Sen hangisisin?
Şamanın bugünün sanatçısının önüne geçebileceği bir nokta tabii ki var: Zamanda sırçama yapma yeteneğinin daha görünür ve inandırıcı olması.
“Hazır imgelerin artan enflasyonu karşısında iki binli yıllarda bir fantastik edebiyat mümkün olacak mı? Şimdiden önümüzde iki yolun açıldığını görüyoruz:
- 1) Kullanılmış imgeleri, anlamlarını değiştirecek yeni bir bağlamda yeniden devreye sokmak. Postmodernizm, kitle iletişim araçlarının imgelerini ironik bir biçimde kullanma ya da edebiyat geleneğinden devralınan fantastik anlatı beğenisini, bu beğeninin yabancılaştırıcı etkisini vurgulayan anlatı mekanizmalarına koyma eğilimi olarak görülebilir.
- 2) Her şeyi silip sıfırdan başlamak. Samuel Beckett, görsel öğeleri ve dili en aza indirgeyerek olağanüstü sonuçlar elde etmiştir, dünyanın yok oluşundan sonraki bir dünyada yazıyormuşçasına.”1
Calvino bu pasaja Amerika Dersleri içinde yer veriyor. Kitabın içindeki dersler ise altı başlıktan oluşuyor: “Hafiflik, hızlılık, kesinlik, görünürlük, çokluk, başlamak ve bitir”. Yukarıdaki paragrafı parçalayıp, derslerin başlıklarına göre yorumlamak ya da ele almaya çalışmak mümkün olabilir mi? Hmm demek denemek ve görmek taraftarısınız. Tamam o zaman deneyin. Ama Calvino, o ne der(di) acaba? Bir de bu derde neden düşüldüğü de azıcık merak konusu olsun lütfen. Bu yazının yazılma niyetinin geldiği yer tabii ki yazmak yani kelimelerden bir şeyler yaratmak ve bunu yapmaya cesaret etmek.
Rollo May diyor ki: Yaratıcı cesaret, yeni bir toplumun inşasında yeni biçimlerin, yeni sembollerin, yeni modellerin bulunmasıdır.2 Yaratıcılık yeni bir inşa getiriyor. Kişi kendi duygu ve düşünce enstrümanlarını kullanarak, varoluş için yeni bir kapı aralıyor. Bu acaba Tanrı’ya kafa tutmak demek mi oluyor? Nihayetinde kişi, hadi sanatçı olsun, yaratırken aslında bir nevi meydan okuyor; olan düzene meydan okuyor. Bu eylem başlı başına bir şeye yaratmaya teşebbüs etmek anlamına geldiği için rakip haliyle Tanrı oluyor. Yazmaya bu bakımdan tanrısal bir eylemde bulunmak deniyor.
Tanrısal eylemin insan üzerinde olumlu olduğu kadar olumsuz bir etkisi olduğundan da bahsetmek mümkün. Bir ürünün ortaya çıkması olumlu yanı temsil ederken, sanatçıda oluşan ruhsal yorgunluk ise olumsuz olarak belirtilebiliyor. Ruhsal yorgunluğun yanında sanatçının Tanrı’ya gizli bir meydan okuduğunu hissetmesi ve insan olarak nasıl yaratma cesaretinde bulunduğunu sorgulaması sanatçının içini gıdıklayan noktalar oluyor. Bu arada yaratmak Tanrısal bir eylem hüviyetine bürünüyor ve Tanrı’nın rolünden pay çalmaya neden olduğu için kalem oynatmak aslında cesaret istiyor. Bu kişiyi ne kadar korkutmalı bilinmez. Novalis, Fragmanlar’da “Tanrı Tanrıları ister.” diyor ya, o da burada dursun.
Yaratma eyleminin haliyle bir süreci var. Bu süreç aslında biçim için duyulan tutkunun dışa yansımasından kaynaklı. Yaratmak parçalanmaya karşı verilen mücadelenin ürünü. Sözcüklerden örülü uyumun yakalanıp bir bütünlük sağlanmaya çalışılmasıyla yeni varlıkların ortaya çıkmasının kaynağı olan muazzam bir eylem. Biçimin bu eylemdeki fonksiyonu ise oluşturulmak istenen bütünün sınırlarının sağlıklı bir şekilde çizilmesini sağlamak noktasında görülüyor. Has bir yaratıcılık için biçim üzerinden ilerleyerek yaşamın anlamı bulunup, bunun üzerine kurgu yapmak gerekiyor. Burada ahenk içinde olması gereken üç unsuru belirtmekte fayda var; olayın, olay karakterinin ve okurun ritminin dengede olması. Has bir yaratıcılıkta bu noktalar bir bütün içinde seyrediyor halde, olmalı.
Yazılan ya da sanatçının ürettiği her şeyi yaratmak olarak algılamalı mı? Sanatçı yaptığı her şeyi yaratmak olarak görmeli mi? Bunlar ve benzeri sorular her daim var. Bu sorulara herkes farklı farklı cevap verebilir ama cevaplar arasında bir tanesi epey düşündürücü olabilir; hayır, yaptığımı yaratmak olarak görmüyorum. O zaman yeni bir soru gündeme geliyor: Peki o zaman neden yazıyorsun? Sanatçı ne yaptığının bilincinde olmalı diye düşünüyor insan. Neden yaptım, olay örgüsünde neden bu kelimeleri kullandım, neden herkesin kuş dediğine çiçek dedim, neden içinde yaşadığım dünyadan değil de kendi kurduğum bir başka gezegenin içinden okuyucuya seslenmek istedim? Ve daha birçok soruya sanatçı cevap verebilmeli.
Cevaplarıyla önce kendini ikna etmeli ki, yazdıkları inandırıcı olabilsin, okuyucu ile arasında bir empati kurulabilsin. Hükmetme güdüsünü bastırmak mı, Tanrı’ya kafa tutmak değil ama kişisel nevrozunu bastırmak mı, kendisiyle yüzleşme ihtiyacından dolayı mı, kendini kurmak ve bir şeyleri yeniden çizme ihtiyacından dolayı mı yazıyor sanatçı? Sen hangisisin? Akılda tutulması gereken bir şey var, burası için tabii:
Kimse tanrıların kıskançlığını kamçılamadan böylesine mükemmel çalamaz. Yaratıcılık tanrıların kıskançlığını kamçılar. Tanrılarla yapılan kıyasıya bir cenk söz konusu.3
Yazarken içini gıdıklayan dürtü nereden geliyor? Sanatçı sesini duyabiliyor musun? Duyduğun sesten bir hisse kapabiliyor ve sesi içinde biriktirip başka dünyalara uçabiliyor musun?
Sanatçının yaratıcılığında baş kaldırdığı farklı noktalar tabii ki var. Calvino’dan alıntıyla yukarıda belirtilen muhteşem altılıya burada geri dönülebilir; uzun uzadıya ifade etmekten çok açık olan bazı şeyleri belirtmek için. Nihayetinde sanatçı yaratıcılığında bu altı noktanın hepsini metninin içinde, asıl ya da yan anlamlarıyla kullanıyor olsa bile yoğunlaştığı bir nokta illaki var. Ayrıca her metinde bu altı nokta olacak diye bir hüküm yok. Herkesin yazma sanatında öne çıkardığı farklı hususlar var; ama burada Calvino. Yoğunlaşmanın herkeste farklı basamaklarda olmasının nedeni ise bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde peyda olan yazma istencinden kaynaklı. Yaratıcılık, öyle ya da böyle insanın bilincinin yoğunlaşıp, sanatçının kendi dünyası ile karşı karşıya kalması ve yapıp-yıkma edimlerinde bulunması olarak düşünülebiliyor. Ruh halinin muhteşemliğine baksanıza; ejderhaya kafa tutan bir Zümrüdü Anka.
Baştaki alıntının ilk cümlesine bakılsın. “Kullanılmış imgeleri, anlamlarını değiştirecek yeni bir bağlamda yeniden devreye sokmak”, bu çokluk minvalinde ele alınabilir. Bir cümleyi hatta bir kelimeyi çok farklı anlamlara taşımak. Çok sesli müzik gibi değil mi? “Postmodernizm, kitle iletişim araçlarının imgelerini ironik bir biçimde kullanma”, bu hem hızlılık hem de hafiflik noktalarıyla temas ediliyor hissini uyandırıyor. Ani bir değişim, arada birdenbire anlaşılamayan arafta kalınan durumların sesi duyuluyor. “Edebiyat geleneğinden devralınan fantastik anlatı beğenisi” de görünürlük olarak zikredilse, bir şey kaybedilmez. “Beğeninin yabancılaştırıcı etkisini vurgulayan anlatı mekanizmalarına koyma eğilimi” bir şeyleri netleştirme durumunu kast ediyor gibi olduğu için kendisine sayın kesinlik şeklinde hitap edilebilir. Galiba en güzeli “Her şeyi silip sıfırdan başlamak”, yeri en belli olan nokta; başlamak ve bitirmek. Paragrafı tekrar okuyup gösterge ve ifade arasında ilişki kurulmaya çalışıldığında, hem bağlantı yakalanabiliyor hem de yakalanamıyor, gibi değil mi? Çünkü her küçük cümlenin içinde Calvino’nun ders olarak belirttiği başlıkların hepsi görülebiliyor. Bu, derslerin birbirinden ayrılıp her birinin tek başına niteleyici olarak kullanılmasının mümkün olmadığını ve tamamen birleştirilemeyeceğini de hissettiriyor. Hayat işte her alanda interaktif olan ilişkiler yumağını burada da gösteriyor.
Sözün özü olarak kısaca bugünün sanatçısının nerede durduğuna bakılsa yeri konumlandırılabilir, mi? Sanat/çı geçmişte ve bugünde bir şeyin ilk defa nasıl olduğunu anlamaya ve anlatmaya çalışıyor. Bu modern sanatçı ile şaman arasında pek bir farkın olmadığını hissettiriyor. Şamanın bugünün sanatçısının önüne geçebileceği bir nokta tabii ki var; zamanda sırçama yapma yeteneğinin daha görünür ve inandırıcı olması.
İlk hikâyeye varabilmesi, ilk arketipe gidebilme yeteneği, işte bu şamana ait olan tanrısal bir özellik. Geçmişteki enerjiyi ise şimdiye yani kendi zamanına taşıyabilmesi, gücüne güç katan bir yetenek.
Modern dünyanın sanatçısı da bunu yapabilir sesleri duyuluyor. Ama şu unutulmamalı; kitle iletişim araçları sayesinde çölün ortasında kuyruğunu sıcağın bağrında sallayarak yürüyen bir akrepten dahi haberi olan insanlar var artık. Bu yüzden Kaf dağında yaşayan Zümrüdü Anka kuşu hikâyesini ne kadar merakla dinlerse dinlesin, onun varlığının olmadığı artık daha aşikâr bilindiği için inandırıcılığı ya da insanda uyandırdığı heyecan şamanın zamanındaki gibi olmuyor. Çünkü kalkıp uçaklarla Kaf dağına gitme lüksü ya da gelişen kitle iletişim araçları sayesinde küçük bir ekranla orayı ziyaret etmek mümkün. (Kaf dağı mı?)
Kitle iletişim araçlarının ve teknolojideki gelişmelerin yaratıcı yazarlıktaki etkisinin ne olduğu sorusu artık iyice belirmeye başlıyor. Bu sorunun cevabı bu yazı değil, ama soruları tabii ki gündemde tutulabilir. Kitle iletişim araçları yaratıcı yazarlığı engeller mi? Nihayetinde muazzam teknolojik gelişmeler var ve görsel ürünler gerçeğin bile ötesine geçebiliyor, kimi zaman. Bunun insanda imgesel bir tembelliğe yol açması da mümkün, bir yerde. Buna mukabil bir soru daha, üst seviyede olan görsel ürünler düşünme faaliyetinin ve hayal gücünün artmasını sağlayıp, yaratıcılığı farklı bir boyuta taşıyabilir mi? Derin düşünme, hayal etme ve buluş! “Peki, bu kadar imkânın arasından çekilip alınsanız, ıssız bir adaya bırakılsanız, yanınıza alacağız üç imge ne olurdu?” Aşırı yorum!
Bu zamanda bazı şeylere karşı duyarlı olmak cesaret istiyor, yazarken bile. İnsan bu zamanda bazı şeylere karışmak istemiyor bile, korkaklık. Oysa yazarak yaratmak cesaret istiyor. Çünkü bir çılgınlık!
- 1 Italo Calvino, Amerika Dersleri, YKY, 2017, çev.: Kemal Atakay, s. 106.
- 2 Rollo May, Yaratma Cesareti, Metis Yay., 2019, çev.: Alper Oysal, s. 49.
- 3 May, Yaratma Cesareti, s. 53.