Sizi yalnız bırakalım
Cemal ile ailece tatildeyiz. Biz ne yapıp edip bir köşe buluyoruz. Eşlerimiz “Sizi yalnız bırakalım.” diyorlar. Sağolun. Sonra akşam oluyor. Bilgisayar açılıyor, öyküler okunuyor, kitap tasarıları, gelecekte atılacak adımlar. Durumlar, tutumlar değerlendiriliyor. Cemal yıllardır kendi öykülerini okumayı çok sever. Bugün de yeni yazdığı öyküsünü okuyor.
04.04.2005
Öyküye, şiire nitelik olarak en üst basamaktan başlayıp sonra arkasını getirmeyen, yaptıkları işe ara veren, susan, giderek yaptıkları işten uzaklaşan yazarların bu tutumu gerçekten de izaha muhtaç. Bunların nedenleri, arka planları hiç kuşkusuz incelenmeye değer bir konu. Zamanla bu yazarların unutulup gitmeleri hazin bir durum. Eski kitapları karıştırırken, dergileri tararken bir şekilde karşımıza çıkarlar. Yapılacak bir şey yoktur, kitabı bir yerlere yerleştirir, dergi sayfalarını kapatırız. Ama kimi yazarlar vardır ki hiç unutulmazlar, içimizde bir sızı olarak kalırlar. Bunların susuşlarını, artık yazmıyor olmalarını bir türlü kabullenemeyiz.
14.07.2005
Anna Karenina’yı okurken roman ve öykü arasındaki farkı daha iyi anlıyorum. Tolstoy roman ilerledikçe, okurun olup biten şeyleri unutmuş olabileceğini düşünerek, geçişlerde, bölüm başlarında, bir kahramanın iç monologlarından olayları, durumları hatırlatmak için geçmiş sayfaları özetlemek zorunda kalır. Çünkü insan romanı her yeniden ele alışında başlarda olup bitenleri unutur.
20.08.2005, Küçükkuyu
Cemal ile ailece tatildeyiz. Biz ne yapıp edip bir köşe buluyoruz. Eşlerimiz “Sizi yalnız bırakalım.” diyorlar. Sağolun. Sonra akşam oluyor. Bilgisayar açılıyor, öyküler okunuyor, kitap tasarıları, gelecekte atılacak adımlar. Durumlar, tutumlar değerlendiriliyor. Cemal yıllardır kendi öykülerini okumayı çok sever. Bugün de yeni yazdığı öyküsünü okuyor. Gökte yıldızlar, karşımızda deniz ve zeytin ağaçları. Sabah dört oluyor. Boğazım yanıyor. Cemal ile her buluşmamızda yeniden sigaraya başlıyorum: “Yak bi tane...” Öykü sözcüklerine sigara dumanları karışıyor.
22.08.2005
Öykücüler değiştiği için öyküler değişmedi. Toplum, hayat, zaman değiştiği için öyküler değişti. Ama “büyük hikâye” aynı...
23.08.2005
Hiç olmadık yerde bir çiçek olarak sunuluyor hayat. Onu seviyorsunuz, kokluyorsunuz. Ne güzel diyorsunuz. Birden yok oluyor çiçek. Elinizde kırmızı lekeler kalıyor her şeyden. Sonra lekelere bakıp bu gerçek mi diyorsunuz.
20.09.2005
Yeni bir dergi çıkıyor. Bir öykü dergisi. Nalan Barbarosoğlu bir e-mail göndermiş.
“Sevgili Necip Tosun merhaba...
Durumdan -genel hatlarıyla da olsa- haberiniz vardır: Bir öykü dergisi çıkarıyoruz... Bir aksilik çıkmazsa, ilk sayısını Kasım 2005’te yayımlayacağız. Adı, Eşik Cini... Ekibimizde Nursel Duruel, İbrahim Yıldırım, Enver Ercan, Mehmet Zaman Saçlıoğlu, Handan İnci, Yekta Kopan, Müge İplikçi, Murat Batmankaya, Ergun Kocabıyık, Jaklin Çelik, Saadet Özen -ve ben- yer alıyor...
Ayrıntıları konuşmak için, sizin için bir sakıncası yoksa sizi ev telefonunuzdan arayacağım...
Kolay gelsin ve verimli çalışmalar dileklerimle,
Nalan Barbarosoğlu”
30.09.2005
Öfke bütün bir yaratıcı eylemin kaynağıdır. Sevgi de öyle. Öfkesiz ya da sevgisiz metinlerin okurda karşılığı yoktur. Bir yeriniz acımadan nasıl o organınızın kıymetini bilmiyorsanız, bir şeyin öfkesini hissetmeden de derinliğine olayı kavrayamaz, sansürsüz, infilak hâlinde metne aktaramazsınız. Tutkusuz, heyecansız, öfkesiz, sevgisiz sanat olmaz.
09.11.2005
Özneye ulaşmak imkânsızsa, ondan bir iz, özneyi hatırlatacak yansımalar ve simgeler buluruz bir başkasında. Ama bu teselliden, yokluğa, kaybedişlere bulunmuş mazeretlerden başka bir şey değildir.
11.11.2005
İnsanın aldanışı üçtür.
Çocuksundur ama gençliğine özenirsin, büyükler gibi yürürsün, çocukluk, yuvarlanıp kaçar önünde. Bu ilk aldanıştır.
Genç olursun ama birden büyürsün, olgunlaşırsın, yaşlılar gibi yürür, davranırsın. Gençliğin beli bükülür. Bu ikinci aldanıştır.
Sonra yaşlanırsın. Bu kez de çocuk gibi, genç gibi davranırsın. Bu senin son aldanışındır.
İnsanın aldanışı üçtür