Tamamen kahverengi biraz da turuncu
Nilay Kaya çevirisi olan ve altı ayrı hîkayeden oluşan Neden Ucuz Saat Takıyorsun? isimli kitap geçtiğimiz eylül ayında Can Yayınları’nın #Kısamodern serisi dahilinde çıktı. Serinin çıkış mottosu “...bir oturuşta okunabilecek, hızlı ve vurucu metinler...” Fallada’nın bu eseri zannediyorum ki daha iyi özetlenemezdi.
Yoksulluğun, işsizliğin, yaşam mücadelesinin, geçim derdinin, yer yer dramın, acıların kendine yer bulduğu hikayelerde; kahverenginin yanında canlı bir turuncu da kenardan köşeden göz kırpıyor.
Bir film izlerken, ona hâkim olan rengi bariz şekilde görürüz. Örneğin; film savaş yıllarında geçiyorsa gri tonlar, romantik-dram ağırlıklıysa daha sıcak, canlı renkler kullanılır. Tıpkı filmlerde olduğu gibi kitaplarda da renk ararım. Faulkner’ın Ses ve Öfke’si mesela, siyaha yakın bordodur. Jane Austen kitapları soft bir yeşil. Herman Hesse’nin Bozkırkurdu oldukça koyu bir lacivert. Kitapları okurken özellikle rengi bulmak için uğraş vermem ama kendini bir şekilde belli eder. Hans Fallada’nın bu kitabında ise kahverengiyi gördüm. Yoksulluğun, işsizliğin, yaşam mücadelesinin, geçim derdinin, yer yer dramın, acıların kendine yer bulduğu hikayelerde; kahverenginin yanında canlı bir turuncu da kenardan köşeden göz kırpıyor. Bunun sebebi ise yazarın temelde acıyı ve zorlukları ele aldığı metinleri mizâhi bir üslupla, muzip bir şekilde yazması olsa gerek. Dilin ustalıkla kullanılması her şeyden önce ritmi arttırmış. Kasvetli sayılabilecek hikayeleri akıcı -hatta eğlenceli- hâle getirmiş.
Nilay Kaya çevirisi olan ve altı ayrı hîkayeden oluşan Neden Ucuz Saat Takıyorsun? isimli kitap geçtiğimiz eylül ayında Can Yayınları’nın #Kısamodern serisi dahilinde çıktı. Serinin çıkış mottosu “...bir oturuşta okunabilecek, hızlı ve vurucu metinler...” Fallada’nın bu eseri zannediyorum ki daha iyi özetlenemezdi.
Kitaba adını veren hikayede; babası zengin bir saatçi olmasına karşın iki mark seksen beş feniklik ucuz saatle dolaşan bir hukuk öğrencisinin yaşamına tanık oluyoruz. “Neden ucuz saat takıyorsun?” sorularına: “Bu ucuz saati takıyorum çünkü benim babam pinti, huysuz, çekilmezin önde gideni. Bir tanecik oğluna verecek altın bir saati yok” şeklinde cevap verse de esasen bunun bir şımarıklık olduğunu görüyoruz.
“Evlilik Yüzüğü” isimli ikinci hikaye ise kitabın en acıklı hikayesi belki de. Patates toplamak için tarlaya giden Martha Utesch’in alyansını düşürmesiyle başlıyor. Tarlaya giden işçilerin başı Wrede ise borç batağında olduğundan, bir dakika bile düşünmeden alyansı saklayıp Martha ile kocası Wilhelm’in âdetâ talihsiz bir sona doğru sürüklenmelerine sebep oluyor. “Bir İşe Giriyorum” isimli üçüncü hikayede ise ümitsizliğe gark olmuş şekilde, yalnızca ağaçtan topladıkları elma ve civardan bulabildikleri ekmekle yola devam etmeye çalışan, hayatlarını sürdürmek için kapı kapı dolaşan, iş uğruna şehir değiştiren iki arkadaşla karşılaşıyoruz. Ardından “Büyük Benzin Anıtı”nda tek bir gazete haberiyle; şehrini kalkındırmak için benzin istasyonu kurmak isteyen ve halkı karşısına alan bir belediye başkanı ve meclisi görüyoruz.
Kitabın beşinci hikayesi “Sevinç ve Üzüntü” ve ardından gelen son hikaye “Elli Mark ve Mutlu Bir Noel Kutlaması” ile keyifli bir okuma süreci nihayete eriyor. Hans Fallada’nın biyografisine şöyle bir göz atınca, ortaya çıkan ürünlerin yaşamından çok uzak olmadığını görüyoruz. Büyük bir kurgusal zekanın tezahürü olan metinler olduğu da şüphesiz. Beklenmedik sonlarla dolu hikayelerden birinin son cümlesiyle bitireyim ben de yazımı: “Şimdi gecenin içinde kayboluyor Wrede, sadece rüzgârın sesini duyurabildiği ya da bir hayvan hışırtısının duyulduğu tarlaların sessizliğinde. Tek bir insan evladı yok. Ama sessizlik var, uzun bir sessizlik. Ve ışıklar beliriyor şimdi, insanlar ve polis.”