Uzun ve Lacivert Günler
Sen de yazsana, dedi elinde kova olan. Fırçayı boyaya daldırdı. Eline tutuşturdu. Adem duvara baktı. Ne yapacağını bilemedi. Kararsız kaldı. Öylece bekledi. Okuması yazması kıttı zaten. Gençler ısrar etti. Sonunda, duvara kocaman harflerle İTBEBER yazdı. Yanındakiler bunun ne olduğunu anlayamadı.
Bu hikayenin anlatılacak bir tarafı yoktu. Lakin... Adem, gecenin geç saati o sokaktan geçmeseydi, mahallenin haytalarına uyup duvara o yazıyı yazmasaydı, yazıyı yazarken polislere yakalanmasaydı, hapse girince yatalak anası ölmeseydi, bütün bunlardan sonra, zaten saf olan Adem iyice delirmeseydi, bu hikayenin anlatılacak bir tarafı yoktu. Evet, bütün bunlar oldu. Sonradan Adem çok düşündü olanları. Bazen kaderine isyan ettiği bile oldu namussuzun. Ama deli olduğu için kimse aldırmadı. Ulan, dedi kendi kendine, hadi geç kaldın, geç kaldığın halde neden yolu uzatıp başka sokaktan geçtin. Hadi diyelim o sokaktan geçtin, neden o dallamalara uyup duvara yazı yazdın. Yazıyı yazdın diyelim, ulan polis geldiğinde millet kaçarken sen niye salak gibi dikilip kaldın. Hadi yakalandın, ne diye derdini anlatamadın.
Derdini anlatamadı Adem. Saf falan demediler, konuşamıyor, bunda bir iş var demediler. Acımadılar. Dövdüler. Çok dövdüler. Duvara yazdığı yazının hangi örgüte ait olduğunu, liderinin kim olduğunu falan öğrenmek bahanesiyle haşat ettiler. Başına gelenler çok üzdü Adem’i. Yalnızca burnunun çok güzel olduğunu öğrenmek sevindirdi onu. Burnu güzelmiş. Öyle demişti maskeli. Bir yandan Adem’i dövüyor, bir yandan da burnunu övüyordu. Öyle yaparmış; kimine gözlerinin güzel olduğunu söylermiş, kimine de dudaklarının. Neresinin güzel olduğunu söylerse, döverken oraya hiç vurmazmış. Bu yüzden, Adem’in burnuna hiç dokunmadı. Çok güzel burnun var. Sosyetik zenginler senin gibi bir buruna sahip olabilmek için servet harcıyorlar, dedi. Bunu duymak sevindirdi Adem’i. İlk defa biri ona güzel bir söz söylemişti. Burnu güzeldi be.
Uzun Yıllar önce...
O akşam fırıncının evine misafir gelmişti. Bu yüzden Adem, kendisine her gün sadaka olarak ayrılan bayat ekmekleri geç saat alabildi. Koltuğunun altına kıstırdığı ekmeklerle eve giderken aklına bir şey takıldı. Ne olduğu, onu neden bu kadar meşgul ettiği çok önemli olmayan bu mesele yüzünden yolu uzattı. Aklına takılanın askerlik olduğunu söyleyenler var. Seneye askersin oğlum Adem, söyle bakalım ne olarak yapacaksın askerliğini, diye takılanları ciddiye almıştı.
Belki de bunu düşünüyordu. Sahilde beyazlar içinde denizcileri görünce içi giderdi. Askerliğini bahriyeli olarak mı, yoksa komando olarak mı yapsaydı? Yolu uzattığını fark ettiğinde eve gidebileceği en yakın sokağa girdi. Sokağa girer girmez, mahallenin en güzel evinin yüksek bahçe duvarına yazı yazan gençleri gördü. Kırmızı boyalarla, büyük büyük yazılar yazmışlardı. Neredeyse duvarın tamamı doluydu. Hep bildiği, başka yerlerde de gördüğü yazılardı. Boyanın çok geldiği kimi harflerden aşağıya doğru bir damla uzayıp gitmişti.
Adem, karşı kaldırımdan yürüyüp geçmeyi düşünürken gençler seslendi. Birisi koşup geldi. Girdi koluna. Nerdeyse zorla, sürükleyerek diğerlerinin yanına götürdü. Bak Adem dedi birisi, nasıl olmuş yazı. Adem yazıya baktı. Okuyamadı. Yazılar birbirine girmişti. Her yer doluydu nerdeyse. O günlerde slogan yazılmadık duvar yok gibiydi. Sen de yazsana, dedi elinde kova olan. Fırçayı boyaya daldırdı. Eline tutuşturdu. Adem duvara baktı. Ne yapacağını bilemedi. Kararsız kaldı. Öylece bekledi. Okuması yazması kıttı zaten. Gençler ısrar etti. Sonunda, duvara kocaman harflerle İTBEBER yazdı. Yanındakiler bunun ne olduğunu anlayamadı.
Fikir yürütenler oldu. Dalga geçenler oldu. Sonra biri Adem’e sordu. Bu ne lan? Ne demek bu? Hahahahaha... Gençlerin böyle gülüp dalga geçmelerine kızdı. Fırçayı yere fırlattı. Tamam Adem kızma hemen, dedi birisi yatıştırmaya çalışarak. Ne demek bu, diye nazikçe sordu tekrar. Merak etmişlerdi. Beber Remzi işte, dedi Adem. Bugün tıraşa gitmişti. Berber kalabalıktı. Sonra gel Adem, dedi Remzi. Akşam üstü yeniden gitti. Yine sıra vardı. Adem kızdı. Çok kızdı. Eline, yaz diye fırça verilince... Onlar aralarında böyle gülüp şakalaşırken, olup biteni pencereden gören ev sahibi çoktan polisi aramıştı. Az sonra baskın yediler. Diğerleri uyanıktı, atikti. Hemen sıvıştılar. Polis, dur deyince, Adem gözüne ışık tutulmuş tavşan gibi kalakaldı. Kaçamadı. Adem’i götürdüler.
Gözlerini bağladılar. Leş gibi kokan bir yere attılar. Duvarlar nemliydi. Yerler ıslak ve soğuk. Öylece bekledi. Elleri kelepçeliydi. Hücrede bile çıkarmadılar kelepçeyi. Burada aç susuz beklettiler. Saatler sonra insafa geldiler. Bir bardak pis su, takır takır kurumuş yarım bir ekmek verdiler. Bu arada sıkıştı. Korkudan tek kelime edemedi. Salıverdi. Adem’i sorguya aldılar. Başının üstünde yanan lambadan başka ışık yoktu. Karanlıkta kalan, yüzü görünmeyen biri durmadan soruyordu. Diğer sloganları, örgüt isimlerini biliyoruz aslanım.
Şimdi söyle bakalım İTBEBER ne demek? Adem korkudan, şaşkınlıktan titreyerek anlatmaya çalıştı. Söylediklerini kimse anlayamadı. Numara yapıyor sandılar. Adam, örgütün liderini sordu. En anlaşılır kelimelerinden birini işte o zaman söyledi: Remzi. Kim lan bu Remzi? Nerde bulunur? Örgütü ne zaman kurdu? Amacınız ne? Remzi. Beber. Tıraş... Dalga mı geçiyorsun lan bizimle? Madem güzellikten anlamıyorsun. O zaman seni maskeliye havale ediyorum. Görürsün gününü. Bu arada düşündüğü tek şey yatalak annesiydi. Adem’den başka kmi sesi yoktu.
Ertesi gün maskeli denilen adam sorguladı Adem’i. Hakikatten maskesi vardı. Eskiden gazetelerin çocukları tavlamak, daha çok gazete satmak için verdiği karton maskelerden. Korsan maskesi. Adın ne senin. Adem. Yeni bir örgüt kurmuşsunuz ha? Bak güzellikle anlatırsan iyi olur. Yoksa seni pişman ederim. Neyin kısaltması oğlum bu İTBEBER.Remzi kim? Amacınız ne? Senin ne güzel burnun var lan. Sosyetik zenginler senin gibi bir buruna sahip olabilmek için servet harcıyorlar. Böyle bir burnum olsun isterdim. Titreyip durma da burnuna vurmayayım. Zarar görmesin. Kıpırdama lan. Adem, üç-beş kelimeyi de yediği sopalardan söyleyemeyecek hale gelince maskeli ara verirdi. Burnu hariç her tarafı acırdı. Bazen baygınlık geçirirdi.
Baygınlık geçirince hafifliyor. Uçuyor sanki. Karanlığa doğru uçuyor. Karanlık. Koyu bir karanlık. Bir metal parıltısı görünüyor. Büyük bir kurma koluyla bir adam giriyor içeri. Uzun bir odada yan yana, donmuş gibi duran, heykel gibi hareketsiz bir sürü adam. Sıraya dizilmişler. Yüzlerinde aynı maskeden var. Yan odalardan gürültüler geliyor. Makineler çalışıyor. Bir kapı açılıyor. İki kişi, aynı maskeli adamlardan bir tane daha getiriyor. Diğerlerinin yanına sıraya diziyor. Adem korkuyor. Bağırmak istiyor. Sesi çıkmıyor. Durmadan yeni adamlar getiriyorlar. Aynı. Tıpatıp aynı adamlar. Adem, birinden kurtulamadı daha. Bütün bunlar sırayla dövecek mi? Şimdi daha sık getiriyorlar. Oda doldu nerdeyse. Oda değil, büyük bir salon burası. Karanlıktan göremiyor. Belki binlerce var aynı adamdan.
Bir ayak sesi duyuyor. Adem nerde? Sinmiş bir yere. Saklanmış. Yok, yukarda. Odanın tavanından bakıyor. Nasıl duruyor orada. Kendisi de şaşırıyor. Sinek gibi yapışmış tavana. Sinek gibi değil, sinek olmuş. Kanatları var. Ters duruyor. Ayak sesi yaklaşıyor. Elinde büyük bir kurma kolu var. Sıradaki adamların birine yaklaşıyor. Sırtına yerleştiriyor kolu. Cırrrrrt, cırrrrrt, cırrrrrt çeviriyor. İşte o zaman Adem, mahallenin çocuklarında gördüğü oyuncağı hatırlıyor. Kolu çeviriyorlar, çeviriyorlar... Bırakınca kanatlarını çırpa çırpa yürüyor ördek. Durunca yeniden çeviriyorlar. Cırrrrrt, cırrrrrt, cırrrrrt çeviriyor.
Adam yürüyüp gidiyor. Yan odaya giriyor. İçerden acıyla bağırışlar geliyor. Feryatlar. İniltiler. Adem hâlâ tavanda duruyor. Dayanamıyor gördüklerine, uçmaya başlıyor. Vız vız uçuyor. Aralık bir yer arıyor. Bulamıyor. Çıkıp gitse. Annesi ne haldedir acaba? Çok merak ediyor. Uçuyor ama bir türlü açık bir yer bulamıyor. Yoruluyor. Yeniden konuyor. Şak diye bir tokat iniyor suratına. Sinek vardı yanağında diyor maskeli. Kovdum onu. Hahahahaha...
Muhtar, Adem’i kurtarmak için çok uğraştı. Her gün gitti karakola. Dil döktü. Kandırmışlar zavallıyı. Onun işi olmaz anarşiyle, örgütle falan, diye yalvardı. Sonunda inandırdı. Adem’in mahallenin delisi olduğu, bu işlerle alakası olmadığı anlaşılınca salıverildi. Bu arada nerdeyse üç ay geçmişti. İçerden çıkar çıkmaz doğru mahalleye koştu. Evlerinin bulunduğu sokağa girdiğinde ter içindeydi. Soluk soluğa eve vardı. Ön duvar yıklımıştı. Harabeye dönmüştü. Komşulardan birisi gördü onu. Yanına koştu. Anan öldü Adem, dedi. Ağlamadı. İçi çok kabardı ama ağlayamadı. Komşusu evine götürdü onu. Yemek verdi. Sonra evlerine gitti yeniden. Sağlam kalan odaların birinde kalmaya başladı. O gün bu gündür orada yaşıyor.
Adem zaten saftı ama bu olaylardan sonra iyice tozuttu. Önüne gelenin sırtını bir şeyler arar gibi yoklamaya, insanların arkasından uzun uzun bakmaya başladı. Kimse neden böyle yaptığını anlayamadı. Onu tanımayanlardan bu yüzden sopa yedi. Hele bir gün, mahalleden gelip geçen birinin sırtını ellemiş. Adam bunu hırsız sanmış. Bir sopa, bir sopa… Akıllara zarar. Zor almışlar elinden. Adam deli kardeşim, neden dövdün diyenlere de, ne bileyim hemşerim, alnında mı yazıyor diye çıkışmış. Adem’in bazı huylarından vazgeçtiği görüldü ama bunu bir türlü bırakmadı.
Bir de Adem, zengin olma derdine düştü. Burnunu satmaya çalıştı. Ulan, burun satılır mı? Nerden çıkarıyorsun bunları, diyenlere de aldırmadı. Bunun için gazeteye ilan bile verdi. Gerçi ne adres var, ne de isim. Yeni çıkmaya başlayan mahalli gazete kandırmış bunu. Adem’le anası mahalleye ne zaman geldiler, Adem neden böyle saftır; rivayetler muhteliftir o konuda. Hemen hepsinin içinde aşk vardır mutlaka. İçinde aşk ve gizem olan hikayelere bayılıyor insanlar...
1. Rivayet:
Paşa kızıymış. Bir düğünde gördüğü klarnetçiye âşık olmuş. Kaçmış. Evlenmişler. Ama adam hayırsız çıkmış. Kucağında küçücük çocuğuyla terk etmiş bunu. Babası da evlatlıktan reddedince ortalıkta kalmış. Bir gece bu mahalleden geçerken bu eski evi görmüş. Yerleşmiş. Bir gece hafif bir deprem olmuş. Eski ev dayanamamış bu sarsıntıya. Duvarın biri çocuğun üzerine yıkılmış. İşte o gün, bu gündür böyle safmış bu Adem.
2. Rivayet:
Eskiden çok zenginmiş Adem’in anası. Hem öyle böyle değil. Bayağı zenginmiş. Hem zengin, hem güzel, hem dul. Mahallenin kumarbaz yoğurtçusuna kaptırmış gönlünü. Evlenmişler ama adam, aşkını kullanıp paraları yürütmüş bundan. Sonra gidip kumarda kaybetmiş. Kadın böyle böyle sıfırı tüketmiş. Bu arada hamile kalmış. Adam bakmış ki para bitti. Terk etmiş bunu. Kadın aldatılmanın acısına dayanamayıp erken doğum yapmış. Adem ondan böyle safmış.
3. Rivayet:
Yok, aslında bunların hepsi yalanmış. Asıl doğrusu, şımarık bir zengin kızıymış. Mahallenin gençlerini parmağında oynatırmış. Delikanlının birisi buna abayı yakmış. Çocuk deli divane olmuş aşkından. Önce evlenelim, seni çok seviyorum demiş kız. Daha sonra da alay etmiş. Sen kimsin ki benim gibi zengin ve güzel bir kızla evlenme hayalleri kuruyorsun demiş. Hem fakirsin, hem de çirkinsin diye maytap geçmiş. Delikanlının kanına dokunmuş. Bir gün zehir içip intihar etmiş. Çocuğun anası çok beddua etmiş buna. İlenmiş. Sonra biriyle evlenmiş kız. Daha Adem’e hamileyken kocası delirmiş. Doktor doktor gezdirmişler ama iflah olmamış. En sonunda ölmüş. Adem doğduğunda da ölü sanmışlar. Çocuk hiç ağlamamış. Sonra bakmışlar ki yaşıyor ama normal değil. Sonradan kadın da eserlenmiş. Bir gün gelip bu mahalleye yerleşmişler.
4. Rivayet:
Severek evlenmiş. Âşıkmış kocasına aslında. Gelin gittiği evde çok eziyet çekmiş. Kaynanası hiç rahat huzur vermemiş. Kocası dövüyormuş. Bir gün yine çok dövmüş. Adem’e hamileymiş o zaman. Zavallı çocuk ondan böyle safmış. Kadın bakmış çocuk böyle, adam dövmeye devam ediyor. Canına tak etmiş. Gece uyurken kesmiş kocasını. Bahçeye gömmüş. Sonra da çocuğunu alıp kaçmış, gelip bu mahalleye yerleşmiş.
5. Rivayet:
Bu kadının evliya olduğu söylenir. Bizim bir Muharrem Emmi vardı. Yüz on dört yaşında öldü. Ondan duyduydum. Muharrem Emmi’nin dedesi bile tanıyormuş kadını. Kaç yaşında sen hesap et artık. Ben evlerinin önünden geçerken okumadan geçmezdim. Ne olur ne olmaz. Yukarı sokakta, çocuğun biri arabanın altında kalmak üzereyken son anda bu kadın kurtarmış. Hızırmış diyenler de var. Şarapçı Refik, bir gün içmiş yine. Evine giderken yolunu kesmiş. Boyu beş metreymiş. Refik korkudan ölüyormuş az kalsın. Şarabı bırak Refik demiş.
6. Rivayet:
Yok yahu. Yalan bunların hepsi. Allah’ın garibi işte. Zaten yatalak kadın. Mahalleli bakmasa, yardım etmese şimdiye kadar yaşar mıydı? Atıp tutuyorsunuz, söyleyin bakalım adı neydi bu kadının? Cevap verin. Ulan Adem, ananın adı neydi?
Bugün...
Cırrrrrt, cırrrrrt, cırrrrrt diye çeviriyorsun. Bırakınca, kanatlarını çırpa çırpa yürüyor ördek. Sonra tekrar kuruyorsun. Cırrrrrt, cırrrrrt, cırrrrrt. Hahahahaha. Ne kadar zevkli. Çocuklar ben de oynasam ya. Bir kere çevireyim. Bir kerecik ne olur. Oynatmıyorlar beni. Yine sinek mi oldum lan. Sanki baş aşağı duruyorum. Sanki uçuyorum ha. Oh. Hafifledim sanki. Yok yok, gerçekten uçuyorum. Yine o adam işte. Kuruyor maskeliyi. Yine dövecekler beni. Ulan, koca odada sineğin geçeceği bir aralık bulunmaz mı be? Küçücük bir delik olsa kaçardım. Maskeli arasın dursun beni. Kurma kolunu sıvazlasın dursun. Cırrrrrt, cırrrrrt, cırrrrrt diye çeviriyorsun. Şak diye vuruyor suratıma şerefsiz. Bir de sinek vardı diye dalga geçiyor. Namussuz maskeli. Cırrrrrt, cırrrrrt, cırrrrrt… Hahahahaha. Sus lan; deli. Çayını iç, soğuyor. Mustaaf’nın bu çıkışına kahvedekiler güldü. İşte o zaman yine dalıp gittiğini, sayıkladığını anladı. Kahvedekilerle beraber Adem’de güldü. Şekerlerini atıp, çayını karıştırdı.
Adem böylece sayıklayıp dururken, insanların sırtını yoklamaktan mütevellit yediği son dayağın izleri henüz iyileşmemişti. Yüzü gözü şiş, dudağı patlaktı. İçeriye, mahalleye yeni taşınan ihtiyar girdi. Etrafa bir göz attı. Boş masa yoktu. Yalnızca Adem, tek başına oturuyordu. Çaresiz onun yanına oturdu. Selam verdi. Aleykümselâm. Ben Selim. Adem, hemen adamın sırtını yoklamak için elini uzattı. Boşları toplayan Kahveci Mustafa, elini havada yakaladı. Rahat bırak adamı, diye çıkıştı. İşte o zaman da yeni tanıştığı insanlara göstermeden yapamadığı eski bir gazete kesiğini çıkardı cebinden. Islanıp dağılmasın diye, bakkaldan aldığı poşete özenle koymuştu. Kenarları yırtık, sararmış eski ilanı gösterdi. Bak dedi, gazeteye ilan verdim. Şu burnumu bir satayım, sen o zaman gör beni. Paraya para demeyeceğim.
Selim, kağıda baktı. Güldü. Adem, rahat bırak adamı diye uyardı kahveci. Ulan, her gördüğün adama gösteriyorsun şunu, dedi. Senin pis burnunu kim ne yapsın. Öyle deme, öyle deme diye çıkıştı Adem. Maskeli öyle dedi. Çok güzelmiş burnum benim. Çok güzelmiş. Sosyetik zenginler, benim gibi bir burunları olması için dünyaları harcıyormuş. Öyle dedi maskeli. Tamam da, bu ilanı vereli otuz sene oldu. Kim geldi. Hiç. Hem hadi burnunu almak istediler diyelim, nerden bulacaklar seni. İlanda ne adın var, ne adresin. Kandırmışlar oğlum seni. Bunları duyunca her zaman yaptığı gibi yine sustu. Kâğıdı hırsla cebine soktu.
Bu konuşmaları duyan Selim, çayına dokunmadan kalktı. Hiç bir şey demeden çıkıp gitti. Adem, adamın arkasından uzun uzun baktı. Sırtında bir kabarıklık var gibi geldi. Gidip yoklasa mıydı? Bunu düşünürken biri laf attı. Ona cevap vereyim derken adamı unutmuştu bile. Az sonra yine kaldığı yerden sayıklamaya başladı; Cırrrrrt, cırrrrrt, cırrrrrt diye çeviriyorsun. Bırakınca, kanatlarını çırpa çırpa yürüyor ördek. Sonra tekrar kuruyorsun. Cırrrrrt, cırrrrrt, cırrrrrt...
Kahvedekiler, adamın çayı içmeden kalkmasını yadırgadılar. Arkasından dedikoduya başladılar. Her kafadan bir ses çıkıyordu. Memur emeklisiymiş dedi birisi. Yalnız yaşıyormuş. Karısı terk etmiş. Kambur galiba. Sanki sırtında bir şey varmış gibi eğilerek yürüyor. Hayırsız bir oğlu varmış Aydan aya uğrar, babasının maaşını zorla alırmış elinden. Vermek istemezse dövermiş. Ulan ne evlatlar var be, diye ekledi biri. Az sonra herkes kendi masasının muhabbetine geri döndü.
O günden sonra adam kahveye gelmedi. Bir gece Adem, dar, karanlık bir sokaktan geçerken bir inilti duydu. Sesin geldiği yere yakal ştı. Karanlıktı. Adamı zar zor tanıdı. Ağzı burnu kan içindeydi. Selim abi. Ne oldu sana abi? Kim yaptı bunu abi? Adamın konuşacak hali yoktu. Zar zor kaldırdı. Koluna girdi. Evine götürdü. Evin hali perişandı. Pislik içindeydi. Leş gibi kokuyordu. Adamı yatağına yatırdı. Kim yaptı bunu abi, diye sordu Adem tekrar. Benim hayırsız oğlan dedi adam. Bu gün maaş günü. Vermek istemeyince... Selim, acıdan, ağrıdan konuşamıyordu.
Paltosunu çıkarmasına yardım ediyordu. Selim’in sırtında bir kabarıklık gördü. Yokladı. Eline sert bir şeyler geldi. Selim, sırtının yoklandığını anlayınca heyecanla dönmeye çalıştı. Bu arada gömlek gerildi ve metal gömleği yırtıp dışarı çıktı. Paslı bir metal parçasıydı. Adem, dikkatle bakınca bunun yıllardır aklına takılıp duran kurma kolu olduğunu anladı. İşte nihayet bulmuştu. Yıllardır bu günü beklemişti. Beklerken hep bir şey düşünmüştü. Bir şey yapacaktı. Neydi? Şimdi unutulur mu? Unuttu işte. Hay Allah! Ne yapsa? Çıkarmaya çalıştı. Sıkışmıştı. Çıkmıyordu. Döndürmeye çalıştı. Olmadı. Çevirebilseydi. Şöyle Cırrrrrt, cırrrrrt, cırrrrrt diye. Belki canlanır kendine gelirdi Selim. Mahalledeki çocukların kurmalı ördekleri gibi... Hahahahaha. Yapamadı. Paslanmıştı. Tekrar zorladı. Çaaat. Kol kırıldı. Adem’in elinde kalakaldı.
Bundan sonra ne olduğunu kimse bilmiyor. Zaten o günden sonra ne Adem’i, ne de Selim’i mahallede bir daha gören olmadı. İkisi de kayıplara karıştı. Polis bile bulamamış. Bir daha hiç haber alamadık. Bununla alakalı birçok rivayet vardır. Ama hangisi doğru…
1. Rivayet:
Adem, Selim’in de baygınlık geçirince tıpkı kendisi gibi sinek olup uçacağını sanıyordu. Tavana baktı. Selim, ampulün etrafında uçarak kendisine bakıyordu. Ulan iyice sıyırdım kafayı, dedi kendi kendine. Yatağa baktı. Boştu. Sineğin hakikatten Selim olduğunu anlayınca kendisini de sinek olarak uçarken buluverdi. Kış sineği mi olduk lan biz, dedi vızıldayarak. Pencere aralıktı. Birlikte uçup gittiler.
2. Rivayet:
Kim anlatıyor bu saçma sapan şeyleri kardeşim. Olur mu hiç öyle şey. Adem, adamın yıllardır arayıp durduğu kişi olduğunu anladı. İşte o zaman iyice çıldırdı. Ulan şerefsiz, ulan kitapsız, dedi. Şöyle tuttu yakasından. Nasıl olduysa, nerden geldiyse eline bir balta geçti. Selim’i yedi parçaya böldü. Her parçasını ayrı çuvala koydu. Yedi ayrı tepeye gömdü. Sonra anasının mezarına gitti. Bir güzel dua etti. Ana, aldım intikamımızı dedi. Yiğit adammış, delikanlı adammış. Helal olsun. Sonra limana gitti. Bir yük gemisine kaçak bindi. Gidiş o gidiş. Günahı boynuna, Rio’da indi diye duydum.
3. Rivayet:
Yok yahu. Daha neler. Selim, tanındığını anlayınca, kötülük eder korkusuyla yalvarmış. Affet beni, demiş. İşte kurma kolu. Bizi kurup kurup salıyorlardı sizin üstünüze demiş. Ama bizi kuranları da kuranlar vardı. Bak işte eskiyince, paslanınca attılar bizi bir köşeye, diye ağlamış. Ağlayıp yalvarınca kalbi yumuşamış. Affetmiş adamı. Bu arada Selim fenalık geçirmiş. Adem, hemen hastaneye götürmüş. Daha hastanenin kapısında ölmüş. Adem’i tutuklamışlar. Sorguda, konuşturma bahanesiyle döverken, maskeli birinin elinde kalmış. Kalp krizi diye sahte bir raporla apar topar kimsesizler mezarlığına gömmüşler. İşte böyle kardeşim. Bir de bize niye devrimcisiniz diyorlar. Ya ne olaydık…
4. Rivayet:
Boş ver kardeşim inanma bunlara. Herkes meşrebince bir şeyler uyduruyor işte. Bak asıl hikaye şu; Selim pişman olup af dileyince, Adem’in de kalbi yumuşayıp bunu affetmiş. İşte o zaman olan olmuş. Gökten bir nur inmiş üstlerine. Bu ikisi, nurda kaybolmuş. Komşu Rukiye Nine görmüş azizim. Göğe yükseldiklerine yemin ediyor kadın. Her sene aynı gün, aynı saatte bir ışık peyda oluyormuş. Kim bunu görürse cennetliktir diyorlar. Ben henüz göremedim ama bu sene nasip olursa görmek istiyorum. Yaş kemale erdi. Bir ayağım çukurda sayılır. Her şeyin en doğrusunu Allah bilir tabii.
5. Rivayet:
Teşkilat bütün eski adamlarını dinliyormuş. Emekli olsalar da peşlerini bırakmıyormuş. O gece Selim’in deşifre olduğunu anlayınca, operasyon yapıp basmışlar evi. Bunları alıp götürmüşler. Kaybetmişler. Guantanamo’da olduklarını söylüyorlar. Birkaç olayı bunlara yıkıp, idam edeceklermiş.
6. Rivayet:
Adem, Selim’i öldürmeyi düşünüp sonra vazgeçince yer yarılmış. Toprak bir anne gibi kucaklamış. Bunu gören Selim, zaten ettiği tövbeyi, ağlayarak yenilemiş. O da kabul edilmiş. Birisi divane, diğeri tövbekâr… Şaşırmamak lazım. Oluyor böyle şeyler. Dünyanın kirinden pasından kurtuldu zavallılar. Adem, gecenin o saatinde o sokaktan geçmeseydi, aylığı için hayırsız oğlu tarafından dövülen Selim’i bulmasaydı, Selim’i evine götürdüğünde sırtındaki kurma kolunu görmeseydi, yıllardır arayıp durduğu adamı bulduğunda ne yapacağını şaşırmasaydı, kolu çevirmeye çalışırken kırmasaydı, bu hikayenin bitecek bir tarafı yoktu. Lakin...
- Bunu çıkarmasaydık e-dergi çıkaracaktık. Neler yapılmış diye araştırınca gördük ki halihazırdaki “e-dergi”ler “basılamamış dergi” o kadar. Tek boyut! Hani ses, görüntü, linkler, hipermetinler… Birgün e-post çıkarsa matbusundan farklı çıkacağı kesin. Olur mu olur! (A.E,A.A,E.E.A)