Türk Öyküsünün Hal-i Pür Melâli
Türk öykücülüğündeki küçük insan, yabancılaşmış insan ve işçi hikayeleri bu modernist edebiyat zihniyetiyle yazılıyordu. Bu öyküler yazınsal ölçekte kıymetli, kendince edebi olmaya ve güzel ifade edilmeye çalışılan eserlerdi. Basitlik ve sadelik birer kıstas olarak karşımıza çıkıyordu ve anlam aktarımında, öykünün anlaşılmasında pek sorun yaşamıyorduk.
“Müzik değişince dans da değişir”
Kızılderili atasözü
“Varoluşun, rüya görmenin ve oyun oynamanın temelde aynı şeyler olması ona nice unutulmuş mısralar esinlemiştir.”
Borges
Edebiyat hakkında konuştuğumuzda onun üreticisi ve okuru olan insandan konuştuğumuzu unutup lafı olmadık yerlere getiriyoruz. Bunu yapmakta tamamen haksız sayılmayız, nitekim edebiyat, sanattan bir cüz olması bakımından felsefeyle, ilhamla, metafizik alemle, hakikatle, insanın doğasındaki ikilikle, insanın aracı pozisyonuyla yakından ilgilidir. Bu kadar çok yönlü olması hasebiyle de üzerinde konuşacak şeylerin tükenmesi bir yana, sürekli çağlayan bir göze gibi tükenmez bir berekete sahiptir. Edebiyatın insanla ilişkisi de birçok yönden ele alınabilir. Genelde yapılan edebi eserin felsefi, sosyolojik, tarihsel okuması yapılarak eserden hareketle onun ve eserin ortaya çıktığı çağın insana bakışını anlamaktır.
Fakat biz bu yazımızda, tümden gelimci bir yaklaşımla düşünce hareketlerinin insanların zihinlerini, değerlerini, yaklaşımlarını inşa ettiği kabulünden yola çıkarak, bu düşünce hareketlerinin yazarın bir aracı rol oynadığı edebiyatta nasıl yansıdığını araştıracağız. Özelde de öyküdeki yönelimler üzerinde bir düşünme gerçekleştirmeye çalışacağız. Nitekim bilge Kızılderililerin söylediği gibi nasıl müzik değişince dans da değişiyorsa, insan değişince onun öyküsü de değişir. O nedenle güzelim insanlığımızın güncel düşünce evrenini oluşturan temel kavramlar olan modernizm ve onunla karşılıklılık ilişkisi içinde konumlanan postmodernizm ve muhafazakarlık terimlerini odağa alarak bu kavramların işaret ettiği edebi yönelimlerden söz açacağız.
Modernizm üzerine söylenmedik söz kalmadı. Burada sözü uzatmak niyetinde değiliz, o nedenle anahtar kelimelerle yetinelim. Zaten dinleyen söyleyenden arif gerektir. Akıl çağı, büyük anlatılar, rasyonel insan, bireycilik, yabancılaşma, burjuva düzeni, kapitalist ekonomi, kapitalizmin ruhu diyebileceğimiz hesapçılık, büyü bozumu, araçsal rasyonalite, bürokratik egemenlik, kapitalizmin insanın ruhunda açtığı büyük yaralar, siyasi hareketler, dünya savaşları diye uzatılabilecek bir liste var karşımızda. Bunun ürettiği edebiyat da modernizmin insana ettiklerinin edepli bir eleştirisi olarak görülebilir. Modernist edebiyat insanın yalnızlaşmasını, yabancılaşmasını, otantikliğini yitirmesini konu edinip klasik ifade yöntemlerinin bu yeni insanı anlatmakta başarısız kalacağını düşündüğünde bilinç akışı, anlatının sıradüzeninin kırılması gibi yeni yöntemler geliştiriyordu.
Türk öykücülüğündeki küçük insan, yabancılaşmış insan ve işçi hikayeleri bu modernist edebiyat zihniyetiyle yazılıyordu. Bu öyküler yazınsal ölçekte kıymetli, kendince edebi olmaya ve güzel ifade edilmeye çalışılan eserlerdi. Basitlik ve sadelik birer kıstas olarak karşımıza çıkıyordu ve anlam aktarımında, öykünün anlaşılmasında pek sorun yaşamıyorduk. Türk öyküsünde modernist tavır, bir ana damar olarak varlığını sürdürmektedir ve sürdürmeye de devam edecek gibi görünmektedir. Modernist edebiyatın büyük örnekleri olan Moby Dick, Ulyyses, Çorak Ülke gibi metinler sistemle alay eden büyük ölçekli eserlerdir. Türk edebiyatında Abdülhak Şinasi Hisar’ın Fahim Bey ve Biz’i, Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ı, Sevgi Soysal’ın Yenişehir’de Bir Öğle Vakti’si modernist romanın yetkin birer örneğidir. Hal böyleyken, dâhil olduğu düşünce yapısıyla modernist, mensubu olduğu manevi sistem bakımından Türk ve Müslüman, anlatım teknikleri bakımından postmodernist metinlerin yazılacağını, yazılmaya devam edeceğini söylemek büyük bir kehanet olmasa gerek.
Modernitenin özeleştirisi olarak romantizm
Modernizmin muarızı olan muhafazakarlık, değerler dünyasında kendini bambaşka bir yerde konumlandırıyordu. Modernizmin değerlerine karşı savunduğu değerler içinde düşünürsek şöyle bir tabloyla karşılaşıyoruz. Akla karşı iman, şehre karşı köy, makineye karşı doğa gibi karşıtlıklar üzerinden muhafazakar hareket, kapitalizm öncesi bir döneme dair nostalji duygularıyla doluydu. Edebiyat sahnesinde ise modernist edebiyatın modernite eleştirilerininden ayrılan yanı yoğun nostalji hissi, gelenek vurgusu, geleneksel temalara ve doğaya dönüşü öne çıkarmasıydı. Edebiyat alanında muhafazakarlığın en güçlü temsilcisi olan romantizm akımı modernitenin bir özeleştirisi olarak arz-ı endam ediyordu.
Türkçede anlamı epey yozlaşmış olsa da çok güçlü bir akım olan romantizm bir protesto hareketiydi. Novalis’in şu pek meşhur ifadesini alıntılamazsak sözlerimiz eksik kalır: “Bayağı olana yüksek bir anlamı, alışıldık olana gizemli bir görünüşü, bilindik olana bilinmeyenin vakarını, sonlu olana sonsuz olanın görünümünü verdiğimde onu romantikleştiririm.” Bu nedenle romantizmin gerçekçilikle alıp vereceği yoktur. Romantik birçok eser kasten gerçekçi değildir, fantastik, sembolist, daha ileride de gerçeküstücülükte modernizm karşıtlığını ifade eder.
Ay aydınlığı, büyülü gece
Türk edebiyatında da modernizme karşı eğilimlerden biri olan muhafazakarlık, ispat-ı vücut etmek gayesiyle edebiyat alanında ortaya çıktığında kendini daha ziyade şiirde gösterdi. Nitekim modernitenin tekniğine karşı şiir, çok daha keskin bir karşıtlık kuruyor ve şiir, yine kendi doğası gereği romantik temaların işlenebileceği muazzam büyüklükte bir imkanlar sahası sunuyordu. Yine de, Türk öykücülüğünde muhafazakar temalar büyük jestler yapan romantik özne olarak karşımıza çıkıyordu. Modernitenin özeleştirisi derken kastettiğimiz anlamda da bu modern-romantik özne kaygılı, sürekli oluş halinde, sorgulayan, araştıran, mücadele eden kahramanlar inşa ediyordu.
Türk öyküsünde muhafazakar damarın geleceğinde ise fantastik ve epik hikayelere dönüşü gözlemlemeye başladık bile. Yalnız şöyle bir farkla; Batıdaki romantizm, biçim ve içerik olarak Orta Çağ’a bir dönüş olsa da, bu onun aynen bir tekrarı değil, onun içerdiği olanakların modern edebiyatta üretici biçimde yeniden değerlendirilmesi, böylece antik ile modern arasındaki karşıtlığın kaldırılması temasına odaklanmıştı. Bizde ise Batıdaki gibi bir antikite özlemi yerine muhafazakarlığın kendi içindeki ayrımlarına göre ya Türk mitolojisindeki temalar üzerinden hamasi bir değerler inşası girişimi kendini epik ve fantastik hikayelerde gösterdi ya da tasavvufi hikayelere özenerek ve onları dönüştürerek sembolik, alegorik metinler ortaya çıkardı. Batıdaki yeniden üretme, dönüştürme çabasının bizde de olduğunu söylemeye gerek yok. Fakat bu bizi yeni bir meseleye açıyor.
Klasik edebiyatımızda mükemmelliğe yaklaşmanın bir aracı olan tekrar ve tekrarcılığın, modernitenin değerleriyle değerlendirildiğinde özgünlük yoksunluğu olarak görüldüğü çağlardayız. Özgünlüğün en büyük değer olması, sanatçıya bir deha ithaf etmemizle, bu dehanın da kendini en belirgin şekilde özgünlükte izhar etmesiyle ilişkilidir. Yazarın dehası meselesi, modernist kırılmayla da yakından ilişkilidir. Tanrıyla göbek bağını kendi elleriyle kesen modernist birey, bu bağı kopardıktan sonra birdenbire ortaya çıkan anlam problemine karşı çeşitli tavırlar aldı. Bir kısmı varoluşçu vurguyla dünyaya fırlatılmıştık temasına odaklandı bir kısmı dünyanın işte şu kadarlığının yarattığı kötümser tavırla karanlık, kötücül öyküler yazdı, bir kısmı da tanrıcılık oynayarak gözden düşmüş varlığı yeniden büyülemeye çalıştı. Tanrıya karşı bireyi öncelemeleri nedeniyle hepsi birer modernist tavır olan bu yaklaşımlarda, yazarın dehası da kendini özgünlükte gösteriyordu.
Özgünlük, kendini geleneğe yaslayan muhafazakar edebiyatta da bir biçimde kendine ifade alanı yaratıyor. Geleneği dönüştürme, geleneksel temaları, karakterleri, motifleri, yeni ve postmodernist anlatı teknikleriyle öykü diline dökmeyi hedefler. Türk öyküsünde de geleneksel temaları bu yeni anlatı teknikleriyle öyküleştiren eserlere denk geliyoruz. (Özellikle de elinizde tuttuğunuz Post Öykü sahifelerinde.) Özünde modernist, hatta postmodernist olan bu yönelim, tercih ettiği konular, karakterler, temalar, taklit ettiği üslup ve biçimle gelenekselci bir tavır sergiliyor.
Modernizmin kıran ve değer yıkan, insanı makineleştiren tavrına karşılık değerleri korumaya, geleneksel dünyanın anlam ve değer dünyasını devam ettirmeye gayret eden muhafazakar zihnin ürettiği öykü de yer yer epik ve fantastik, yer yer sembolist ve alegorik olacaktır. Türk öyküsünde bu tarz öykülerin giderek artması, yeni biçimler, kılıklar denemesi, belki daha dar ve cılız bir damarın da özgünlükten feragat ederek anonimleşmeye gayret eden tasavvufi öyküler yazması beklenebilir.
Postmodernizmin başımıza açtığı işler
Son iki yüz yıldır sürekli geç kalan bir millet olduğumuzdan, düşüncede, sanatta, siyasette postmodernist kırılmalar gerçekleşiyorken bir halen modernizmin paradigmasında yol alıyorduk. Hatta halen modernizmi yaşadığımız, tüm bocalamalarımızın kalbinde de moderniteyle başa çıkacak maddi ve manevi donanıma sahip olmadığımız söylenebilir. Bu nedenle de, edebiyat sahasında Bilge Karasu postmodernist metinlerin ilk örneklerini kaleme aldığında onu anlaşılmaz bulduk ve avangart olarak niteledik. Çünkü kelime dağarcığımızda, bu metinleri tarif edecek en uygun kelime avangart idi, postmodernist değil.
Edebiyatta postmodernizm meselesiyle ilgili, bu derginin önceki sayılarında yüklüce makale kaleme alındı, çeviriler yapıldı. O nedenle, meraklısı derginin önceki sayılarına müracaat edebilir. Biz burada postmodernizmin ne’liğini tartışmayacağız (zaten ne olup ne olmadığı hakkında ortak bir karara varılabilmiş de değil), yalnız, postmodernizmin düşünce sahasında aldığı çehre ile edebiyattaki zuhuru arasındaki ayrımı dile getirmek istiyoruz. Postmodernizm, modernitenin öne çıkardığı değerleri reddeden, o değerlerle, sistem ihtiyacıyla, hakikat inancıyla, akıl vurgusuyla alay eden, modernizmin değerlerini alaşağı eden, yer yer nihilizme varan, yer yer çoğulculuk, yerellik, bütüne karşı parçanın önemi gibi değerler üzerinden kendini ifade eden bir düşünce akımı olarak görülebilir.
Bunun edebiyattaki yansıması ise iki türlü görülür: Birincisi, bu saydığımız değerlerin ve modernite karşıtlığının metnin anlam ve değer dünyasında kendini göstermesi; ikincisi ise metnin parodi, pastiş, üst kurgu, sahte metin vs. gibi teknik yönelimler içermesidir. Bu bakımdan bir metin hem dâhil olduğu düşünce bakımından hem de tekniği bakımından postmodernist olabilirken, yalnız postmodernist anlatı tekniklerini kullanıp başka bir anlam halkasına dâhil olabilir.
Sondan başlayalım, Türk öyküsü özellikle son 10 senede postmodernist teknikleri kullanarak sayısız eser üretti. Postmodernist teknikler, hem sol ve liberal hem de muhafazakar ve İslamcı çevrelerin öykücüleri tarafından kullanıldı. Öykülerin içerikleri ve anlamları kendi ideolojik bağlılıklarına sadık kalmaya devam etti fakat biçim bakımından aynı potada buluştular. Bu teknikler, postmodernitenin birinci anlamıyla düşünce akımıyla birlikte düşünülüp kullanıldığında en yoğun etkiyi veriyorlardı. Yalnız bu tekniklerin kullanılması ise, daha önce bahsedilen sanatçı dehasıyla alakalı olarak bir hüner gösterme meselesine dönüştü. Geldiğimiz son noktada, okur tepkilerinden hareket edersek, bu hüner gösterme eğiliminin okurda bıkkınlık yarattığı gözleniyor. Bu nedenle, yalnız hüner ve maharet işi öykülerin giderek azalacağı söylenebilir.
Postmodernizmin ihata ettiği anlam dünyası, o büyük hakikatin olmadığını, hem de hiç olmadığını, ancak bize bir hayal olduğunu söylüyordu. Bu düşünceden hareketle de önce, hakikatin farklı perspektiflerden verildiği çoğul metinler yazıldı. Bir yandan da hakikatin asla ele geçmeyeceği fikrine binaen rüyayla gerçeğin iç içe geçtiği, birbirine karıştığı, bulanık metinlerin sayısı çoğalıyordu. Siyasi distopyalar hız kesmiyordu. Nietzsche’den miras hakikatin bir vehim, değerlerin birer kurgu olduğu düşüncesi ise değerlerin değersiz hale getirilmesi projesine dönüşmüştü. Değerlerin devalüasyonu, kötücüllüğe övgü, ahlaki düşkünlüklerin övülmesi gibi temalar postmoderizmin bu veçhesiyle alakalıdır. Türk öyküsünde de son birkaç yılda artan bu kötücüllük, değerlerle alay etme, değerlerin değersizleştirilmesi temasının da kendi doruk noktasına ulaşana ve kendini tüketene kadar artan bir ivme göstereceğini söyleyebiliriz.
Diğer yandan, postmodernizmin değerler hiyerarşisini yerle bir etmesiyle elimizde değer ölçütü bırakmayışının edebiyat bağlamında çok vahim sonuçları oldu. Buna bir de sosyal medya hesaplarını, twitter aforizmacılığını, özellikle ergen yaş grubu tarafından takip edilen ve kontrol edilemez bir mecra olan wattpad yazarlığını ve yayıncılık ve pazarlama dünyasındaki yeni eğilimleri ekleyin. Bir zamanlar sanatçı dehası diye baş tacı ettiğimiz bu şey, Y kuşağı tarafında alaşağı edildi ve herkesi birer sanatçıya dönüştürdü. Yüksek ve soylu temalar, yerini sıradanlığın, düşkünlüğün ve kötücüllüğün yüceltilmesine bıraktı.
Bu yazıda şimdiye kadar örnek vermedik, ama burada, ibret olması için iki ismi analım, meraklısı kendi araştırmasını yapsınlar: Timur Karaca ve Aytuğ Akdoğan. Bu isimler banal bir yeraltı edebiyatı ve aforizmaların altında kof cümlelerle edebiyat yaparak hayata karşı derin bir bilgelik taslıyorlar. Buna karşın, hayli kabarık bir okur güruhuna sahipler. Bunun yanında, wattpad dünyasında ücretsiz e-kitap olarak okunabilen eserler arasında birinciliği ergen aşkını konu eden romanlar, cinsellik temalı roman ve öyküler alırken, bunlardan sonra fantastik kurgu ve bilimkurgu geliyor.
Bu eserlerin ortak özellikleri ise tatil kitabı nev’inden kolay okunan, akıcı, merak uyandıran, hafif, havai eserler olmaları, Türkçe edebiyattan ve Türkçe’nin dil zenginliğinden nasiplenemeyip çeviri cümlelerle konuşmaları, yüksek ve felsefeye yakın sanatın karşısında çıtır çerez Hollywood filmlerinin edebiyattaki izdüşümü olmaları söylenebilir. Bu eserlerin okunma sayılarının 15 milyonu bulduğunu söylersek, gençlerimiz okumuyor serzenişlerinin ne kadar hatalı olduğu da görülür. Gençler okuyorlar, ancak çağın ruhu neyse ona göre okuyorlar, o mecralarda okuyorlar. Yeni neslin edebi tercihlerinin değişmesi ancak onların değerler manzumesinin değişmesiyle mümkün olacakmış gibi görünüyor.
Yolları Çatallanan Bahçe
Başta Borges’in “Yolları Çatallanan Bahçe” öyküsünden alıntıladığımız cümle, edebiyattaki birçok eğilimi hülasa etmesi bakımından güçlü, işe yarar ve yorumlamaya açık bir ifade. Var olmayı realist edebiyat olarak da, varoluşçuluğun koynundaki bir dünyaya fırlatılmışlık hali olarak da okuyabiliriz. Rüya görme ise edebiyatla çok ilişkilendirilir. Rüyada bireyin bilinçaltının aracısı olmasıyla yazarın ona içerisinden bir dikte ettiricinin sözlerini aktarması hali birbirine benzetilir. Rüya ve sanatın ilhamla ilişkisi de bu benzetmeyi destekler. Post modern edebiyat ise hakikatin yokluğunu rüyanın içindeyken mutlak uyanıkken muğlak olmasıyla verir. Yazarın metinle kurduğu ilişkide yazarın kendini üstte ve metnin dışında konumlamasıyla, rüyada rüya görenin rüyanın hem içinde hem de dışında olması arasındaki benzerlik de dikkat çekicidir. Son olarak oyun oynama ise postmodernizmin hem oyunculuğuyla hem de dünyayı taklit etmesiyle ilişkilidir. Tüm bunlar da kendine sanatın dallarında yer bulur.
Hülasa edelim, bu makalede düşünce akımları ve bunların inşa ettiği zihinlerin öyküye nasıl yansıdığını ifade etmeye çalıştık. Bunu da modernizm, postmodernizm ve muhafazakarlık kavramları üzerinden işledik. İdeolojik bağlılıkları ne olursa olsun, bir kısım yazarlar, özellikle de yaşı olgun olanlar edebiyatta dertlerini modernist tavırla söylemeye devam edecekler. Modernizmle yaralı muhafazakarlar için ise yoldaki imkanlar geleneği dönüştürmekten geçiyor. Bu da fantastik ve epiğe dönüş yahut sembolist ve alegorik hikayeler yazmaya hız kazandırmak anlamına geliyor. Yükselen manevi ihtiyacın bir sonucu olarak tasavvufun yazarlar nezdinde de yaygınlık kazanması, uzun vadede gelenekselci ve anonimleşen bir sanata bizi götürebilir, bunu göreceğiz. Modernizmin yol açtığı manevi yarayı iyice kanatanlar ise Türkçede daha kötücül, değerleri yerle bir eden metinler üretmeye devam edecekler. Yahya Kemal“Gülzâr pür-melâl ise bülbül de lâl ise / Siz müjde-i bahârı veren bâd olun dedi” Fakat biz müjde veremiyoruz. Ne yapalım, halimiz hayrolsun.
- Pişşt, “kalabalıklar içindeki yalnız adam”, ordaysan üç kere “Anam bugün öldü belki de dün hatırlamıyorum,” de bakıyım. (AE)