Yüz Küsür Yılın Yüz Hikâye Kitabı: Öykümüzün Sınır Taşları
Öykümüzün Sınır Taşları; Emin Nihat’ın 1871-1875 yılları arasında on iki cüz halinde yayımlanan Müsameretname’sinden başlayarak Murat Yalçın’ın 2012’de yayımlanan Seslerde Başka Sesler adlı kitabıyla bitiyor.
Öykü ve kuramı hakkında çok kıymetli çalışmalara imza atan Necip Tosun, kitaplarına bir yenisini daha ekledi. Ekim 2016’da Dedalus Yayınları’ndan çıkan Öykümüzün Sınır Taşları, içeriğinden menkul ismiyle büyük bir boşluğu dolduruyor. Kitabın önsözünde, hâsıl olan ihtiyaca binaen böyle bir çalışma yaptığını ifade eden Tosun, şöyle anlatıyor gerekçesini: “Kuşkusuz bir yazarı tanımanın en iyi yolu onun tüm kitaplarını okumaktan geçer. Çünkü bir yazarın en iyi şiiri, öyküsü çeşitli kitaplarına dağılmıştır. Bu yüzden bir yazarı bütünlüklü okumak şart. Ama bazen andığımız nedenlerle o kitaplardan seçme yapmak, bunların tümünü okuyamayanlar için bir kitap önermek gerekebilir. Böylece bu kitaplar bir “kapı” görevi görecek, okur o yazarın dünyasını, öykü anlayışını benimserse tüm kitaplarını okumayı düşünebilecektir. Bütün bu nedenlerden dolayı, kimi risklere rağmen bu yazarlardan bir seçme yapmanın önemi açıktı.”
Öykümüzün Sınır Taşları; Emin Nihat’ın 1871-1875 yılları arasında on iki cüz halinde yayımlanan Müsameretname’sinden başlayarak Murat Yalçın’ın 2012’de yayımlanan Seslerde Başka Sesler adlı kitabıyla bitiyor. Necip Tosun yüz kırk bir yıllık bu dönemde çıkan tüm öykü kitaplarını taramış, incelemiş, okumuş; varlığı, karakteri, anlamı, dili, dünyası, hali ile dönemine damgasını vuran eserlerden bir seçki oluşturmuş. Bir yazar, bir eser şeklinde, yüz isim ve yüz kitaptan oluşan bu seçkideki isimler ve kitaplar; mekân, bağlam, dil, teknik hamleler gibi yönlerden analiz edilerek okurun dikkatine sunulmuş. Her öykü kitabına üç ila dört sayfanın ayrıldığı bu eser, üç/dört sayfanın içerdiği değer bakımından takdiri hak ediyor. Bu yüz kitabın hangi noktalardan hareket edip neleri içerdiğine beraber göz gezdirelim.
1. Zaman
Necip Tosun, kitapları incelemeye başlarken dönemin panoramasını sunarak zemini sağlama alıyor. Müsameretname hakkındaki mülahazaları okurken Tanzimat Dönemi’ne gidip halk hikâyelerinden modern anlatıya varan süreci anlamlandırıyor, Yakup Kadri’nin Hikâyeler’i hakkında yazılanlara bakarken Kurtuluş Savaşı’ndan çıkmış yorgun milletin bir ulus inşa etme çabalarına şahit oluyoruz. Umran Nazif’in Tepedeki Ev’inin bahsinde bin dokuz yüz elli kuşağına gidiyor, sosyal değişim temalarına ve sosyolojik tanıklıklara göz gezdiriyoruz. Pınar Kür’ün Bir Deli Ağaç’ında bin dokuz yüz seksen askeri darbesinin hemen ardından toplumun nabzını tutuyor, yansımalar ve savrulmalara konuk oluyoruz.
Her kitap incelemesinde mutlaka birkaç satır da olsa dönem özetinin, sosyal gerçekliğinin, önemli ticari, siyasi, coğrafi müdahalelerin, felsefi akımların belirtilmesi; kitapla ünsiyet kurma bağlamında oldukça yardımcı oluyor bize. Dönemdeki farklılıklar, önemli kırılmalar, bunların etkileri o alana dair bir kapıyı aralama imkânı sunuyor. Bu durum öykülerin yaslandığı zemini göstermesi ve insanın çağına şahitliği bakımından genç öykücüye de yol gösterir nitelikte. Masa başı kurgulardan ziyade insan ruhunu anlamaya ve anlatmaya çalışan öykülerin sıcaklığı bir inceleme yazısından bile duyuluyor çünkü.
2. Mekân
Nabizade Nazım, Karabibik’i Antalya’ya askeri bir vazifeyle gitmesine müteakip kaleme almıştır. Samet Ağaoğlu Strazburg Hatıraları’nı 1930’ların Strazburg’unda yazmıştır. Kemal Tahir Göl İnsanları’nda cezaevi gözlemlerinden çokça faydalanmıştır. Samim Kocagöz Yağmurdaki Kız’da fabrikaları, kamyonları, yolları, köyleri kullanmıştır. Refik Halit Memleket Hikâyeleri’ni Sinop, Çorum, Ankara, Bilecik; Gurbet Hikâyeleri’ni Halep ve Beyrut sürgünlerinde ortaya çıkarmıştır. Leyla Erbil Hallaç’ta varoluşçuluk felsefesinden mülhem; boğuntulu, çıkışsız, mutsuz mekânların sözcülüğünü yapmıştır. Ayhan Bozfırat İstasyon’da işsizliğe ve Almanya’ya odaklanır. Nursel Duruel’in Geyikler, Annem ve Almanya’sı da göçün tüm çarpıcılığı ile yaşandığı alanları işler. Hüseyin Su’nun Güldefşeli Yemeni’sinde mekân evdir ve ev daima güzeldir.
Yukarıda bazı örneklerini verdiğimiz gibi, kitap analizlerinde mekânların tek tek, tüm ayrıntıları ile ele alınması ve mekânın öyküye sunduğu desteğin öne çıkarılması da genç öykücüye sunulan bir yol haritası. Murathan Mungan’ın bir bahçe ya da bir hamamdan yola çıkarak değişimin nelere mal olduğunu incelemesi, sosyolojik okumanın mekânlar üzerinden yapılabilmesi, insanın edebiyat sayesinde insana ayna olabilmesi gibi çıkarımlar; masa başında konusuzluktan kıvranan günümüz anlatı-cı’larına çok büyük bir ilham verecektir kuşkusuz. Necip Tosun Öykümüzün Sınır Taşları ile ciddi anlamda bir hazine biriktirmiş ve insan ile hikâyenin ne demek olduğunu tozlu raflardan çıkararak kaotik kanona yeniden hatırlatmış görünüyor.
3. Dil
Tosun, incelediği yüz hikâyeden bahsederken dil konusunu da ayrıntılı bir şekilde işliyor. Ahmet Hikmet’in Çağlayanlar’ında tahkiyenin ve dilin gücüyle milletine moral aşılamaya çalışan yazarı, Halide Edip’in Kubbede Kalan Hoş Sada’sında misyona bağlı keskin ve abartılı sonları önemseyen ve dili bu minvalde kullanan yazarı, Memduh Şevket’te Doğu sohbet geleneğinin dile vuran yansımalarını, Ziya Osman’ın Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi’nde temiz/el değmemiş/duru bir dünya tasarımı kuran dilin sadeliğini, Yaşar Kemal’in Sarı Sıcak’ında dilin gerçekliğe bitişik yaşadığı serüveni, ellilerin kitaplarında varoluşçuluk merkezli kapalı dili, seksenlerin kitaplarında siyasi ortamdan dolayı parçalı dili görüyoruz. Bütün bunlar ise, işe yarar şablonlar oluşturuyor kafamızda. Günümüz sosyal gerçeğini arayıp kendi çağımızın/ kendi hikâye anlayışımızın dilini yaratmak/zenginleştirmek de bize düşüyor.
Bitirirken
Sadece zaman, mekân ve dil değil birçok yönden ayrıntılı bir şekilde incelenmesi, notlar alınması, dersler çıkarılması gereken bir kitap bu. Müthiş bir panorama. Sağlam bir başucu kitabı. Harika bir yol haritası. Öykümüzün Sınır Taşları’na alınan her kitap; temel izlekleri, topluma ve bireye bakışı, tahlil ve tasvirlerin kullanımı, haller ve hayallerle münasebeti, tarihsel/ sosyolojik tanıklıkları gibi birçok bakımdan incelikle irdelenmiş. Günümüz öykücüsüne düşen ise, nasıl bir zenginliğin üstünde durduğunun farkına varmak ve hazineyi nitelikli eserlerle çoğaltmaktır.