Taşrayı anlarsam kendi insanımızı anlarım

Benim hikâyemde en çok tekrar eden, en çok görülen taşradır.
Benim hikâyemde en çok tekrar eden, en çok görülen taşradır.

Calvino kendi kurmaca dünyasında en çok tekrar eden imgenin kent olduğunu söylüyor; Borges'e sorsalardı (belki de sormuşlardır) labirent cevabını verirdi. Biz Atay için bunun "oyun", Tanpınar içinse pekala "zaman" olabileceğini düşünüyoruz. Yeterince ısındıysanız artık sorumuzu soralım: Ya sizin? Sizce neden?

Mustafa Çiftçi:

Benim hikâyemde en çok tekrar eden, en çok görülen taşradır. Herkesin bir taşra tanımı var. Herkes taşranın bir veçhesinden bakıyor. Taşrayı mek3an olarak tarif edenler var. Onlara göre merkezin dışı olan her yer taşradır. Merkezin dışında kalmak taşra için yeterli bir cezadır gibi konuşuyorlar. Merkezin dışında kalmak mağduriyet için yeter sebepmiş gibi konuşuyorlar. Onlara bir merkez adresi sorsanız ve "...merkez neresidir? deseniz hemen sadece İstanbul'u adres gösteriyorlar. Bu duruma itiraz eden de çok. "Merkez parçalanmıştır. Artık tek bir merkez yok. Merkezler var. Anadolu'da kabuğunu yırtmış(ne demekse) yerler var." diyorlar. Yalnız bu yeni merkezlerin gözü hâlâ İstanbul'a bakıyor. Evvelden ağır hastalar için "...gözü toprağa bakıyor." derlerdi. Yeni merkezlerin gözü de İstanbul'a bakıyor. Küçük birer İstanbul olmak sevdasındalar. Bilmiyorlar ki İstanbul ağzında gümüş kaşıkla doğmuş gibidir. Tarih, tabiat, coğrafya hep İstanbul'dan yanadır. Yeni merkezler İstanbul'un kötü alışkanlıklarını da hemen bellemişler ve kendilerine mal etmişler.

Mustafa Çiftçi
Mustafa Çiftçi

Yeni merkezler de etrafındakilere biraz yukarıdan bakıyor. "Yerlisi kalmadı bu memleketin hepsi köyden gelmedir, maalesef..." diyorlar. Köylüler ise Cumhuriyetten yedikleri yumrukları daha hazmetmemişken yeni merkezlerin tavrını anlamaya çalışıyorlar. Ve gelecek nesillere nasihat ediyorlar. "Merkezde yaşa, karnını doyur ama oralı olma." Merkeze ait olmayınca iş daha kolay gibi oluyor. Taşrayı mekân olarak görmeyen. İstanbul'dan, merkezden hiç bahsetmeyen bir kesim de var. Onlar biraz okumuş çocuklar. Onlara göre taşra mekânla ilgili değil hissiyatla ilgili. "Kişi kendine uzak kalınca kendinin taşrasında yaşıyormuş. Kendine yabancı olmakla ilgiliymiş bu durum. Yabancılaştıkça kendi merkezinden uzak kalıyormuşsun." Bunlar okumuş çocukların lafları. Anlaşılması zor. Belki de "okumuş çocuk" olmak zor anlaşılmakla ilgilidir bilemiyorum. Ama okumuş çocukların meseleyi biraz masa başından, kitap arasından gördüğünü düşünüyorum. Bana göre taşranın mekânla ilgisi tartışmasız bir gerçek. Ben de hikâyelerimde bu gerçeğin peşindeyim.

  • Mekân olarak uzakta kalınca aynı zamanı da yaşayamıyorsunuz. Eskiden trenlerin camından gazete atarmış yolcular. Gittikleri yerlere havadislerin geç ulaştığını bilir de yöre halkı gazete okusun diye yaparlarmış bunu. Şimdi öyle değil. Herkesin her şeyden haberi var tamam ama bu haberdar oluş bir yanılsama gibi. Telefon marifetiyle fotoğrafını paylaştığın yeri gerçekten görmüş sayılacak mısın mesela? Ya da canlı bağlantı yaptığın öğrencilere gerçekten ulaşmış sayılır mısın? Demem o ki mekânın merkeze olan uzaklığı hâlâ devam ediyor. Merkez bu duruma alışmış. Meselâ merkez illerin doktorları il dışından gelen hastalara alışıktır. O hastaların işini daha çabuk bitirmek isterler ki hasta er vakitte memleketine dönebilsin. Taşra hâlâ taşradır. Merkez hâlâ merkezdir. Sanal alemde yapılan turlar yalandır. Bir yalanın peşine düşülür mü? Ben de yalanın peşine düşeceksem bari edebiyat sahasında yazılmış yalanların peşine düşeyim diyorum.

"Yalan söyleyerek doğruyu anlatma sanatı" derler edebiyat için. Ben de doğruyu bulmak için edebiyatın kulbuna yapışayım istiyorum. Taşradan aldığım ilhamla yol alayım istiyorum. Taşrayı anlarsam kendi insanımızı anlarım gibime geliyor. Taşrada edebiyat yapmak kan tahlili yapmak gibi. Buradan alınacak bir örneğin vücudun geneliyle ilgili yani memleketimle ilgili sahici fikirler verebileceğini düşünüyorum. Taşrayı anlarsam, ölçek büyüterek Türkiye'yi de anlarım diye düşünüyorum. Hikâyem için taşra ne manaya geliyor anlatmaya çalıştım. Umarım meramımı anlatabilmişimdir. Merkezde yayımlanan bir dergide taşrayı anlatmak uzak coğrafyadan mektup almak gibi sevinçli olmuştur umarım. Baki selam ederek, mektup gibi bitirelim sözümüzü.