Yaban TV'de sazan avı
Nihayet peder, Yaban TV’ye ulaşınca ikimiz de derin bir nefes alıyoruz. Yaban TV’de yine Ercan Kara var, Fransa’da sazan avı. Baba, diyorum, dün izlememiş miydik bunu? Yok, diyor, o başkaydı.
Bir gün bir öykücü bana, öyküye hava durumu spikeri gibi başlama, demişti. Deli gibi yağmur yağıyordu, güneşli bir gündü, hava parçalı bulutlu ve yüksek rakımlarda yer yer sağanak yağış gözüküyor, gibi gibi… O zamanlar ben, şu günlere nazaran bebeydim. Yine de her şeyin daha güzel olduğu zamanlardı. İşte o günlerden birinde: Babamla beraber evin terasında pinekliyoruz, eğer biraz daha az sıcak olsaydı denize balığa gidebilirdik, ya da Allah bilir bahçede ot yolardık. Okullar tatil, peder emekli… Kahvaltıdan sonra ben ona bakıyorum, o bana. Baba, diyorum içimden, beni bu havada bahçeye çağırma da… O da bana bakıyor ters ters, IK MIK ediyor. Anlamıyorum. Ne dedin baba. Bu havada, diyor, balığa da gidilmez, başımıza güneş geçer. Oo, diyorum içimden, pederde de derman yok. Kapıyorum buzdolabından üzümü, az biraz sudan geçiriyorum, kuruluyoruz TV’nin karşısına. Kumanda babamda, bildik kanalları seri geçiyor…
Magazin, magazin, evlilik programı, başbakan konuşuyor, dolar yükseliyor, tekrar magazin ve başbakan konuşuyor, bir kez daha başbakan konuşuyor, belgesel STOP. Baykal gölü, diyor belgeseldeki adam, kendi kendini temizliyor. Babam, Ya Kuddüs çekiyor; hop üzüm mideye. Salkımı bozmadan, sapından kırıp bana uzatıyor. Ben üzüme uzandığım an ZAP… Nihayet peder, Yaban TV’ye ulaşınca ikimiz de derin bir nefes alıyoruz. Yaban TV’de yine Ercan Kara var, Fransa’da sazan avı. Baba, diyorum, dün izlememiş miydik bunu? Yok, diyor, o başkaydı. Ercan abi, oltaya asılıyor çek babam çek. Pedere bakıyorum kaşları düşürmüş, gözlüğün üstünden balığı kesiyor. Balık inatçı, sudan çıkmam, diyor; Ercan abi ondan inatçı, yeminler etmiş bırakmıyor. Kamerayı iki ileri sarıyorlar, Ercan abi kan ter içinde, balık torda.
Bir sağa yokluyor bir sola, imkân yok ki çıksın. Tora kafa atıyor, Ercan abi bir an boşlasa elinde kepçeyle göle cumburlop. Aha, Şef’i yine yakaladı, diyor peder. Yine? Bunu söylerken dişleri gözüküyor. Neşesi yerine geldi ya, ben de keyifleniyorum. Şef kim, baba? Şef, balık, deyip TV’ye ses veriyor. Ercan abi Şef’i tordan çıkarıyor. Babamın, hay maşallah, dediğini duyuyorum. Herhalde, diyorum içimden, Ercan abi birazdan Şef’i götürüp okula yazdıracak. Müdür, geç kalmışsınız beyefendi, diyecek. Sizin ihmalkârlığınız yüzünden Şef, kendinden ufaklarla okumak zorunda. Aklımın bir köşesinde okul müdürü, Ercan abiyi fırçalıyor. Gibi gibi… Kamera Şef’in ağzına yaklaşıyor, arka fonda Fransızca bir şeyler… Şef’in ağzı açık, zorlasam yumruğumu alır; dudakları başparmağımdan büyük...
Kamera yaklaşınca Şef alt dudağını uzatıyor. Poz veriyor pezevenk, diyor babam, sonra kahkahayı basıyor. Alt dudağa bak kevgire dönmüş, hayvan da ezberledi artık, çıkar kancayı, diyor. Şef’e bakıyorum, hakikaten çıkar kancayı der gibi bakıyor ama öyle acılar içinde değil. Hani yakın bir arkadaşınıza uygunsuz bir şaka yaparsınız, bozulur ama bozuntuya vermez. Siz de arsız arsız üstelersiniz. O da, tamam daha yeter güldük eğlendik, der. İşte, öyle bakıyor Şef. Ercan abi nihayet arkadaşının hâlini anlamış olacak ki, kancayı balığın ağzından çıkarıyor. Oradan bir yerden Ercan abiye bir tartı uzatılıyor: Şef, tam 24 kilo 900 gram çekiyor. Ercan abi sağ arka cebinden bir kâğıt çıkarıp kameraya tutuyor, okumak ne mümkün. Şef geçen aydan beri, diyor, 300 gram almış. Güzel üzümmüş, şilebesi elimde kaldı; parmaklarımı yalıyorum.
Pozlar veriliyor, fotoğraflar çekiliyor. Ercan abi Şef’i göle geri salıyor. Şef kendinden beklenmeyecek bir çeviklikle gözden kayboluveriyor. Baba, diyorum, bir ara sazana gidelim. Babam, uzun uzadıya bizim barajlarda artık böyle büyük aynalı sazanların olmadığından bahsediyor. Yeryüzünde beni, “artık” kelimesi kadar hüzünlendiren başka bir şey yok. Tamam, ulan, diyorum, siz gençken güzelmiş her şey, ama içimden diyorum. Bir de öyle atarlı değil HAŞA; imrenerek vesselam. Babam, gelişine anlatmaya devam ediyor. Bütün göllere İsrail sazanı saldılar, gibi gibi… Diğer balıkları, yerinden eden, gölün habitatını bozan, predatör, tatsız tutsuz, lezzetsiz ve kılçıklı, baksan ufak ama sevimsiz bir sazan türüne halk dilinde İsrail denmesini kültürel intikam değilse de Anadolu irfanı olarak açıklayabiliriz.
Babam bana eski avları o meddah sesiyle anlatadururken birden susuveriyor. Bakıyorum, tekrar TV’ye kilitlenmiş. Göz ucuyla TV’yi kesiyorum, Ercan abi yine oltayı sarıyor, kamış bükülmüş. Ulan Şef, diyorum beş dakika olmadı daha salınalı… Babam, yok Şef değil bu sefer, diyor. Yavaşça göz kapaklarım düşüyor, tuhaf bir şekilde bilinçli olarak uykuya dalıyorum. Rüyamda göl kenarında oturmuşum, yanımda Şef var. Sazlıkların arasından göle bakıyoruz. Ben bakıyorum, göl, diyorum; Şef bakıyor, vatan, diyor. Yahu Şef, sorması ayıp kaç yaşındasın. Bilmiyorum, diyor, saymadım. Ama Pangea’dan beri buradayım. YUH, amma yaptın ha, diyorum. Göle, diyor Şef, düşen ilk yağmur damlasını hatırlar gibiyim.
Ya Şef, balıkların hafızası beş altı saniye diyorlar, beni mi yiyorsun Pangea falan. Kim diyor? Ne bileyim kim diyor, İsviçreli bilim adamlarıdır herhal. Ne diyor? Balıkların hafızası beş altı saniye anca. Kim diyor? Oynama benimle Şef. Estağfurullah, diyor Şef, ama sen de insan gibi atlıyorsun. Şef, diyorum, insan gibi atlamak ne demek, o sözün orijinali sazan gibi atlamaktır. Sizde öyle olabilir, bizde de böyle, diyor. Ya olur mu öyle şey Şef, sazan kancadaki yeme, küspeye, atlıyor; insan neye, niye durduk yere atlasın. Biz, diyor Şef, rızkımıza atlıyoruz, siz niye iki de bir göle atlıyorsunuz? İnsan dediğin az biraz su birikintisi buldu mu şap şup. Valla ne desen haklısın Şef. Yalnız aklıma bir şey takıldı; bu Ercan abi seni zırt pırt yakalayıp duruyor, madem o kadar akıllısın, niye her seferinde oltaya atlıyorsun.
Ercan’ın, diyor Şef, bu göle ilk geldiği günü; suya attığı ilk küspeyi bilirim. Onun oltasına ben atlamasan çocuklarım atlayacak, baba yüreği sen anlamazsın. Beni bitirdin Şef, sana laf yetiştirilmiyor, hadi seni salayım da göle, çocuklarının yanına git, diyorum. Şef, alt dudağını uzatıyor kancayı çıkarıyorum. Şef’i, suya bırakırken son kez, Allah’a emanet ol Şef, diyorum. İsrail sazanlarına da dikkat et, pirana gibi namussuzlar. Burası Fransa evlat, diyor Şef, burada İsrail sazanı olmaz. Şef’in peşine el sallarken parmaklarım yapışıyor, üzümün şilebesini bir kez daha yalıyor ve uyanıyorum. TV’de TRT açık; 1. Lig maç özetleri dönüyor. Baba, diyorum, dalmışım. Rüyamda Şef’i gördüm. O büyüklükte sazanı artık ancak rüyanda görürsün, diyor peder. Kahroluyorum.
Baba, diyorum, bana tuttuğun en büyük sazanı anlatsana. Yarım gövde dönüp bana bakıyor, anlıyor ki ciddiyim. O meddah sesiyle başlıyor anlatmaya; sen o zamanlar ananın karnındaydın, baraj gölüne pikniğe gitmiştik, gibi gibi… Bir gün bir avcı bana bütün avcıların biraz yalancı olduğunu söylemişti. Yalancı yahut değil ama kesinlikle iyi anlatıcı… Ve bir hikâye nasıl başlar, nasıl biter benden daha iyi biliyor.