Kurmacanın gerçek ya da yalan olması, bazı okurlar için kurmacanın en az iyi ya da kötü olması kadar önemlidir. Oysa kurmacaya yaklaşırken, ilk kabulümüz onun kurgusal bir eser olduğudur. Kurmacayı okumaya başlarken kurgulanmış bir metne muhatap olduğumuzu biliriz. Bu kabulden sonra bir kurmaca eserde arayacağımız özellikler, onun gerçek ya da yalan olması değil edebî değeridir.
Yazar kurmaca türünde yazmakla okura herhangi bir şey vaat etmediğini peşinen ortaya koyar. Kurmaca konusunda okurla yazar arasında uzlaşılmış, gizli bir durum söz konusudur. Yazar anlattığı şeyin, okur da okuduğu şeyin kurmaca olduğunu bilir ve bu iki taraflı kabulle bir metnin paylaşımı sağlanır. Dolayısıyla kurmacada gerçeğe de yalana da ihtiyaç duyulmaz. Gerçek ya da yalan kurmacanın atmosferinden uzaktadır.
Kurmaca yazmak bir şeyleri söylemek değil, bir şeyleri gösterme meselesidir. Göstermenin yalanla doğruyla ölçülebilir bir tarafı yoktur. Olmayanı olmuş gibi yazmak, onun olmayacağı anlamına gelir mi? Olabilecek olanı söylemek, olmuşluğuna inanmak ve onu yazmak kurmacayı yalana yaklaştırır mı? Gerçek, en gerçek haliyle yazıya aktırılabilir mi? Kurmaca bir metne gerçek ya da yalan ne ölçüde sızabilir? Bütün bu sorular başka zeminlerin kavramlarını aynı paydada düşünme girişiminin zorluğunu ortaya koyuyor.
Yalan yanıltıcıdır. Kurmacanın yanıltmak gibi bir derdi, görevi ve işlevi yoktur. Okur kurmacanın ne olduğunu bilerek onu eline alır ve kendini bile isteye ona kaptırır. Kurmaca, okuru bir şey yapmaya mecbur bırakmaz; ama okuru içinde bulunduğu kalıptan kurtararak kendinden taşmasına, kendine ve yaşadığı ağa uzaktan bakmasına vesile olur. Kurmaca bizatihi yalanın ürpertici yanından kaçışın yoludur. Yalanın bir kastı vardır ve bu kasıt, sanatı dibe çeker. Kurmaca yalandan kurtulabildiği oranda yükselir. Yalanın bir karşılığı, saptırması ve yanıltıcı yanı vardır. Ahengi bozarak yok eder. Kurmaca, sanat tarafıyla ahengi besler.
Hz. Ali Cenkleri kurmacadır. Hz. Ali’nin Hayber Kalesi’ni, Kan Kalesi’ni, Berber Kalesi’ni, gerçekte tek başına fethetmemiş olması bu kurmaca eseri yalan kılmaz. Hz. Ali ile ilgili bilgileri biz elbette cenklerinden almayız. Bu kurgunun bir amacı, kendi içinde bir gerçekliği vardır. Metin kendi gerçekliğini üretmiştir. Asırlardır herkes Hz. Ali Cenkleri’ni bir kurmaca eser olduğunu bilerek okur. Dolayısıyla kurmaca, bir bilgi ve anlam aktarıcısı değil güzellik ve değer üretme işlevi görür. Kurmacada alışılmışın yeni bir bağlamda sunulması okurun hayal gücünü harekete geçirir. İnsanları harekete geçiren şey, emirlerden, delillerden ve mantıktan ziyade efsaneler, masallar ve sembollerdir.
Kurmaca, yazarın disiplininden geçer ve onun müdahaleleriyle sanatın diline dönüşür. Yazar ya da sanatçı da sanatın diliyle kurmacada okura yeni imkânlar sunar. Okur bu imkânların peşindedir. “Günlük tecrübe ettiğimiz o yarı bulanık, yarı uyuşuk hâl, bizi etrafımızdaki ‘gerçeklere’ karşı körleştirir. Sanatçı gözlerimizi, kulaklarımızı ve hayalimizi açar; öyle ki yazdığı, çizdiği veya bestelediği şey, içinde dolaşıp teneffüs ettiğimiz o sisli gerçek çevreden daha gerçek bir hâle gelir.”1 Sanat yoluyla üretilmiş bu gerçeklik aynı zamanda sanatın işlevinin bir sonucudur. Hayatta maruz kalınan katı gerçekçiliğin baskısını dağıtmak suretiyle okuru ideal forma yaklaştırır. “Sanat bir taraftan kendi alanı içinde sorumluluk üstlenirken, diğer taraftan hayatı kavramaya can atar, hatta hayatın ta kendisi olmak ister. Kurgular yaratmak suretiyle gerçekliğin baskılarını bertaraf ederek, bizim gerçekliği biçim üzerinden daha iyi anlayabileceğimiz düşüncesini yayar. Biçim gerçekliği, duyuların gerçekliğinden daha hakiki bir hâle gelir. Ya da sanat bunun böyle olduğunu iddia eder. ”2
Gerçeklik kavramının elbette hayattaki karşılığıyla edebiyat eserindeki karşılığı farklıdır. İlla kurmacada bir gerçeklikten bahsedeceksek, kurgulanmış bir gerçeklikten bahsedebiliriz. Ve bu, gerçekliği anlamayı amaçlayan sanatsal bir müdahaledir. Kurmacanın odaklandığı gerçeklik okurun zihninde uyandırmayı amaçladığı gerçekliktir. Dostoyevski, romanlarında insan ruhunun derinliklerine ne sırf gerçeklerle ne de sırf yalanla ulaşabilirdi. Kurmacanın tahayyül sınırlarını zorlayarak ve eserlerinde bıraktığı boşluklar sayesinde oralara varabildi. Onun insana dair anlattıklarını ve hiç yaşamamış karakterlerini yalanla ya da gerçeklikle kavramak mümkün değildir. Onların gerçekliği, Dostoyevski’nin okurun zihninde uyandırmayı planladığı gerçekliktir.
Kurmaca ile gerçek dünya arasındaki bağlantı, ya taklide ya da temsile dayalıdır. Kurmacalardaki karakterlerin gerçek insanlara, olayların da gerçek hayattaki olaylara benzemeleri bir gerçeğin ortaya çıkartılması için değil; gerçeklik dediğimiz şeyin anlaşılmasına hizmet etmek için vardırlar. Kurmacada karşımıza çıkan imge, anlatılanı temsil ettiğinden dolayı gerçek ya da yalanın bir parçası değildir. Temsil ettiği şeyin göstergesidir. Okur onun üzerinden gideceği yere ulaşır. Her okurun ulaşacağı yer de farklılık gösterebilir.
Kurmaca -yazarın yaşadığı bir gerçek olmasa bile- gelip bir gerçeğe yaslanabilir. Kurmacanın kökleri insan deneyiminden beslenir ve deneyimlerin gerçekliğine yakın düşer. Kurmaca, hayatın ölçeğini küçülterek onu okurun ulaşabileceği yere koyma çabasındadır. Kundera’ya göre “Roman gerçekliği değil varoluşu inceler. Varoluş ise bitmiş bir şey değildir; varoluş, insani olabilirliklerin alanıdır, insanın olabileceği her şey, yapabileceği her şeydir.”3
Kurmaca, hayatın gerçeklerini malzeme olarak kullanıp onu bozar ve dönüştürerek kendi iç gerçekliği hâline getirir. Yazarın süzgecinden geçen gerçeklik, kurmacanın iç dinamiğinde bambaşka bir hâl alarak ve kurmacanın genel çerçevesinin içindeki yerine yerleşerek başka bir şeye dönüşür. Kurmacanın ortaya çıkardığı bu gerçekliği hayatın gerçekliğiyle ölçemez, birbirlerinin yerine koyamayız. “Hiçbir kurmaca metin, gerçek yaşamdaki değer ölçülerini, durumları, davranış ilkelerini olduğu gibi kopya etmez, bunlar arasında belli bir seçme yaparak, seçilen öğeleri kendi aralarında yeniden düzenler. Bu düzenleme, gerçek yaşama oranla, bir olasılıktır ancak. Ne gerçeğin özdeşidir, ne de karşılaşacağı okurun bireysel değer ölçüleriyle yazınsal beklentilerinin.”4 Bir gerçeğin her yazar tarafından farklı açılardan ele alınarak anlatılması bize gerçek diye kabul ettiğimiz şeyin tek biçimli, tek tanımlı bir veri olmadığını gösterir.
Düşünceler de gerçekler gibi esere dâhil olurken kurmacanın formunu alır. Kurmacanın çerçevesi içerisinde farklı biçimlere girer. “Romanın gövdesine girerken, düşünceler öz değiştirir. Romanın dışında, insan doğrulamalar, kesinlemeler alanında yer alır: Herkes söylediğinden emindir; politikacısı, filozofu, kapıcısı... Roman alanında doğrulama yapılmaz. Burası oyunların ve varsayımların alanıdır. Bir kez romanın bünyesine girmeyegörsün, düşüncenin özü değişir; dogmatik bir düşünce varsayımsal olur.”5
Sanat, yazarın da okurun da tecrübesini aydınlatır. Kurmaca, katı bilgiye yaklaştığı oranda sanattan uzaklaşır. Kurmacada sanat, okura bırakılmış boşluklarda yatar. O boşluklarda yazar tarafından söylenmeyen ama gösterilenleri ve hissettirilenleri yorumlamak okura bırakılır. Dolayısıyla okurun zihnine sorular serpen kurmaca, gerçekliği yorumlamayı okura bırakır.
En somut haliyle bir olayı anlatan yazar son kertede o olayı anlatıyor değildir sadece. Olayı kendi bakış açısına göre, kendi süzgecinden geçirerek yorumluyordur. Ortaya konulan, olayın tam teşekküllü anlatımı değil bizatihi yazarın kendisinin yorumudur. Okurun eleştirisine ve reddine açıktır. Okurla yazar arasındaki bu gizli ve uzlaşılmış durum bizi yalana dolayısıyla yanılgıya götürmez. Yazarın yanıldığını hatta okuru yanıltma düşüncesine kapıldığını dahi söyleyebiliriz; ama kurmacanın yalan olduğunu söyleyemeyiz.
Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!
Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım