Temrin, Dergâh, Kitap-lık ve Hırka Dergileri

Bahsi geçen öyküler on bir dergiden seçilen metinlerdi.
Bahsi geçen öyküler on bir dergiden seçilen metinlerdi.

Post Öykü’nün ikinci sayısında kaleme aldığımız incelemelerde ise dikkat çeken iki öyküden biri Tasfiye dergisi sayı 48, Ahmet Örs, “O Sırada” adlı öyküsüydü mutlaka görülmeli diye tekrar etmekten zarar gelmez, ikincisi ise Hece dergisi sayı 215, Evren Kuçlu, “Karpuz Sineği Rodolfo” uzun olmasına uzun ama başarılı bir öykü.

Bu sayının incelenen öykülerini de dâhil ettiğimizde geçen altı ay içinde yayımlanan öykülerin kırk üçünü Post Öykü’nün sayfalarında ağırlamış bulunduk. Bahsi geçen öyküler on bir dergiden seçilen metinlerdi. Kırk üç öykü fazla gözükse de bakamadıklarımız ve es geçtiklerimizle beraber bu sayı epeyce büyüyor, ne yazık ki büyüyen bu rakamların içinde iyi metinler, başarılı öyküler var olsa da kalburüstü diyebileceğimiz, herkese tavsiye edilecek, mutlaka okunmalı denilebilecek öykülerin sayısı az. Notos Öyküsayı47, Cihan Yurtseven, “Boşuna Telaşlanıyorsun” bu nadir metinlerden bir tanesi. Aynı sayıda Dilek Yılmaz’ın “Çit” adlı öyküsü de “yazık olmuş bir sona rağmen” bu kategoriye dahil edilebilir. Post Öykü’nün ikinci sayısında kaleme aldığımız incelemelerde ise dikkat çeken iki öyküden biri Tasfiye dergisi sayı48, Ahmet Örs, “O Sırada” adlı öyküsüydü mutlaka görülmeli diye tekrar etmekten zarar gelmez, ikincisi ise Hecedergisi sayı 215, Evren Kuçlu, “Karpuz Sineği Rodolfo” uzun olmasına uzun ama başarılı bir öykü. Şubat ayı Hece Öykü’nün 2014 yılı öykü değerlendirme dosyası ile geldi, iyi geldi. Dosyada sizleri uzun listeler bekliyor olacak. Bu sayının ise dergileri Temrin, Kitap-lık, Dergâh ve henüz ilk sayısı ile raflarda yerini almış Hırka. İddialı ve bir o kadar da eğlenceli “merhaba” yazısı ile dikkat çekici bir hava estirmişler, bu güzel bir şey diye düşünüp ilk sayılarının öykülerini değerlendirmeye karar verdik, yolları açık olsun.

Temrin – Sayı 69 – Ocak / Şubat 2015

“Çığlık Toplayıcısı” H. İhsan Sönmez

Bilindik, acı bir Gazze tablosundan bir hikaye anlatmayı seçmiş yazar. Akıcı bir dil, neredeyse kusursuz sayılabilecek bir kurgu ile sunulmuş. Çığlık toplayıcı Gazze’li Semiha’nın hikayesi bir nebze geri planda kalsa da öykü anlatım tekniği içinde fazla sorun teşkil etmiyor. Sonda karşımıza çıkan “düşülkesi” anekdotunun çok daha güçlü işlenmesi gerektiği kanaatiyle birlikte, çizilen resimlerin imgelesel olarak çok daha etkili kullanılmaya müsait olduklarını da söylemeden edemeyeceğiz. Başta belirttiğimiz gibi tablo çok bilindik, acılar ise sözcüklerle yüreğe dokunmadıkça hissedilemiyor maalesef. Bu da yaşanılanları yazmada daha da titiz olmamız gerektiğini düşündürüyor.

“Kelebeğin Günlüğü” Mehmet Sağlam

Bir kelebeğin tuttuğu günlüğün hikayesi anlatılıyor. Tek günde kalmasının hüznü aktarılmaya çalışılmış. Kısmen başarılı da olunmuş lakin öykünün genel havası yer yer mantık hataları ile bozuluvermiş. Ölüm bahsi irdelenmeye çalışılmış gibi dursa da ana fikre oturtulmadan başka bir sürü malumat ile doldurulmuş metin. Dilin akıcı oluşu sona ulaşmada yardımcı olsa da büyülü bir hava oluşturamadığı için vasatı aşamayan bir öykü olmuş.

“Hepsi Benim Yüzümden” Hatice Eğilmez Kaya

Akıcı bir dille başarılı bir anlatım gerçekleştirmiş yazar. Bir vicdan azabını, belki de günümüz acılarını pervasızca izleyen insanların en azından zaman zaman yapması gereken bir vicdan muhasebesini, hamasi bir havaya sokmadan başarılı bir şekilde aktarabilmiş bir metin. Kurgusal açıdan hiçbir kusur yok. Öykünün isminin de oluşmasında yardımcı olduğu merak unsuru her daim diri duruyor. Bu da akıcı dil ile birleşince sona ulaşmak hiç de zor olmuyor. Mutlaka okunması gereken bir öykü olarak not edilebilir.

Dergâh – Sayı 299 – Ocak 2015

“Sütlü Kahve” Eda Tezcan

Hazin bir hikayenin ruhu ile kaplanmış öykünün her bir yanı, özet kabilinden bir şeyler söylemek bu hüzne yardımcı olmayacağından bu minvalde bir şey söylememek en iyisi. Karaktere olan inanç son ana kadar sürüyor. Hazin son ise ruha uygun bir şekilde abartılmadan verilmiş. Bazı ayrıntıların gereksiz uzunluğu pek fazla sorun doğurmuyor. Akıcı üslup, başarılı kurgu, bitişteki kararında duygusallıkla birleşince başarılı bir metin çıkıyor ortaya. Bazı kelime seçimleri, bazı benzetmeler metnin ritmine sekte vursa da bilhassa benzer tecrübelerden geçen okurlar için anlatım gücünü kaybetmiyor yahut tolere edilebiliyor diyebiliriz.

“Gözlüklü Mürüvvet” Zerrin Şerbetçi

Uzun bir öykü. Babası ile kavga eden torunun, anneannesine yatıya gelmesinin hikayesi ve geçmişle bugünün hoş anılarla bir tablosu çizilerek verilmiş metinde. Uzun olmasına rağmen akıcı dili, inandırıcı karakterleriyle hiçbir eksiklik hissi bırakmadan sona ulaşılabiliyor. İç Anadolu ağzından örnekler metne ayrı bir zenginlik kattığı gibi oluşan gerçeklik algısını da epeyce güçlendiren bir etki doğurmuş. Kurgusal olarak neredeyse kusursuz, birkaç ayrıntı gereksiz dursa da bu, öyküden kopmaya sebep olmuyor. Sürprizsiz, olağan bir son da nahif hikayenin nahif sonu olarak hoş bir tat bırakıyor. Mazinin havasını haddi hududunca yansıtması ise ayrı takdir edilesi özelliği, nitekim bu tarz metinlerde çokça düşülen “mazi romantizmi” hatasına düşmeden başarılı bir örnek sergiliyor.

Kitap-lık – Sayı 177 – Ocak/Şubat 2015

“Gece ve Müzik” Ömer Ayhan

Şiirsel bir üslupla yazılmış kısa bir aşk hikayesi. Başlıkta geçen “gece” hakim metne ama “müzik” pek hissedilemiyor. Sonda bir sürpriz beklenirken o kadar da çarpıcı olmayan ayrıntılarla bitiyor öykü. Nedense anlatılan bütün duygu durumları şiirsel üslubun kapalı dünyasına hapsedilmiş. Bu, bir öykü için fazla duruyor.

“Bulanık” Gürgenç Korkmazel

Hastane odasında gözlerini açan karakterimiz (belli ki bir kaza geçirmiş) her yeri sargılar içinde yatalak bir halde duruyor. Uyku ile uyanıklık arası haller ve yaşananları hatırlayamayışı anlatılıyor. Bu kadar… Evet, sadece bu kadar. Neden anlatılıyor, tam olarak ne anlatmak istiyor bilemedik.

“Turşu” Cengiz Akın

Gecenin kör bir anında evsiz bir kadınla karşılaşan ve onunla bir şeyler paylaşan karakterin şu cümlesi anlatılmak isteneni özetler nitelikte; insan bir öğünle birkaç saat idare eder ama bir ölümle sonsuza dek ölür. Minimal yapısı çabucak derdini söyleme ihtiyacı doğurmuş, bu da metnin kısa olmasını sağlamış. Alıntıladığımız kısım da yaratmak istediği etkiyi yaratıp okuru bu husus üzere düşünmeye sevk ederek aradan çekilmiş; tüm bunlar gayet net bir tavır ile verildiğinden başarılı bir öykü olmuş.

“Okuyucu” Necdet Dümelli

Kapı kapı dolanıp davetiye okuyan okuyucunun hikayesine matbaanın Osmanlı topraklarına gelişinin haberini veren bir gazete alıntısı eklenmiş. Bunun üzerinden bu hayali mesleğe sahip olan karakterin hikayesine “Öteki” isminde çok açık edilmese de kendinin ötekisi olarak bir karakter daha dahil edilmiş. Sonra… Sonrası yok, bitiyor, garip değil mi?

Hırka – Sayı 1 – Ocak/Şubat 2015

“Dönüşüm” Ahmet Doğan

Artık hayatımızda fazlaca tanıdık bir yer edinen kentsel dönüşüm mevzuu mahallenin kedisinin gözünden anlatılıyor. Mahallelinin üzgün hali, kedi Müezza’nın anlamlandıramadığı bir şey. Görüntünün aktarımından başka bir şey yok öyküde. Artık aşina olduğumuz mevzuları özel şeyler katmadan anlatmanın pek bir etkisi yok. Kedi Müezza gibi başka bir karakter olan Furkan ise boyundan “büyük laflar” ederek duygu durumlarını aktarmada gerçek dışı kalıyor. Kediden beklenti ise o müthiş gözlem gücünü daha farklı resimleri aktararak metni güçlendirmesiyken öylece bitiyor öykü. Kullanılan görsellerle güçlendirilmeye çalışılan metin bunun yerine kurgusal atraksiyonlarla bunu başarmayı denemeliydi, bunu başaramadığı için de vasat düzeyde kalıyor.

“Bir Fotoğrafın Öyküsü” Engin Elman

Bir fotoğrafın hikayesi anlatılıyor. Anlatıcı başta çizdiği tablo ile kurduğu gerçeklik algısını beklenmeyen birkaç cümle ile bir anda yıkıveriyor. Torunundan duymuş olsa da “modern psikoloji” cümlesi sonrasında “vecd hali”“ahenkli tılsım” gibi cümleler sona doğru silikleşmesi gereken anlatıcı-yazarı gün gibi açık edip metni zayıflatıyor. Sürpriz beklentisi olmasa da yabancı olmadığımız bir şeyin anlatımından öteye gidemiyor.

“Eskimeyen Sevenim: Baba” İlknur Aydın

Gurbetteki üniversite öğrencisi Zehra’nın memleket hasreti ve bu hasretin içinde kendine özel bir yer açan baba hasretinin hikayesi anlatılmaya çalışılmış. İç dökme, dert yanma, isyana yaklaşma durumu, fazla üzerine düşünülmeden, ilk akla gelebilecek cümlelerle aktarılmaya çalışılmış. Anlatıcının varlığı ise fazlaca görünür. Bu durum anlatılan hikayeye kapılıp gitmeyi engelliyor. Kısa olmasına rağmen sona ulaşmak o kadar kolay değil. Az biraz daha uzatılsaymış anlatılanlar, okur için pes etmek daha makul bir yola dönüşebilirmiş. Dildeki kopukluklar başka bir sorun olarak göze çarpıyor. Diyaloglar bu kopuklukların en belirgin hissedilen noktaları. Çarpıcı bir son olması ümit edilen “sürpriz” durumu ise okurda beklenen etkiyi yapamıyor. Bunun da en önemli nedeni bahsedilen hasretlik ve sıkıntılı hali tam manası ile hissettirememiş olması.