Zaman kadar eski gün kadar yeni
Anlatılan uzak veya yakın hep bu toprağın hikâyesidir. Bazen "Zaman ağacı meyveye durdu." gibi bir masal diliyle bazen "Canım daraldı." samimiyetinde günlük bir dille karşımıza çıkıyor yazar. Sırtını zamanın tüm alfabelerine dayamış Gülşen Funda.
Felgu diyecekler adına. Taze ve özgün bir ilk kitap. Büyük bir disiplinin de ilk adımı. Gök kadar uzak, yer kadar yakın... Ne yukarıda ne aşağıda... "Beni muska gibi bağrında taşıdı." diyor Gülşen Funda. Hangi mekânda ve zamanda kimin eli ile kim için yazıldığı bilinmeyen bir muskayı çıkarıyor bağrından. Söküyor dikişlerini, gök ile kök arasında ne hikâye varsa saçılıyor etrafa. "Sesi, sözle bir edince varım. (...) Ölüye yaşam veren bir kudret bu. Sözü, sesle bir etme sanatı." "Kabuk"ta Ez kuruyor bu cümleleri. Son hikâye de okunup kitap bitirildiğinde yazarın da Ez'le aynı hassasiyete sahip olduğu görülüyor. Matematikle kurulan cümleler, uzun uzun çizilmiş şemalar üstünde makinedeki dikiş iğnesi titizliğiyle art arda diziliyor. Aralarında neredeyse boşluk bırakılmamış, sıkı dokunmuş bir el işi ama. Susmayı ibadet bilmişlerin, yarasına derman bulamamışların, derisine söz geçirememişlerin, şifacı kadınların sesini dinlemiş söze koyup okuyucuya sunuyor. Sözüne, adetine uzak kalınan bir zamanı geçmiş ve gelecek arasında köprü bir dil kurarak aktarıyor okuyucuya.
Kader Gök Gibi Üstümde
Birinci bölümün dikkat çeken yanı hikâyelerdeki isimler. Motif gibi işlenen bu sözcükler, gelenek içinde kişi ve ismi arasındaki kader ortaklığına bir işaret gibi. Daha doğru ifade etmek gerekirse kişinin ismi seçilmiyor da isme kişi seçiliyor. İsimle birlikte ona bir kader de veriliyor gibi. Nitekim "Felgu" hikâyesinde "aya düşmek" ifadesi kullanılır, çocuğun doğduğu gün ayın gökteki durumundan kaynaklanan bir doğa olayıyla çocuk hastalanır bu yüzden ona "Aygün" ismi verilir. "Ay yolunu aydınlatsın, geceni gün etsin." diyerek bir dua iliştirilir ardına. Fakat isim kaderiyle birlikte iliklenir kişinin yakasına. Aynı bölümde bulunan "İs" adlı hikâyede de benzer bir ritüel bulunmaktadır.
"Şemse" ismi verilen karakter, isimle birlikte kaderini de alır adeta. "Kime dedimse bir hikâyem var benim. Kime dedimse hikâyemi taşıyamaz oldum. Kime dedimse hikâyemi kime anlatayım. Ez var dediler, Ez'e git. Kendinden bil onu dediler." Gök'ü oluşturan hikâyeleri taşıyabilecek sırt, Gülşen Funda'ya ait. Hangi tepede hangi düzde hikâye varsa sırtlanmış; nehirlerin akışına, karıncanın ayak sesine kulak kesilmiş. Cümle anlatılanı toplamış, anlatılmayanı ise topraktan, tohumdan çıkarmış. "Kıran"da Mircelal'in dediği gibi: "Duymak için yeterince çabalarsan taşa değen rüzgârı bile duyabilirsin."
Kader Toprak Gibi Altımda
- İkinci bölümün dikkat çeken ilk yanı okuyucuyu yakın zamana ve toprağa çağırması. "Fatoş'un her çarşamba sağ eli kaşınırmış. Demek ki dermiş Fatoş, bugün elime bir yerden para geçecek." Anadolu inanışı bağrını açıyor okuyucuya. Gülşen Funda, insanın hikâyesini bu sefer daha tanıdık yerden anlatıyor. "Duvarda geyikli halı, ata yadigârı tüfek, ilaç dolabı, içinde çeşit çeşit şuruplar, yün iğnelik, pili bitmiş saat, geçen Ramazandan kalma Ramazaniye..." Madımak toplamalar, altın aramalar, ılgın ağaçları ve keklik kafesleri... "Buraya gelmeden önce bunların hiçbirini hatırlamıyordum, unutmuşum. Babama baktıkça, anneme sokuldukça, ağabeyimle sustukça; çeşmelerden su içtikçe, sirkenli çörek yedikçe, mercimek biçtikçe, tarlaya koştukça, kerpiç evde uyudukça hepsini tek tek hatırladım." Eve dönüş, hafızaya dönüş, kaderi hatırlayış... Aygün, Şemse, Ez etiyle, canıyla, kanıyla toprağın altındadır; toprağın üstüyse artık Fatoş'un, Döndü'nün, Gülüş'ündür.
Anlatılan uzak veya yakın hep bu toprağın hikâyesidir. Bazen "Zaman ağacı meyveye durdu." gibi bir masal diliyle bazen "Canım daraldı." samimiyetinde günlük bir dille karşımıza çıkıyor yazar. Sırtını zamanın tüm alfabelerine dayamış Gülşen Funda. Anlamı yormadan, Alaz'ın üstünü avuçlarıyla örten Aygün'ü de Nurdan tarafından sevilmeyen Necip'i de dile getiriyor. Mahir bir fotoğrafçı da olan Gülşen Funda, hikâyelerinde de lensini açık tutmuş. Dövme dövülürken, kartal avına çıkılırken, samanlık ateşe verilirken, defterler arasında kendini ararken daima açık bir makine. Her bir karesi anlatıyla dolu bakış, efsunlu âlemlerin, suya ağlamaların kayıtçısı. Hikâye kadar üzerine düşündüğü bir şey daha var ki o da, dil.
Sözcük seçimleri, onun dile harcadığı mesaisinin de bir göstergesi. Rastlantıya pay vermeyen anlatı dili, attığı bu ilk adımın herkes için büyük olacağının göstergesi. O hikâyeyi sırtında, bağrında getirdi şimdi sıra okuyucuda.