskalı Kazım amcanın günlüğü: 6 yaşında memleketinden sürgün edildi
Kazım Dursun, 6 yaşındayken memleketi Ahıska'dan sürgün edilişini ve zorluklar içerisinde geçen hayat hikayesi GZT'nin video serisi Günlük'te aktarıyor. 'Yüz bine yakın suçsuz bir milleti, bir gece içinde hayvan vagonlarına doldurup sürgün ettiler.'
Benim babamı 1942’nci yılda askere götürdüler. Almanya savaşına. Orada ne kadar Türk varsa hepsini ön cepheye koyup vurdular. Hiçbiri geri gelmedi. Amcam, akrabaları, kardeşleri, hepsi. 6 yaşındaydım. Sabah, saat kaçtı bilmiyorum, 10-11 belki. Kızılordu ve bütün askerler köyleri bastı. ‘Sizi soğuk memlekete götürüyoruz. Buralara Alman askeri gelecek, sizi savaştan kurtarmak istiyoruz. Tırlar gelecek yüklenecek, sonra trenlere bindireceğiz gideceksiniz.’ dediler. Kimisi gitmek istemiyor.
Asker geldi silahla, zorla evlerden çıkardılar. Bizi Amerika’nın tırlarına bindirdiler. Sonra bir şehre getirdiler, oraya indirdi askerler. Hepsi asker. Dediler ki, ‘Vagonlar hazır. Hemen vagonlara girin.’ Şimdi biz de girmek istemiyoruz. Zorla o vagonlara bindirdiler. Vagonlar da nasıl biliyor musunuz? Demirden. Altı demir, yanları demir. Şimdi bunlar hazırlamışlar o vagonları. Vagonun pencereleri küçük, ortasında da teller var. Millet kaçmasın diye öyle yapmışlar.
Vagonları suya devirecekler ki boğulasınız.
Tuvalet yeri de altta. Neyse, tren gidiyor artık. Hiçbir gün, bir saat bile o vagonların içindeki millet durmamıştır. Bağırdılar, çağırdılar, ağladılar... Başka bir şey yok. Uyku yok, zaten yatmaya da yer yok. Yol 20 günden fazla sürdü. Büyük bir çay vardı, Rusya’nın çayı. Biliyoruz hangi çay olduğunu, Volga. Orada vagonları doldurdular. Epeyce durdu tren orada. Millet bağırıyor, çağırıyor. Bir asker dedi ki, ‘Vagonları suya devirecekler ki boğulasınız.’ Millet daha çok bağırmaya başladı. O kadar ağladı ki herkes vagonları kırıyorlardı. Her şeyle vuruyoruz, elimizle... ‘Çıkarın bizi buradan, bunun içinden çıkarın.’
Sonra vagonları sürdüler. O durumda bir gün mü kaldık bilmiyorum. KGB’nin başkanı Beria istemiş bunu yapmayı, biz sonradan öğrendik. Stalin’e demiş ‘Böyle yapalım.’ Stalin ‘Gerek yok, yapmayın. Bunlar zaten soğuk memlekete gidiyorlar, orada ölürler. Orada biterler.’ demiş.
Dağınık bir millet olduk, şimdi dil bilmiyoruz
Bizi Kazakistan’a getirdiler. Yol 3-4 haftaya yakın sürdü. Kazakistan’a getirdiler, her köye 2 aile verdiler. Arabalara bindirdiler. İki aile yerleştirdiler, sonra öbür köye, öyle öyle hep dağıttılar milleti. Dağınık bir millet oldu. Şimdi dil bilmiyoruz. Hep Türkçe konuşuyoruz. Orada hep Rusça konuşuyorlar. Kazaklar bile Rusça konuşuyordu. Sovyet zamanında Kazakistan ile Kırgızistan arasına bir kanal yapmışlar. Bizi o kanala götürdüler. Ben çocuğum, annem, ablam, kardeşim...
‘Bu kanalda çalışacaksınız, size ancak o zaman ekmek vereceğiz.’ dediler. Kazma kürek verdiler ellerine. Ben de işte, küçük torbayla toprağı alıyor o tarafa götürüyorum, bu tarafa atıyorum. Yardım ediyorum yani. Orada bizi 2 ay çalıştırdılar. Bir kuru ekmeğe. Yatmak yok, toprakta yatıyorsun. Altımıza saman koydular. İki ay orada çalıştık sonra bizi yine o köye getirdiler. Kazakistan’ın bir köyü, bizi o köyde bir banyoya yerleştirdiler. Banyonun ne bir penceresi ne de başka bir şeyi var. Yeri çamurdan yapılmış, ev de çamurdan... Bir ay o banyoda kaldık. Banyonun karşısında bir gecekondu vardı, Ruslar yaşıyordu. Baktı ki biz duramıyoruz orada, soğuk, ölüyoruz... Onların evine yerleştirdiler, kadın nataşaydı. Oğlunun adı da Golem. Büyük bir köpekleri vardı. Köpeği üstümüze salıyorlardı. Ayağımda hala izi duruyor. ‘Açım.’ diyorum, ‘açım, yemek istiyorum.’ O nataşa giderdi, domuz eti getirirdi. ‘Al, şunu ye!’ derdi. ‘Biz Müslümanız, yemiyoruz onu.’ dedim. Oğluna, ‘Bağla bunun ellerini’ dedi. Elimi, ayağımı bağladılar. Ağzıma zorla domuzun etini soktular. ‘Yiyeceksiniz.’
Hep polis baskısı altındaydık. Polis her gün çağırır parmak izimizi alırdı
Bizi o köyden dışarı bırakmıyorlardı zaten. Hep polis baskısı altındaydık. Polis her gün çağırır parmak izimizi alırdı. Çocukların, anamın, abimin, bacımın, herkesin... 1953’e kadar bu zulümleri yaşadık. 1953’de Stalin öldü, o öldükten sonra bize pasaport verdiler. Pasaportsuz yaşıyorduk. Pasaport yok, bütün evrakları elimizden aldılar. Ama bizim kimliğimiz Osmanlı kimliğiydi. Beni okula yazdırdılar. ‘Okula gideceksin.’ Okula gittim, yedinci sınıfı bitirdim o köyde. Yirmi beş kilometre yaya gidiyordum okula, yirmi beş kilometre. Haftada bir kere gidiyordum, kalan günlerde de samanların içinde yatıyordum. Ev yok, bark yok. Liseyi böyle bitirdim. Açlıkla bitirdim. Aç, susuz kalarak bitirdim. Doktor olmak istiyordum. Üniversite lise diplomamı kabul etmedi, Türk olduğum için. Ama Türk olduğun için demiyorlardı, ‘Eksik. Onu getir, bunu getir.’ diyorlar. Onu gidip getirene kadar süre bitiyor, kalıyorsun ortalıkta.
Seni buraya almayacaklar, sen Türksün
Daha sonra oradaki bir Yahudi Dekan dedi ki, ‘Seni buraya almayacaklar. Sen Türksün. Git pasaportunu değiştir, başka millet yazıl.’ ‘Ben nasıl yazılayım başka millet?’ ‘Yazıl, bak biz Yahudiler Rus yazıldık. Siz de Rus yazılın. Ya da başka bir Müslüman milleti yazılın.’ Biz de Azeri yazıldık. Azeri yazdırdılar, bak zorla yaptırdılar bunu. Pasaportumuza Azeri yazdırdılar da ben üniversiteye öyle girebildim. Üniversiteye girdim, birinci sınıfta komite kurduk. Ahıska Türkleri öğrencileri toplandık. Enver Adabaşı vardı. Ellez vardı bir de. Allah rahmet eylesin ikisi de rahmetli oldu. 50 kişiydik komitede. Biz vatanımızı istiyoruz yazdık. Ahıska’ya döneceğiz, bize topraklarımızı versinler.
İçimizden biri satıyor mu bizi ne yapıyor, bilmiyorum, KGB bizi gece yakalayıp içeri attı. Ben de birinci sınıftaydım üniversitede. İçeri attılar, bir hafta içeride kaldım. Sonra oranın müdürü çağırdı. ‘Bu kağıdı imzalayacaksın.’ dedi. ‘Nedir?’ dedim. ‘Yani bu komiteden çıkıyorsun, bırakıyorsun bu işi. O zaman sana şans vereceğiz, üniversiteyi bitireceksin.’ Ben de doktor olmak istiyorum. ‘Tamam, bırakıyoruz bunu’ dedim. İmzaladık ama biliyorum ki devam edeceğiz daha akıllı başlı devam edeceğiz, böyle değil. Beni ve arkadaşlarımı bıraktılar. Adabaşı’nı içeri attılar, hiç çıkarmadılar. Daha sonra biz miting yaptık, 6 ay sonra bu adamı bıraktılar. Direk Kafkasya’ya gitti. Kafkasya’da da bunlara zulüm ettiler. Adam orada o zulümler yüzünden rahmetli oldu gitti.
Beni Türkiye’ye gönderin. Burada yaşayamıyorum. Bitirdiler bizi her taraftan
Komşularımıza talimat vermişler: Kim bizimle iletişime geçiyorsa araba plakalarını yazıp KGB’ye veriyorlardı. Ondan sonra da ya trafik kazası yapıyorlardı ya da önlerini öyle kapatıyorlardı ki hiçbir adım atamıyordun. Üniversiteye devam etim. Ondan sonra da işte çalışmaya başladım. Biz orada yaşadık, bak doktor da olmuşum. Hep ikinci, üçüncü sınıf insandık. Türk olarak. Volan Vural vardı, Büyükelçi. Ona başvurdum. ‘Beni Türkiye’ye gönderin. Burada yaşayamıyorum. Bitirdiler bizi her taraftan.’ dedim. İşte geldik Türkiye’ye, Allah’a şükür. 1995’te geldik biz Türkiye’ye. İlk defa böyle bir şey gördük biz, bir insan olarak görmemiştik kendimizi. Bize öyle davrandılar ki, biz insan değildik.