Tor

Dünyanın acısını tatmayan tatlısını yiyemiyor. Kan yutmayana şeker verilmiyor.
Dünyanın acısını tatmayan tatlısını yiyemiyor. Kan yutmayana şeker verilmiyor.

Her şeyin başladığı yerdeyim. Önümde bir uçurum var, arkamdaki orman alev alev yanıyor. Delikanlı alevlerin arasında yanarak kül oldu. Üç adam, uçurumdan atlayıp kayalıklarda parçalandı. "Bekle." dedi biri. Bakıyorum benim sesim, benim yüzüm. Damağımda ılık kan tadı. Dişlerim dökülüyor. Kapattım gözlerimi.

Sokağın başından, elinde sopalarla bana doğru koşan üç adamı fark ettiğimde artık çok geçti. Kızıla dönmüş gözleri yuvalarından fırlayacak gibi pörtlemiş, dişlerini gıcırdatarak ellerindeki sopaları tartıyorlardı. Alıp verdikleri soluğu yüzümde hissedebileceğim mesafeye geldiklerinde durdular. "Biz bilmiyor muyuz ulan bugünün perşembe olduğunu!" Raunt başlatan cümle olarak yankılandı boş sokakta. Kapattım gözlerimi. Dolar yükselmişti. Afrika’da açlıktan ve susuzluktan ölüm oranları yükselmişti. Kurban bedelleri artmıştı. Yardım çığlıkları, ambulans sesleri... Gözlerimi açtığımda kendi kanımda boğulmak üzereydim. Gölgede kaybolan üç çift ayak gördüm. Sopalardan birini başucuma diğer ikisini koşarken yol kenarına attılar. Küfürler, çığlıklar, dolarlar, perşembeyi cumaya bağlayan geceler. Ağzımdan kusmuk gibi boşalan kanlar, kanın ılık tadı damağımda. Kafamın içinde çalan şarkılar, kan revan içindeyim. Aptal aptal gülüşüm. Gözüme ışık tuttular. Ağzımı açtıklarında dişlerim çeneme, oradan yakama taştı. Birkaçını yanlışlıkla yuttum kanımla. "Acilen!" dedi biri. Tutup yatırdılar sedyeye, üç dediler. Kapattım gözlerimi.

Ölümü ölenlerden çok yaşayanlar düşünür. Ölümü düşündüğüme göre hâlâ yaşıyordum. Gözlerimi açtığımda bembeyaz bir odadaydım. Vücudumda bin tonluk bir ağrı, ağzımda kireç tadı vardı. Her şeyin başladığı yerdeydim. Yıllar öncesinin rüyası bu ama ben bu sabah gördüm. Elinde kâğıtlarla odaya giren kadın yüzüme bakıp konuşmaya başladı. Sanki bir denizin dibindeyim ve bütün kelimeler suyun boşluğunda kayboluyordu. Hiçbir şey anlamadım. Kımıldamak istedim, üzerimdeki kamyon yükü izin vermedi. Din len me niz la zım. Kadının dudak hareketlerini okudum. Kapattım gözlerimi. Tahta kapının gıcırtısıyla başını kaldırıp gözlerimin içine baktı. Gözlerimin içine öyle bakınca bir elimde ılık su dolu güğüm, diğerinde leğen eşikte öylece kalakaldım. Gözlerimin içine baktığında ruhumu, iliklerime kadar bedenimi, kalbimi gördüğünü hissedip, ürperdim.

Ürpermeyen kalpten korkacaksın İbrahim. Eşiği kalbim kulaklarımda gümbürdeyerek geçtim. Takkesini sıyırdı başından, yeleğini çıkarıp astı duvardaki paslı çiviye, gömleğinin kollarını dirseklere kadar sıvadı, ayağındaki çorapları çıkardı. Leğeni sobanın yanıbaşına koydum. İskemleye uzandım, benden evvel davrandı. Kuşların küçük su birikintisinde yıkanışları geldi gözümün önüne, ellerini güğümden akan ılık suda gezdirdiği vakitte.

  • Kuşlar, kuşlar tevekkül sahibi hayvanlar. Mesela hiç düşünmezler yarın ne yiyeceğim diye, hiç düşünmezler öbür günleri. Ya evlâdım kanattan mı sandın yoksa sen özgürlüğü?

Bitti. İskemleyi eski yerine koydu. Doğruldu havluya uzandı. Eğildim, güğümü alacağım sırada başım döndü. Oracığa bağdaş kurup oturdum. Beş gündür sahursuz iftarsız oruç tuttuğumu anlamış mıydı? Baktım, kendi halinde gömleğinin kollarını ilikliyordu. O an arkadaki duvarda asılı duran yeleğine ilişti gözüm. Yeleğinin cebindeki kırmızı bir şeye. Gofretti, çok iyi tanımıştım. Çocukken babamın bize aldığı tek ambalajlı yiyecekti, kandilden kandile gelirdi evimize. Herkes için bir tane. Bazen annem kendi payını saklar birkaç gün sonra çıkarır üç kardeşe pay ederdi. Başımın dönmesi geçti, yerimden doğrulacaktım ki uzanıp duvarda asılı yeleğini giydi. Sonra eliyle oturmamı işaret etti. Geldi karşıma bağdaş kurup oturdu. Cebindeki gofreti çıkarıp paketini açtı. Gofreti ortadan ikiye böldü ve bir parçasını bana uzatıp gülümsedi.

  • Dünya da lazım İbrahim. Dünyadan vazgeçmek için, önce dünyayı tatmak lazım.

Gözlerimi açtım, bembeyaz duvarlar. Üzerimdeki tonlarca yük kalkmış, damağımda çikolata tadı vardı. Elindeki kâğıtlara bakarak bir kadın girdi içeri. "Artık daha iyisiniz, bir süre daha burada kalmanız gerekiyor. Kendinizi nasıl hissediyorsunuz?" Otomatik bir sesle konuşmasını sürdürdü. "Kendimi hissediyorum." Cevabımı pek duymamıştı muhtemelen ya da boşlukları otomatik olarak doldurmuştu. Kadın çıktı, içeri elindeki kâğıtlara bakarak iki adam girdi. "Geçmiş olsun, sizi dövenleri tanıyor musunuz?" Şüpheli bakışlar. Tanımıyordum ve kimseden şikayetçi değildim. Kireç badanalı bir salondayız. Bir çember kurulu. Herkesin yüzü birbirine dönük. Beni öldüresiye döven üç adamı gördüm. Gözbebekleri artık kızıl değil, nemli. Günlerden çarşamba mı perşembe mi artık umursamıyorum. Dizimi kırıp sessizce dinliyorum. Dolar yükseliyor. Afrika, kurban, bağış. Bağışla bizi! Yanımda oturan genç delikanlı kabına sığamayan bir hâl ile bir sağa bir sola kımıldandı. Başımız eğik, gözümüz kapalı. Bir fısıltı. Bugün günlerden ne? Çarşamba, çarşamba, çarşamba... Yanımdaki genç dayanamayıp fısıldadı. Bugün perşembe değil mi?

Çıkışta üçün biri elime bir sopa tutuşturdu. Sokağın köşesini döndüğünde, kör noktada karşıladık delikanlıyı. Ortada ben duruyorum, elimdeki sopayı tartıyorum. Gözlerimden alevler çıkıyor. Dişlerimi gıcırdatıyorum. Raunt başlasın! "Biz bilmiyor muyuz ulan bugünün perşembe olduğunu!" Ilık kan kokusu ciğerlerime işliyor. Sopaları bırakıp karanlığa dalıyoruz. Gözlerimi açtım bir rüyadaydım. Başkasının rüyasıydı bu, emindim ama ben görüyordum. Kapının gıcırtısı. Eşikte, su dolu güğüme sarılmış bekleyen delikanlı. İskemle, yeleğim, bölüştüğümüz gofret... Dünyanın acısını tatmayan tatlısını yiyemiyor. Kan yutmayana şeker verilmiyor.

Gözlerimi açtım. Kireç badanalı bir salondayız. Bir çember kurulu. Elimde doksan dokuzluk bir tespih. Herkes eteğime yüz sürüyor. Herkesin başı eğik. Çarşamba diyorum. Herkes fısıldıyor bir zikir gibi çemberin tüm noktalarına yayılıyor. Çarşamba, çarşamba, çarşamba... Delikanlı, üç adam, ben... Bu benim rüyam değil. Yıllar önce bir başkasının gördüğü rüya. Her şeyin başladığı yerdeyim. Önümde bir uçurum var, arkamdaki orman alev alev yanıyor. Delikanlı alevlerin arasında yanarak kül oldu. Üç adam, uçurumdan atlayıp kayalıklarda parçalandı. "Bekle." dedi biri. Bakıyorum benim sesim, benim yüzüm. Damağımda ılık kan tadı. Dişlerim dökülüyor. Kapattım gözlerimi.