Şeyda Arslan Öyküsü
Şeyda Arslan, günümüz genç öykü yazarları arasında kendi sesini bulabilmek için büyük adımlar atan ve atmaya devam eden bir öykücü. Kendisini edebiyat dergilerinde yakın zamanlarda görmeye başladık. Öykü yazma süreci daha uzun olsa da yazdıklarını yeni yeni yayımlamaya başladı.
Bir hız ve değişim çağından geçiyoruz. Zamanın en küçük dilimine karşılık gelen süreler içerisinde dahi karşımıza, yeni olaylar, oluşumlar çıkıyor. Henüz ne olduğunu bilmediğimiz, anlamadığımız kavramları çözmeye çalışırken yeni kavramlar giriyor hayatımıza. Bu hızlı değişimin sanatımıza, ekonomimize, kültürel yaşantımıza olumlu ve olumsuz etkileri de oluyor haliyle. Bu etkilerin tümünü incelemek başka bir yazının konusu olacaktır. Bu değişimin genelde sanat, özelde edebiyat dünyasındaki etkilerine kısaca baktıktan sonra, günümüz öyküsünde öne çıkan başka bir genç öykü yazarı Şeyda Arslan’ın öyküsü üzerine eğilelim.
İnternetin yaygın kullanımının getirdiği en büyük kolaylık iletişim süresini saniyelere kadar indirmesidir. Hangi konumda olursanız olun internet erişiminiz varsa size kilometrelerce uzak olan birisine, dakikalar içerisinde ses, görüntü ve yazı dosyaları aktarabiliyorsunuz. Bir dergi ya da site editörüne ulaşmak da çok kolaydır artık. Kısa süreler içerisinde metinlerinizi yayımlatma imkânına sahibiz. Metinlerin kolay bir şekilde yayımlanmasında sadece iletişimin kolaylaşmış olması etken değil tabii. İnternet kullanımı ve buna bağlı olarak çeşitli uygulama ve platformların da yaygınlaşması ile eser üreten her ismin bir şekilde kendisine yer bulması kolaylaştı.
2016 yılında yayımlanan verilere göre, Türkiye’de matbuu yayın yapan yaklaşık 900 civarında dergi ve fanzin vardı. Bu sayıya e-yayınları da eklediğimizde karşımıza muazzam bir kalabalık çıkıyor. Genç yazarın imtihanı da tam olarak burada başlıyor. Denetimsiz bir şekilde çabucak yayımlanan bazı metinlerin görünürlüğüne aldanıp etkilenecek mi? Yoksa kendi çizgisini bulmak için kavga vermeye devam edecek mi? Seri halinde kaleme aldığım bu yazılarda daha önce, öykü yazarının kendi sesini bulmasının önemine değinmiştim. Bir yazar kendi sesini bulduğunda ancak varlığından söz etmeye başlayabilir.
Şeyda Arslan, günümüz genç öykü yazarları arasında kendi sesini bulabilmek için büyük adımlar atan ve atmaya devam eden bir öykücü. Kendisini edebiyat dergilerinde yakın zamanlarda görmeye başladık. Öykü yazma süreci daha uzun olsa da yazdıklarını yeni yeni yayımlamaya başladı. Ve yayımladığı öykülere bakarak bu sabırlı bekleyişin meyvelerini şimdiden almaya başladığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Genç yazar, ilk olarak Hece Öykü’de gösterdi kendisini. Daha sonra Post Öykü ve Mahalle Mektebi dergilerinde öykülerini yayımlamaya devam etti.
Hikâyesi güçlü öyküler
Günümüz öyküsünde sayısal bir artışın yaşandığı ve buna bağlı olarak da bir karmaşanın kendisini gösterdiği herkes tarafından bilinen ve kabullenen bir gerçektir. Öykü türü var olma savaşı verirken, sadece onu yok saymaya çalışan, şiirin kapısına bir yere yerleştirmeye çalışan anlayışla değil; kendisiyle de kavga etmiştir. Farklı zaman dilimlerinde yenilikçi arayışların, deneysel çalışmaların yapıldığını görüyoruz. Günümüzde de bu yenilikçi ve deneysel tavır varlığını sürdürüyor. Metnin biçimsel ve dilsel yapısı, hacmi, teknik yönü nasıl olursa olsun güçlü bir hikâyesi olan öykülerin bu karmaşadan sıyrılıp hak ettikleri yere ulaştıklarını, kendilerini gösterdiklerini söyleyebiliriz. Şeyda Arslan da bu var olan karmaşanın içerisinden güçlü hikâyelere sahip öyküleri ile sıyrılıyor.
Şeyda Arslan’ın öykülerini başarılı kılan tek neden güçlü hikâyelerin varlığı değil elbette. Genç yazar pürüzsüz anlatımı, dil hâkimiyeti, kurgu başarısı ve mizah ve merak unsurlarını dengeli bir şekilde kullanmasıyla da öne çıkıyor. Şimdi bütün bunlar olmadan iyi bir öykünün varlığından söz etmek mümkün değil zaten diyebilirsiniz. Evet iyi bir öykü için bunların bir araya gelmesi şart ancak bunu her yönüyle usta isimlerden bekleyebiliriz. Yazdıklarıyla Türkçe öyküye yön veren, öyküye yeni kapılar açan isimlerden bu kusursuzluğu bekleyebiliriz. Usta öykü yazarlarından beklediğimiz olgunluğun genç bir yazar tarafından gerçekleştiriliyor olması bu ayrıntılardan bahsetmemizi gerektiriyor. Usta yazarlar için olmazsa olmaz olan bu unsurların her biri henüz yolun başında olan, sadece dergilerde yayımladığı öykülerle kendisini gösteren genç yazar için başarı demektir.
Gerçek ve diğerleri / mi?
Ara başlığın sonundaki soru ve belirsizlik ifadesi Şeyda Arslan’ın öykülerinde karşılık bulan gerçeklik algısını da ifade ediyor. Yazarın çağdaşı olan genç öykü yazarlarından ilk olarak güçlü hikâyeleriyle ayrıldığını belirtmiştim. Yazar ikinci olarak da belirsizlik sınırlarında dolaşan gerçeklik anlayışıyla kuruyor kendi çizgisini. Kimi zaman bütünüyle dışarıda olan, maruz kaldığımız yaşantıların sınırlarında gezinirken kimi zaman da bizi büyülü dünyaların sınırlarına taşıyor.
“Kaptan Guşav ağır adımlarla güverteye çıktı. Yılların verdiği tanışıklıkla eskimiş döşemeler yalnız onun adımları altında inlemez, sızlamazdı. Gemisi, horultulu uykularında olan tayfanın düzensiz nefeslerine ve rüzgârın ninnisine kendini bırakmış tatlı tatlı sallanıyordu. Alışık olmayan adamı çileden çıkarır aslında bu. Nihayetinde insanoğlu bastığı yerin sağlam olmasını ister. Hani durmadan yalpalayan bir evde yaşamak her baba yiğidin harcı değildir. Karadayken bu kez de kendi içindeki şişman deniz onu rahat bırakmadığından belki, Guşav hiçbir zaman bu hırçın suları yadsımamıştı. O, çocukken anlatılan tumturaklı masalları yadsırdı, babasının mütemadiyen solgun duran yüzünü sonra. Ellerini cilalı küpeştede gezdirdi. Bir kardeşin sırtını sıvazlamakla aynı şeydi bu.”
Deniz insanlarını anlattığı bu öyküsünde yazar, sanki o güvertede gezmiş ve oradayken yazmış gibidir bu öyküsünü. Yazarı, burada ayağını bütünüyle içinde bulunduğumuz gerçekliğe basarken bir başka öyküsünde cinlerle geçmişe yolculuk yaparken buluyoruz. Üstelik bu cin Alâeddin’in sihirli lambasından değil; bir intörn’ün florasan’ından çıkıyor.
“Neler oluyor’uma kalmadan da duman toplaşıp ikiye beş bir mahluğa dönüştü. Esteuzubillah! Ellerim florasanda, ağzım yerlerde bakakaldım bu yaratığa. Pofuduk pofuduk bir şeydi. Hani insana benziyor desen değil, hayvan desen hiç değil. Öyle acaib bi’ şey. Küçük bir kalp spazmı geçirmek üzere olduğumu görünce gülmeye başladı.
“Destursuz geldim sanırım, bağışlayın sahip!”
Yutkundum. Sesinden anladığım kadarıyla dâhil olduğu familyanın dişil grubuna mensubtu.
“Yok, bacım estağfirullah da sen tam olarak...”
“Dileğinizi yerine getirecek cinim elbette kuzum”
“Kuzum?” Dönüp bir lambaya bir de cine baktım. Florasandan lamba cini mi çıkarmış da diyemedim. 21. yüzyılda hendekleri develerden atlatıyordu insanlar malum.”
Şeyda Arslan, Postmodern edebiyat sınırlarında dolaşarak, imkânlarını başarılı bir şekilde kullanarak, mizah ve merak unsurlarının dengeli kullanımıyla desteklediği öyküleriyle, sessiz fakat kuvvetli yürüyüşünü sürdürüyor. Ayrıca öykülerinde dil problemini büyük ölçüde aşmış olmasını da artı bir başarı olarak yazabiliriz. Şeyda Arslan’ın öykülerine yönelik bahsedeceğim olumsuzluk, öykülerinin yer yer uzun olmasıdır. Bu uzunluk karşımıza, öykü atmosferini güçlendirmek için yazarın bilinçli bir tercihi olarak çıksa da öyküden kopmamıza neden olabiliyor. Yazarın yayımladığı ilk öykülerinde bu olumsuzluk daha sık görülürken son öykülerine doğru bu problemin daha az yaşandığını görüyoruz.
Şeyda Arslan, öyküsü üzerine çalışıp bilinçli hamlelerini devam ettirirse, genç yazardan daha güçlü ve kusurlarından arınmış öyküler okuyacağımızı düşünüyorum. Yazarın isminin yanına bir yıldız düşerek gelişimini ve yönelimini birlikte takip edelim.
- - Ben bebekken babam Kara Kule okuyordu, ilk kitabın içine iliştirdiği tarihten yola çıkarak bunu çok sonraları fark ettim. Serinin son kitabını Kızılay’da bir kitapçıdan aldığında lisedeydim, şuan hatırlamadığım bir sebepten ötürü bir iki haftalığına Ankara’daydık. Üniversiteye geçtiğimde içinde Kara Kule serisiyle bağlantılı iki öykü var diye Karanlık Öyküler’i doğum gününde babama hediye ettim. Şimdi onun sinemaya gitmesine nasıl mani olacağım? (AA)