Yarım yazarlar mezarlığı
Sesleri duyunca kapımı kapattım. Yarım kalmış bir cümleyi tamamlamakla meşguldüm. Ama yine yarım kaldı. Neden bu şehirde her şey yarım kalıyor başkanım? Hayatlar neden bu kadar ucuz? Neden herkes böcek?
Başaramıyoruz başkanım, hiçbirimiz başaramıyoruz. Bu yarımlık hepimizi yüzeye çekiyor. Hepimiz eksikliğimize yöneliyoruz. Günler çok boş geçiyor. Hiçbir şey değişmiyor. Sadece çürüyeceğimiz odalar değişiyor. Size yalnız kaldığımda da başkanım diyebilir miyim? Ancak o zaman dört başı mamur bir cümle kurabiliyorum. Kusuruma bakmayın. Bu şehir beni çok yordu. Yaslanmadan konuşamıyorum.
"Zaman, dış kapının önünde bizi bekliyor." diye yazmayı düşünüyordum defterime. "Zamanla problemim var ama çözecek zamanım yok." diye. Kendi hâli pürmelalimi anlatacaktım uzun uzun. Bir hışımla siz odama girmeden hemen önce. Zihnimde döndürüyordum. Siz bilmezsiniz bu cümleleri, çok nankördür başkanım. Sıkı tutmazsanız kaçarlar. Gidip başka balkonlara konarlar. Cümlem yarım kaldı. Gittiğim yerden beni yaka paça çekmeyi yine başardınız. Sağ olun, var olun. Vazgeçmedin şu yazma işinden dediğinizi duyar gibiyim. Sizi anlıyorum. Öfkenizi, yarımlığınızı, teslim olmuşluğunuzu. Ama inanın yazmamayı başarabilsem hiç uğraşmayacağım. Bir de şu kahrolası yalnızlık sevdasından bir türlü kurtulamıyorum. Yalnız kalmadan da yazılmıyor ki başkanım. Kendine çekilmeden dünya unutulmuyor ki.
İçinde yüzdüğüm daireden ayrılamıyorum başkanım. Akşama kadar dairedeyim zaten biliyorsunuz. İş çıkışı biraz yürüyeyim diyorum, iki adım atıyorum başka bir dairenin yörüngesine giriyorum. Bazı günler çok dolu oluyorum. Parmaklarımdan cümleler dökülüyor. Seslerini duyuyorum. Peşlerinden sonuna kadar gitmek istiyorum. Yürümek için olanca gücümü kullanıyorum. Ne oluyor dersiniz? Daha geniş bir dairenin içinde olduğumu fark ediyorum. Her gün yeniden umudumu kaybediyorum. Kolay iş değildir. Siz bilmezsiniz. Aslında ben bu şehirde, sadece yürüdükçe memurluktan uzaklaşabiliyorum. Cümleleri yürüdükçe toplayabiliyorum. Çoğu dönüş yolunda dökülüyor. Birkaç cümle ya kalıyor ya kalmıyor. Kısa günün kârı diye diye avutuyorum kendimi. Yazmayı düşünmekle yazamamak arasında geniş bir yer edindim kendime. Hep aynı yerdeyim. Çok emek verdim. Hep aynı yerde olabilmek de maharet ister değil mi başkanım? Siz bilmezsiniz beklemeyi. Her şey bir yoluna girse kesinlikle yazacağımdan eminim. Bunları size daha önce defalarca anlatmış olmalıyım.
Siz görmüyorsunuzdur başkanım. Korunaklı odanızdan çıksanız da göremiyorsunuzdur. Siz odanızı yanınızda gezdiriyorsunuz sanırım. Biliyor musunuz, kimsenin hikâye dinlemeye tahammülü yok artık. Kendinden başkasını görmeye. Durup etrafına bakmaya. Ben bunları çok yazmak istedim ama her defasında yarım kaldı. Şehrin üzerine boydan boya bir ağ atılmış. Birbirini ezenler, birbirini ezmeyi planlayanlar, birbirini ezmek için fırsat kollayanlar. Herkes çekirgeler gibi zıplayıp duruyor. Ağ daralıyor. Nefesler tutuluyor. Köpekler kimseyi parklara sokmuyor. İnsanlar dairelerinden çıkamıyor. Şehir çok sıkışıyor başkanım.
Bugün koridorda aniden sesinizi yükselttiniz. Herkesin durması gereken bir yer olduğunu söylüyordunuz, üzerine basa basa. Söylemesi ayıp pek dinleyemedim sizi. Sesleri duyunca kapımı kapattım. Yarım kalmış bir cümleyi tamamlamakla meşguldüm. Ama yine yarım kaldı. Neden bu şehirde her şey yarım kalıyor başkanım? Hayatlar neden bu kadar ucuz? Neden herkes böcek? Siz koridorda konuşmaya devam ederken herkesin durması gereken yerden konuşabileceği sözcük sayısını düşündüm. Bizim sözcüklerimizin kahir ekseriyeti saygı ifadelerinden ibaret. Bizim sözcük sayımız düşünmeye elverişsiz sanki. Belki de bundan her şeyimiz yarım kalıyor.
Her şey yolunda sanılıyor ama çok ciddi sorunlar var aslında. Ben koridorlarda konuşanların yalancısıyım. Asla kendi fikrim değil. Herkes sorunun en büyüğünü kendisinin yaşadığını düşünüyor. Kimsenin ağzını bıçak açmıyor, görüyorsunuz. Söz açılıyor kimse anlatacak hikâye bulamıyor. Herkes kendi dairesinden bahsediyor. Duyuyor musunuz başkanım? Yazarları biraz da kelimeler biçimlendirir derler ama yarım yazarlara kelimelerin de bir katkısı olmuyor sanırım. Sert ve köşeli talimatlar, bilgi notları, kelimelerin etkisini kırıyor sanki başkanım. Dudaklarımıza güzel kelimeler yakışmıyor bir süre sonra. Taşrada olmadığımızı sık sık vurguluyoruz ama pek işe yaramıyor sanırım. Suyun başını tutanlara bakıyoruz uzaktan. İçimizden küfürler savuruyoruz. Öfkemiz, haktan adaletten değil inan olun. Sadece, biz neden orada değiliz diye.
Taşrada mıyız acaba biz? Sık sık sis basıyor çünkü şehri. Göz gözü görmez oluyor. Herkes en yakınının yamacına pusuyor. İşte o günlerde sahneye yarım yazarlar çıkıyor başkanım. Ezberlerindeki cümlelerle birbirlerine caka satıyorlar. En havalısı Batılı yazarlardan alıntılar. Bir ara geleneksel hikâyelerden alıntı yapmak modaydı ama şimdilerde unutuldu. Kimse yüzünü Doğu'ya dönmek istemiyor. Dolar aldı başını gitti başkanım. Daireye yeni bir yazar geldi dediler heyecanlandım. Şehre yeni gelmediyse, memuriyete yeni başlamadıysa Yarım Yazarlar Derneği'nde mutlaka görmüşümdür, dedim kendi kendime. Bizden biridir mutlaka. Kendimi hazırladım. Öğle arasında sağlam bir söylev çekecektim kendisine. Bizim gibi yarım kalmak istemiyorsan filan diyecektim. Bir yazarın hayat tecrübesi başka kimde olabilir, değil mi yani? Bir yazar, yarım da olsa yazardır sonuçta. Kitaplarını bastırmak için araya hatırlı birilerini sokmuş olsa da, kitapları satsın diye günlerini takla atarak geçirse de yazardır. Yarım yazar diye alnında yazmıyor ya. Taşrada da yaşasa; birkaç kitabı varsa, sosyal medyada okuduğu kitapları bol bol paylaşıyorsa, değil mi yani?
Belki dedim ne bileyim... Bu işler konuşmadan olmaz. Ortam, edebiyatta çok mühim. Güç birliği yaparız ikimiz. Kimse bize böcek muamelesi yapamaz, değil mi yani? "Oku oku, kabız olursun." demişti ya Yarım Yazarlar Derneği'nin başkanı. Bizim de her yanımız başkan. Yazarların değeri tanıdığı başkanların sayısınca ölçülse ben üst sıralarda yer alırım. Akşam neydi öyle? Kahvede. Çaycı ne matrak adam. Kahvenin ortasında gür sesiyle "Başkanım!" çekince müşterilerin çoğu çaycıya baktı. Ne çok başkan varmış kahvede. Başkanların dışında kenar masada birkaç yarım yazarla dedikodu yapıyorduk biz de. Gazetelerin kitap ekleri filan. Edebiyat kamusunu, gölge yazarları, dergileri, edebiyat çetelerini, verilen ödüllerin ne kadar isabetsiz olduğunu filan konuşuyorduk.
Siz bilmezsiniz başkanım, bize sadece kamuda haksızlık yapılmıyor. Değerimizi bu yazın dünyası da anlayamadı. Bir gün bu ülkede yarım yazarların da değeri anlaşılacak. Umudu olmasa bunca yazarın değil mi, ne diye el pençe pozlarda beklesinler? Ödüller var başkanım. Çok büyük ödüller var. Siz bilmezsiniz bu yazar milletini. Herkes birilerinin kapısında köle. Bakmayın siz belediye yazarı olmak istemiyorum filan dediklerine. Kulakları hep davetlerde. Aramızdan birini beş yıl sonra bir belediye, söyleşiye çağırmış. Eli ayağı titriyor. Unutmuş okur karşısında konuşmayı. Yardım edin. dedi. Sizin de başınıza gelir. Tutun elimden. Stres yapma, dedim. Kalem kâğıt çıkart. Sorular değişmemiştir umarım. "Nasıl yazıyorsunuz?" diye gelecek ilk soru. Sakın gündüzleri yazıyorum deme. Memur olduğun biyografinde yazıyor. Geceleri yazıyorum de ki fedakârlığın anlaşılsın. Bir iki afili cümle yaz defterine, giderken ezberle mutlaka.
En rahat konuşabileceğin soru bu. Bir de gri alandaki birkaç yazardan filan bahset. Batılı yazarların isimlerini verirsen fevkalâde olur. Latin Amerika'dan söyle en iyisi. Borges ve Marquez'i mutlaka an. Tanpınar'ı sakın unutma. Zorlanırsan Ruslardan patlat. Önemli yazarların arkadaşın olduğunu filan söyle. Ustalara saygıda kusur etme sakın. Karışık konuları sorarlarsa girme. Tartışmaları şairlere bıraktık deyip çık işin içinden. "Gençlere ne tavsiye edersiniz?" diye soracaklar son olarak da. "Yazarlığın yüzde doksanı yetenekse yüzde doksanı da emektir." gibi kimsenin itiraz edemeyeceği genel şeyler söyle. Sakın unutma. Şairlerin şu naif ifadesi olsun yüzünde. Alık alık dinleyenlere bak. Çok derin düşünüyormuşsun da sözcükler ifade etmene yetmiyormuş gibi. Memurluğundan sakın bahsetme. Hem memur hem yazar olunur muymuş derlerse apışır kalırsın. Benden bu kadar. Diğer arkadaşlar da yardımcı oldular başkanım. Herkes bildiği taktikleri anlattı.
Daireye yeni gelen yazarı öğle arasında yakaladım bugün başkanım. Söylevim hazırdı ama ilk cümleyi unuttum. Biz yarım yazarların başına gelir böyle şeyler. Soruyorum gibi baktım sadece. Baktım dengesi bozulmuş, dinleyecek takati yok. Erteledim söylevimi. Birkaç gün uzaktan izledim onu. Lacivert bir takım çekti üzerine. Sonra en siyahından başka bir takım. Karanlık bir odaya götürüp yemin ettirdiler. Neye uzandıysa az ileri çektiler. Neyi sevdiyse dışarıda kaldı. Daha ilk günlerden ellerinde baltayla içindeki ormana daldılar. Biliyor musunuz, bunu keyifle yapıyorlardı. Benimki de soru, elbette biliyorsunuz. Bu işin kitabını yazanlardan biriyim, dediğinizi duyar gibiyim. Önce düzen filan. Şimdi üzerine beton dökülmüş gibi memur gözleriyle alık alık etrafına bakıyor. Dışarıdan nasıl göründüğünü elbette bilmiyor. Başkanım, ben de geldiğimde böyle miydim? İlk günler çitin yakınlarından yürüdüğümü düşünüyordum hep. Bir boşluk bulsam çıkıp gidecektim. O boşluğu ararken sanırım görmeyi unuttum. Başkanın karşısında elini kolunu nereye koyacağını bilemeyen bir adamın kuracağı cümle ne kadar inandırıcı olabilir ki, dediklerinde anladım unuttuğumu.
Başaramadık başkanım, hiçbirimiz başaramadık. Sadece çürüyeceğimiz odalar değişiyor. Buna rağmen ben elimden geleni yaptığıma inanıyorum. Hiçbir şeye talip olmadığımı daha nasıl anlatabilirim bilmiyorum. Daha ne kadar saklanabilirim? Kendimden daha ne kadar vazgeçebilirim? Değil mi yani?