Türk hikâyesinin gelişim seyrine “kuşbakışı”
Gelelim söz konusu değerli çalışmaya. Bu eser, yazarın Modern Türk hikâyesi üzerine şimdiye dek yaptığı çalışmaların nihayet bir kitap bütünlüğüne kavuşmuş hali. Üç ana bölüm şeklinde düzenlenen kitabın giriş bölümünde öykü/hikâye kavramı üzerinde bazı dikkatlere yer verilmiş.
Analiz araştırma ve emek ürünü eleştiri dendiğinde ilk anmamız gereken yazarlardan biri olan Âlim Kahraman derinlikli gözlemler, yerinde tespitlerle öykü dünyamızda ufuk açıcı eleştiriler, denemeler, incelemeler yazmıştır.
Bir öykücü, eleştirmen ve akademisyen olarak yazın alanında birden çok cephede ustaca kalem oynatan Âlim Kahraman’ın “Modern Türk Hikâyesi” isimli kitabı 2015 yılı bitmeden Büyüyenay Yayınları’yla okurlarının beğenisine sunuldu. Âlim Kahraman, bilindiği gibi Cahit Zarifoğlu’nun tavsiyesi ile eleştiri alanına yönelmiş Mavera, Yönelişler, Yedi İklim, Kaşgar gibi dergilerde öykü, eleştiri ve deneme çalışmalarını aralıksız sürdürmüş, birçok çalışmasını kitaplaştırmış önemli bir isim. Kısacası edebiyatımızda, özellikle öykü ve eleştiri alanında hatırı sayılır bir yere sahip. Necip Tosun’un ifadesiyle; “Analiz araştırma ve emek ürünü eleştiri dendiğinde ilk anmamız gereken yazarlardan biri olan Âlim Kahraman derinlikli gözlemler, yerinde tespitlerle öykü dünyamızda ufuk açıcı eleştiriler, denemeler, incelemeler yazmıştır” ve yazmaya da devam ediyor.
Gelelim söz konusu değerli çalışmaya. Bu eser, yazarın Modern Türk hikâyesi üzerine şimdiye dek yaptığı çalışmaların nihayet bir kitap bütünlüğüne kavuşmuş hali. Üç ana bölüm şeklinde düzenlenen kitabın giriş bölümünde öykü/hikâye kavramı üzerinde bazı dikkatlere yer verilmiş. Kavramsal anlamda öteden beri bir ikiliğin süregeldiğine değinen Kahraman, “öykü mü, hikâye mi” sorusuna şöyle yanıt veriyor: “Benim tutumum, yazılarımda her iki kavramı da kullanma şeklinde sürüyor. Bazen kendimce ayrımlar koyuyorum bu iki kavram arasına: Mesela ilk öykü kitabıma Kayıp Hikâyeci adını verdim, nedense, ‘Kayıp Öykücü’ desem olmuyordu. Belki ‘Yitik Öykücü’ diyebilirdim ama o zaman da kitapta kurmak istediğim atmosfer yitip gidiyordu.” Buradan hareketle yazarın tercihini kavramsal bir ayrımdan yana değil daha ziyade kullanımdaki fonetik uygunluktan yana yaptığını söylemek mümkün. Zaten yazarın kitap içerisinde yerine göre hem öykü hem de hikâye ifadelerini rahatlıkla kullandığı görülüyor.
Şüphesiz bu iki kavram arasında sınırları bir türlü netleşemeyen boz bulanık bir ayrım sürüp gidecek. Yazarlar da öznel tutumlarında ısrar edecekler. Tomris Uyar’ın, bir açıdan bana da anlamlı gelen, “yazıya dayalı, yazılan örnekler için öykü; söze dayalı, anlatılan örnekler için hikâye” şeklinde bir ayrımı var mesela. Günümüzde genel tutum hemen hemen bu yönde ilerliyor. Yani öykü daha çok üzerinde çalışılan, yazarların türlü hüner ve dil işçiliklerini sergiledikleri, yüzü daha ziyade moderne, değişime dönük kıpır kıpır bir kavram olarak algılanırken hikâye, sırtını yasladığı kadim birikimden ve “tahkiye”nin gelenekle olan sıkı bağından olsa gerek, söze eğilen, yazılandan önce anlatılanı karşılayan ağır başlı bir kavrama tekabül ediyor. Elbette bu ayrım da diğerleri kadar tartışmaya açık. Fakat son dönemde fazlaca popüler olan öykü atölyeleri hakikaten bu dil işçiliği meselesini haklı çıkarır nitelikte.
Kitabın ikinci bölümü Modern Türk Hikayesi’nin kuruluşunu, gelişimini, kimlik edinme sürecini yazarın deyimiyle “kuşbakışı” irdeliyor. Öykümüzü şekillendiren arayışları, tutum ve dikkatleri, öne çıkan isimler, eserler ve topluluklar bağlamında ele alan yazar, aynı zamanda geleneksel anlatıdan modern anlatıya geçiş seyrini de gözler önüne seriyor. Tematik ve karşılaştırmalı okumaların yer aldığı üçüncü bölümde ise modern öykünün cins isimlerinin yanı sıra edebiyatımızda daha çok şair ya da romancı kimlikleriyle öne çıkan isimlerin hikâyeciliklerine de değinilmiş.
Özellikle Necip Fazıl, Sezai Karakoç ve Cahit Zarifoğlu üzerine yapılan okumalar ufuk açar nitelikte. Kitabın bu son ve hacimli bölümünün önemini yazar şöyle ifade ediyor: “Yaptığımız karşılaştırmalı okumalar bir edebiyat içindeki alt akıntıları gösterdiği kadar, her yazarın kendine has olan yönlerinin de ortaya çıkmasını sağlamış oldu. Eserlerin çok yönlü bağlantıları, başka edebiyatlarla ilişkileri yanında, dilin kendi imkânlarını nasıl tekrarladığı, tekrarlarken geliştirdiği ve çeşitlendirdiğini de gözler önüne sermektedir.”
Samipaşazâde Sezai, Halit Ziya, Reşat Nuri gibi isimler modern hikâyenin bizdeki kilometre taşları.
Türk nesir dilinin gelişiminde çeviri faktörünün ve özellikle kendi dönemine nazaran öncü bir dil algısı geliştirmiş yazarlarca ortaya konan eserlerin payı oldukça büyük. Samipaşazâde Sezai, Halit Ziya, Reşat Nuri gibi isimler modern hikâyenin bizdeki kilometre taşları. Yazar, bu üç ismin birer hikâyesini alarak karşılaştırmış, hikâyelerdeki tematik yakınlığı irdelemiş ve kendilerinden sonrakileri kuvvetle etkileyen yazarların aynı zamanda birbirlerinden nasıl feyz aldıklarının da izini sürmüş. Samipaşazade’nin Küçük Şeyler’ini okuyan Halit Ziya’nın, bir yazardan çok ateşli bir okur heyecanıyla söylediği şu sözler fazlasıyla etkileyici; “Küçük Şeyler beni çıldırttı. Sanat heyecanlarımın içinde bu kitaptan duyduğum zevke ve neşâta yetişebilecek bir tahassüs bilmiyorum. Bu, bana yeni bir ufuk, memleketin nesir ve sanat semasında vaatlerle dolu parlak bir maşrık göstermiş oldu.”
Her bölümünde okura yeni keşif kapıları aralayan kitap, Modern Türk hikâyesinin nabzını tutarken aynı zamanda hikâye türünün sahip olduğu geniş anlatım olanaklarını, değişime açık yüzünü ve mevcut birikimini de işaret eden oldukça faydalı bir çalışma olmuş. Hemen her kitaplığa lazım.