Sirayet

Arabaya binmeden eve son kez dönüp baktı kadın.
Arabaya binmeden eve son kez dönüp baktı kadın.

Hatırlıyordu. Çocukları olmayan bir çift, kızları “zeki” bir aile, yeni evli karı koca, bir küçük kız, ilk çocukluk dönemini burada geçirmiş tatlı bir kız. Babasından ayrı büyümüş annesine kıyamamış bir kız. Ne çok hatıra, ne çok sirayet... onlarca farklı duygunun ve yaşanmışlığın bulaşığı var her köşesinde..

Kadın masanın ardından kendine eğilen adamın farkına bile varmamıştı. Birden patlayıveren sesle irkildi, “Hanım kızım, ben bunu kardeşime göndermek istiyom, yapabilin mi?” Kendisine çevrilmiş dikkatli yüz hatlarına aldırış etmeden, birdenbire masadaki pakete çevirdi gözlerini. Aman Tanrım diye tısladı dudaklarının arasından. Vücudu ürperdi. Anlamıştı. Yine olacak diye geçirdi içinden. İşte yine o his. Psikolog hapları al bir şeyciğin kalmaz demişti hani! Ama zaten daha bir şeycik olduğu da yoktu ki. Üstüme yapışıp kalmış bu lanet, nereye gidersem gideyim benimle olacak. Artık buna katlanamayacağını düşünen kadın, göz kapakları çökmüş adama yalvarırcasına baktı. O pakete elini sürmek istemiyordu. Artık tonlarca şeye tanık olmak ona ağır geliyordu, gücü kalmamıştı. Ama maalesef şu an için hiçbir mesai arkadaşı da müsait değildi. Yine bilmediği, tanımadığı hayatların kapılarının kendini tahrik ederek aralandığını hissetti, garip bir gıcıklanma gibi. Hafifçe aralanmış bu gizemli kapıdan yabancı bir koku yükseliyordu. Şimdiye kadar hiçbir şeye benzetemediği bir koku.

Bir çıkar yol yoktu. Usul hareketlerle ayağa kalkıp adamın elindeki orta boy pakete baktı. Artık kabullenmişti, elini uzattı. Kapı iyice aralandı. Yüzüne bir rüzgâr çarptı. Paketi eline aldı. Gözleri kapandı. Bir haykırış sesi duydu. Kanı çekildi. Bir ayrılık, arkasındakileri kırıp geçiren bir gidiş, saatleri birbirine karışan günler. Kapalı gözlerinin içinde, elektrik çarpmalarına benzer ışıklar patlıyor, bu ışıkların titreşimleri tüm bedenine sıçrıyordu. Çevresindeki her şeyi iyileştiren biri, yalnızca kendine iyi gelemeyen. Nemli gözleriyle sakalına göre daha siyah bıyıklı adama baktı. “Bir şey mi dicen kızım? Sen iyi misin sarardın gittin?” Tartım işlemlerini hallettikten sonra adamdan adres ve iletişim bilgilerini aldı. Adam tebessüm ederek çıkıp gitti. Nefes nefese kalan ve rengi sararan kadın yerine oturdu. Bir süre sonra dağıtıma çıkan arkadaşı, ıslak kıyafetleriyle geldi. Birer çay söylediler. Kadın çayını içerken aynı anda teslimat bilgilerini bilgisayara geçmeye başladı.

“Yeminle ne ruh hastaları var ya! Üşenmemiş kimlik numarasını rakam rakam ezberlemiş.” Nefesi kesilerek gülen kadın lafa atladı; “Geçen anlattığın da skandaldı. Kavga etmişsiniz ya Süleyman sen misin falan diye.” Kahkahalarla biraz da ne dendiği anlaşılamayan konuşmaların arasında şubenin kapısı açıldı. Oldukça basık havanın ve etraftaki apartmanların etkisiyle içerisi epey loştu. İçeri kısa boylu takım elbiseli biri girdi. Sol elinde çantasıyla masaya yaklaştı. Heyecanlıya benziyordu. Kadın aniden üstüne bir kasvet çöktüğünü hissetti. Kıyafetleri benek benek ıslanmış adam, kesik cümleler sıraladı arka arkaya. “Size bir ev kalmış, biliyor musunuz? Gerçi, biliyorsunuzdur tabiki de, şey, geçen sene.” Koltuğunda pelteye dönmüş kadının yüzü gerildi. Pek bir şey duyamadı. Kamulaştırma işlemi olacak, tapuyu aldık, yani sizinle şimdi, ölçüm yapacağız sonra da, metre kare hesabından devlet size öde.. aslında doğru gelmiyor bana da ama, civardaki tüm apartmanlar boşaltı... efendim? yok hanımefendi olmaz, sizin de gelmeniz lazım.

İyi misiniz? E arkadışınız var o idare edemez mi? Çok sürmez zaten. Neyiniz var? Kesinlikle imkanı yok maalesef. Yok öyle de olmaz ne yazık... ne sayıkladığı belli olmayan kadının hiçbir şey duymadığı belliydi. Koca koca olmuş gözleriyle yanındaki sandalyede oturan arkadaşına bakıp şubeden çıktı. Taş kesilen kadın arabaya bindi, kısa boylu adam da çantasını kucağına alarak yanına oturdu. O eve gittiğine inanamıyordu. Neden daha fazla direnmemişti! Erteleyebilirdi en azından! Niye daha kararlı ve kesin durmamıştı! Nereden çıkmıştı bu kamulaştırma ne bileyim neyi! Yıllardır bilerek hep uzak durduğu o eve ne bok vardı da gidiyordu şimdi tıpış tıpış. Adamın ölçmesini uzaktan bekleyeyim ve hiç oyalanmadan iki üç dakika içinde her şey olup bitsin.

Tüm vücudu uyuşmuştu. Allah belasını versin. İlk zamanlar bunun bir yetenek olduğunu sanırdım. Bir özel güç, görünmez olmak gibi, insanlara istediğini yaptırmak gibi. Görülenin kenarına köşesine sinen bir ayrıntıyı görüp çekiyor ve kocaman hayatlar çıkartıyordum. Sahi yaşamlar, sahi mutluluklar, zevkler ve... acılar. Başka bir zamandan sıçrayıp olanlara tanık oluyordum. Ama olay yerinde olan kimsenin bu tanıktan haberi olmuyordu. Üstü kapatılan meseleler, gizli kapaklı halledilen işler, bazen gecenin karanlık ve tenhalığına, bazen gündüzün hareket ve kalabalığına, çoğu zaman da iki dudağın ıslak yumuşak iç yüzeyine gizlenen “şey”ler, heyecanlı ve uçuk deneyimlerdi.

Kalbim heyecandan gümler suratında bir sırıtış peyda olurdu. Merakımı kamçılayan birçok birçok şeyleri öğrendim. Sonra bunun hiç doğru olmadığını sürekli fısıldayıp duran bir ses çıkıverdi ortaya. Çok geçmeden, merak etmediğim birçok şeyleri de öğrenmek zorunda kaldım. Artık istemiyorum dediğimde çoktan iş işten geçmişti bile! Bu olsa olsa, bir yetenek değil, özürdür! Hiç görmemek hiç duymamak nasıl özürse, bunların fazlası da özürdü bence. Dış boyası yer yer kabarmış ve dökülmüş evin önünde durdu. Adam arabadan indi eve doğru ilerliyordu ki koltuğunda oturan kadına alınmış gibi baktı. Dudaklarını kımıldatmadan adama bildiği tüm ağır küfürleri etti. Buz kesmiş elleriyle kemerini çözüp indi. Tek katlı bu harabeye bakınca sandığı kadar kötü olmadığını zannetti. Bahçedeki ufak havuzun içindeki pisliklere baktıktan sonra bahçeyi dolaşmaya başladı. Beklediği kadar kötü olmadığını görünce az kalsın kendini iyi ve güçlü hissediyordu ki ansızın bir ağa takıldı.

Güçlü duruşuyla yendiğini düşündüğü fakat gafil avlandığı o ağın pençesindeydi. O korkuyu ve bilinmezin içini titreten gücünü hissetti. İşte başlıyor dedi yavaş yavaş yürürken. Bodrum kapısındaki göçük dikkatini çekti. Etrafına bakındı. Kadın kapıdaki göçüğe yaklaştı ve eliyle oraya dokundu. Şimdi, buz kesmiş bedeni zangır zangır titriyordu. Gözlerini kapadı. Seneler önce. Evde ilk yemek yiyen, uyuyup uyanan insanlar. Kafa dağıtmak ve stres atmak için yapılan bisiklet gezileri. Biraz olsun enerji atmak için çevrilen pedallar, bir kez gülmek yüz kez somurtmak.. suçlu arayışı? Pedalların bir işe yaramaması, mesela suçluyu bulmaması. Gözlerini kapatmış duvarın yanına çöken kadın, bir sokak köpeğinin sesiyle irkildi. Esas mesele gerçekten de suçluyu bulmak mı olmalıydı? Öfke nöbetleri. İki kişilik bir buhran. İki boğazlık bir darağacı. Bodruma fırlatılan bisiklet. Endişe. Stres. Endişe. Stres. Yine ve yine.. sonu yok bunun.

En azından burada sonu yok, bitmemiş. Bu haykırışları kazımışlar evin her yanına. Ayağa kalkan kadın ölçüm için gelen mühendise bakındı. Yoktu. Tüm bahçeyi dolandı, yoktu! Anlamalıydım! Bu da bir parçası demi! Ah aptal kafam, ahh! diye kendine bağıra bağıra hızlı adımlarla arabaya yöneldi. Tam arabanın kapısını açmıştı ki, tekrar kapattı, süs havuzunun yanından geçerek evin merdivenlerine yöneldi. Çelik kapıyı iterek içeri girdi. Hiçbir yere dokunmamak ve hiçbir noktaya uzunca bakmamak için gayret sarf ediyordu. Beyninde dönüp duran sesler, kendi beynine özel sesler, kendine özel açılmış gizli bir kapı. Geçmişin ve bazen geleceğin içinden sızdırılan gizli bir esrar. Ona göre lanetli bir esrar.

Salon görünümlü büyük odaya girdi. Rutubet kokusu. Etrafına bakındı. Balkon duvarı boydan boya kabarmış. Kaloriferin önünde durup balkon büyüklüğüne baktı. Dalgın dalgın ellerini radyatöre koydu, ağacın güçlü dallarına ve yarıklarla dolu gövdesine daldı. Radyatörün aralıklarından ellerine, oradan tüm vücuduna nüfuz eden hastalıklı bir çocukluk. Ruhunu zehirli sarmaşıklar gibi sarıp sıkan bir çocukluk. Hep azar, hep daha fazla beklenti ve memnuniyetsizlik. Sıcak bir kış günü. Belki çarşamba günü. Belki hafta sonu, kendine tatil veren bir ufaklık. Ayaklarını dayamış radyatöre, gevşemiş sıcakta, televizyon izlemek istemiş canı. Ama... hayır! o bir yarış atı! Diğer tüm yaşıtlarından farklı! Selmaların sivilce tarlası suratlı oğlundan ve Mahmutların esmer ikizlerinden ve yan taraftaki gözlüklü ama geri zekalı kızları Sinem’den ve hala dayı amca teyze çocuklarından ve ve ve daha nicelerinden, hepsinden, hepsinden farklı. Değilse bile olacak!

Saatlerce televizyon izlemek mi? Sokakta oyun oynamak mı? Kafayı yemiş olmalı. Kadın büyük bir akıma kapılmışçasına sarsılıp ellerini radyatörden çekti, uzaklaştı. Kıyamadı. Şakakları kalp gibi atıyordu. Bitişik olan mutfak ve oturma odasına bakındı. Bir kez daha gücünü toplamaya çalıştı. Vücudunun enerjisinin tamamen biteceğini hissediyordu. Bir yanı burada neden olduğuna anlam veremediği halde diğer yanı niyeyse kalıp sonuna kadar bilmeyi-görmeyi istiyordu. Zihni bu kargaşaya daha fazla dayanamazdı. Boyutlardan hangisinin gerçek hangisinin sahte olduğunu, hangisini yaşadığını ve kendisinin kim olduğunu karıştırması an meselesiydi. Son bir gayretle tezgahta elini gezdirip krem-sütlü kahve pürüzsüz mutfak dolaplarını süzdü. Dolaplar muhtemelen son kiracılar tarafından yapılmıştı. Mutfağı incelerken anında ihtiras ve şehveti iliklerinde hissetti. Birbirine bağımlı yarı çıplak bedenler her şeyi her şeyi düşürüp kırıyor, parçalayıp unufak ediyor, dağıtıyordu.

Tüm ev öpüşme sesleriyle doluyor yanık iniltilerle titriyordu. Alnında bir ağrı hissetti. Çatık kaşlarıyla oturma odasına geçti. Tüm duvarlar, yerler, köşeler arzuyla burkuluyordu. Kadının kalbi sıkıştı. Zihnine akan görüntüler ve hisler yüzünden ne yana gideceğini bilemedi. Filmler, ne olduğunun önemi olmayan filmler... hep yarıda kesilen filmler. Hep yarıda kesilen planlar ve işler, kan ter içinde kendine gelişlerle son bulan saatler... Vücudunu sırtında tonluk bir çuval gibi taşıyordu. Kendini ufak odaya attı. Bir yatağın ve belki ufak çaplı bir giysi dolabının zorla sığacağı çocuk odasına girdi kadın. Gri renkli soluk apartman tamamıyla pencerenin önünü kapatıyordu. Bir çocuk sesi duydu, hemen etrafına bakındı. Yaşlı bir kadın, dokuz on yaşındaki çocuğa kapıyı kilitlemesini söylüyor. Söylemiyor nefesi kesile kesile sıkı sıkıya tembihliyor. Yaşlı kadını görünce burnu sızladı kadının. Yaşlı kadın, o geldi, yine geldi diye dört dönüyor evde.

Bir boşanmayla mahvolan çocukluk dönemi, eriyor çarpık duvarlarda. Çocuk yatağının kenarına ilişip ağlıyor. Hıçkırıkları yüzünden sarsılarak ağlıyor. Kadın ufaklığın yanına oturuyor. Kız başını kaldırıyor. Göz göze geliyorlar. O an tüm zaman ve mekan eriyor. Birbirlerinin gözlerinin içine bakıyorlar. Birbirlerinin gözlerinin içinde kendilerini görüyorlar. Birinin içi parçalanıyor, öteki merakla inceliyor. bir yandan da gurur duyuyor. Kadın, ufak kızın elini ellerinin arasına alıyor, yetmiyor sarılıyor. Okuldan sonra servis onu bu anneannesinin evine bırakıyor, akşam genç bir kadınla beraber başka bir eve gidiyor. Sımsıkı sarılıyor. Güzel ama yıpranmış bir kadın. Çırpınan bir kadın. Hıçkırıkları birbirine karışıyor, tek hıçkırık halini alıyor. Sanki güçlü olacağım derken ölümsüzlüğü bulmuş biri. Öylesine zor ve çetrefil bir yaşam, çocuğu korumaya çalışıyor, kimden, kapını kilitle diyor buruşuk kadın, gelen kim, çocuk hep ağlıyor başını ellerinin arasına alıyor.

Kemiklerinin sıkıştığını hissettiği halde, sıkıyor. Birbirlerinin içinde kayboluyorlar. Kadın gözlerini açıyor. Camları damla damla olmuş ufak odada kendine sarılmış, yüzü ıpıslak. Kendini sıkmaktan acımış kolları. Kadın daha fazla yaşanmışlıkların ağırlığına dayanamayan, keçeye dönmüş kafasıyla öylece duruyordu. Her taraf insan kaynıyordu. Her yan sesler ve hareketlerle kıpırdanıp duruyordu. Ev tıka basa doluydu. Önünden telaşla yürüyüp geçen, kah ağlayan kah bağırıp çağıran yaşlı kadına uzun uzun baktı. Ağlamaktan gözleri şişmiş çocuğun, annesi geldiğinde sanki az önceye kadar sümüklerini çeke çeke ağlayan o değilmiş gibi gülüp şaklabanlık etmesini gören kadın dengesini kaybetti. Ensesinden müthiş bir ağrı yükselmeye başladı. Bahçeye indi. Toprak kokulu, nemli berrak havayı ciğerlerine çekti.

Hatırlıyordu. Çocukları olmayan bir çift, kızları “zeki” bir aile, yeni evli karı koca, bir küçük kız, ilk çocukluk dönemini burada geçirmiş tatlı bir kız. Babasından ayrı büyümüş annesine kıyamamış bir kız. Ne çok hatıra, ne çok sirayet... onlarca farklı duygunun ve yaşanmışlığın bulaşığı var her köşesinde.. Arabaya binmeden eve son kez dönüp baktı kadın. Kapıyı biri yumrukluyordu. Tüm gücüyle kırmaya niyetliymiş gibi kapıyı yumruklayan bir adam vardı. Her şeye rağmen, gidip adamı kucaklamak istedi. Gidip hiçbir zaman göremediği o adama sarılmak istedi. Kendisini görmek için bu kapıyı her gün yumruklayan adam için o da bir şey yapabilirdi, neden yapmamıştı? Neden kılını kıpırdatmadan öylece odasında oturmayı seçmişti? Açık salonun penceresinden bağırışlar geliyordu kulağına. Annene söyle bir daha kimse bu konuyu ikide bir açıp durmasın, olmuyorsa olmuyor işte! ya ben çok mu seviniyorum bu konu sık sık açıldığında. Doktor da dedi zaten senin yüzünden olmuyor!

Mutfakta bir şangırtı koptu. Fevri hareketlerle birbirini soyan iki beden görünüyordu belli belirsiz. Islak öpücükler parlıyordu güneş vurdukça. Çocuk odasından gizlice geldiği anlaşılan çocuk, balkon demirliklerinden sarkarak arkadaşlarına mahzunca bakıyordu. Gelemem ki, gerçekten istiyorum ama ders çalışmam lazımmış deyip sesi titriyor. Gözü yerde yuvarlanan topta, kulağı içeriden gelecek adıyla seslenecek bir bağırışta. Kadın geçmişin geçmişte kalmadığını her anın kendi içinde kısır döngüyle var olmaya devam ettiğini görüyordu. Bitkin düşmüş bir halde, arabaya bindi, cesede dönen vücudunun kendine gelmesi zaman alacaktı. Sokağı dönüp ana caddeye sapacağı sırada, sağında bir gölge hissetti. Hızla kafasını çevirdi. Genç ama solgun yüzlü silik tenli bir kadın, gözleri kırmızı, bisiklet sürüyor.