Yaban çileği

FİNCAN FİNCANLA NECATİ MERT - ŞULE YAYINLARI
FİNCAN FİNCANLA NECATİ MERT - ŞULE YAYINLARI

Hülasa, "insan"ı iyi kavrayan ve bu sebeple de kurduğu atmosferin içine okuru ustalıkla alabilen bir kitap Fincan Fincanla. O halde -Necati Mert'in öyküyü tanımlarken kullandığı ifadeden ilham alarak- bu kitaptaki öykülerin ruha dokunan tarafıyla bugünlerde bizim için bir "yaban çileği" olabileceğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

Fincan Fincanla, Necati Mert'in Şule Yayınları'ndan çıkan son öykü kitabı. İki bölümden oluşuyor kitap. "Koydan Ötesi Deniz" ve "Kadınlar". "Koydan Ötesi Deniz", birbirlerinden bağımsız olarak da okunsa etkisini kaybetmeyecek beş öyküden müteşekkil. Ama elbette hepsi bir bütünün parçası ve nihayetinde anlıyoruz ki aslında anlatılan her şey tek bir hikayenin yansımaları. Kısaca, hayatın yaptığı kötü bir şaka olarak tanımlayabiliriz belki "Koydan Ötesi Deniz" in hikayesini. Bu kötü şaka, hikayenin merkezindeki karakterimiz Çetin'e şöyle dedirtiyor: "Şaka değil bu! Örgütlenmiş işkence. Şaka, şakadır; kendiliğinden gelir, güldürür. Geçer. Örgüt disiplini gerekmez şaka için." Çetin bu şakaya maruz kalmaktan kurtulamıyor, kendisinin asla bu şakayı yapan tarafta olmayacağına dair bir söz verebiliyor ancak. Fakat karşısında da "hepimiz annemizin babamızın yaşadıklarını yaşıyoruz sonuçta" diyen biri var ve bu gerçek yüzümüze çarptığında Çetin'le birlikte bizim de canımız yanıyor.

Nitekim "Koydan Ötesi Deniz", "Kadınları geçti, erkekleri, genç çiftleri geçti, her zaman durduğu yerde durmadı, gitti, gitti, gitti, iki burnun ötesi bildiğimiz deniz işte" cümlesiyle bittiğinde büyük bir hikayenin bütün sıcaklığıyla ruhumuza dokunup geçtiğini hissediyoruz. İkinci bölümde ise nispeten farklı bir atmosfer bekliyor bizi. Belediye meclisindeki konuşmaları eleştirel ve mizahi biçimde ele alan bir öyküyle başlıyoruz bu bölüme. Öyküde anlatıcı yok. Sadece belediye meclis üyeleri var. Ama belediye meclis üyelerinin bir hikaye konusu olmak için anlatıcıya ihtiyaç duymadıkları çok açık. Necati Mert bize bunu gösteriyor. Anlatıcının bulunmadığı bir öyküde sahiciliği sağlayabilmenin zor ve önemli olduğunu düşünüyorum. Öykü bunu başarmış. Aslına bakarsanız kitaptaki bütün öykülerde okuru karaktere inandırmak ve öykünün atmosferi içine sokmak konusundaki başarı göze çarpıyor.

Yazarın "insan"ı iyi tanıdığını anlıyoruz elbette bundan. Karakterler bizzat hayattan alınıp öyküye yerleştirilmiş gibi. (Bazı öyküler için "gibi"yi kullanmayabiliriz) Üstelik öyle büyük hayatlardan değil. Yaşam, capcanlı karşımızda duruyor ama en gösterişsiz haliyle. Sanıyorum -en sıradan ifadeyle- sıradan insanın olağan halleri diyebiliriz bu gösterişsiz hal için. İkinci bölümdeki öykülerin bir kısmının yazarın bizzat hayatından öyküye aktarıldığını tahmin etmek zor değil. Ama yine de öyküler arasında doğrudan bir ilişki yok. Hayatın içinden bazen komik, bazen dramatik kesitler olarak görebiliriz belki bir kısmını. Bazen de hüzünlü bir atmosferle mizahın harmanlandığını görüyoruz. Söz gelimi "Annesiydim" adlı öykü buna iyi bir örnek. "Ne dedi bu kadın şimdi, Özgür'ün annesiydim demekle? Şimdi değil mi yani? Peki kimin annesi?" Merkezdeki bir hikayenin halkalar halinde genişleyip büyümesiyle ortaya çıkan öyküler kitabın bana kalırsa en ön plana çıkan öyküleri.

Bir bütün halinde ele aldığımız "Koydan Ötesi Deniz" adlı bölümle birlikte "Ne Diyorsunuz Seher Hanım" ve "Annesiydim" adlı öyküleri de öne çıkarabiliriz. Hikaye genişledikçe atmosferin okurun zihnini ve ruhunu sarması kolaylaşıyormuş gibi. Ön plana çıkan öykülerin varlığından bahsettiğimize göre bazı öykülerin de arka planda kaldığından söz etmemiz gerekecek. Bunları bir fikrin ya da gözlemin üzerine inşa edilen küçük kesitler olarak tanımlamak yerinde olur diye düşünüyorum. Söz gelimi "Ekmek Arası" adlı öykü, çocuk karakterin "Bayram ertesi böyle olur ablacım. Nefisler doymuştur, işler yavaşlar, dönerciler nöbetleşe açar." cümleleriyle bitiyor. "Ekmek Arası" bu gözlem üzerine kurulmuş, hikayesini genişletmeyen bir öykü. Hikayenin dayandığı gözlemin çocuk karakterin ağzından açıklanmasıyla okur için alan epey daralıyor.

Her ne kadar sahici karakterlerle kurulan bir öykü okuyor ve bütün öykülerde hissettiğimiz o sıcak atmosferi hissediyor olsak da Çetin'in hikayesinin üzerimizde hâlâ devam etmekte olan tesirini hatırlayınca daha fazlasını istemek için nedenlerimiz olduğunu düşünmeden edemiyoruz. Hülasa, "insan"ı iyi kavrayan ve bu sebeple de kurduğu atmosferin içine okuru ustalıkla alabilen bir kitap Fincan Fincanla. O halde -Necati Mert'in öyküyü tanımlarken kullandığı ifadeden ilham alarak- bu kitaptaki öykülerin ruha dokunan tarafıyla bugünlerde bizim için bir "yaban çileği" olabileceğini rahatlıkla söyleyebiliriz.